Epikuros iyi ve kötü dediğimiz şeylerin sadece duyumsanabildikleri ölçüde var olduğunu varsayarak ölümü başlı başına “duyulardan yoksun olma” olarak açıklar. Meşhur bir formülü vardır: “Ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum.”

Epikuros’un mutluluğu üzerine

C. CENGİZ ÇEVİK

Epikuros’tan daha yanlış anlaşılmış bir filozof olmadığını düşünüyorum. Onun, hazzı en yüksek iyi kabul eden, doğa temelli ahlak felsefesi, kontrolsüz hazzın, zevk u safâ sürmenin vazedildiği bir öğreti olarak düşünülmüş ve katı ahlakçılık eliyle mahkûm edilmiştir. Bu yazı Epikuros’un felsefesinin daha iyi anlaşılması yolunda atılmış kişisel, küçük bir adım; bundan fazlası değil.

MÖ 342/1-271 yılları arasında yaşamış olan Epikuros kendisinin henüz 14 yaşındayken felsefeyle ilişki kurduğunu söylermiş. Bu bilgiyi Diogenes Laertios’un “Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri” adlı eserinin Epikuros’a ayrılan 10. kitabından (10.2) öğreniyoruz. Anlatılana göre retorik ve gramer hocaları Hesiodos’un Theogonia 116 yani “Khaos’tu hepsinden önce var olan” dizesinin anlamını açıklayamayınca, küçük Epikuros onları küçümseyerek günümüz gençlerinde pek görmediğimiz bir heyecanla (haksızlık mı ediyorum yoksa?) felsefeye yönelmiş. Bazı antik yazarlara göre bu olay 5-6 sene sonra olmuş. Bazılarına göreyse şans eseri bulduğu atomcu Demokritos’un eserlerini okuyucuna etkilenip felsefeye yönelmiş. Her ne kadar kendisinin dönemin tüm felsefe ekollerinden bağımsız bir felsefî düşünceye sahip olduğunu ve yaşamın büyük problemlerini kendi bağımsız düşünce ve araştırmasıyla çözmeye çalıştığını söylediği rivayet edilse de, Demokritos’un atom kuramından çok etkilendiği açıktır.

Demokritos’un atomculuğunda var oluş materyalist bir bakış açısıyla açıklanır, var olan her şey adeta atomların boşluktaki dansından meydana gelmiştir, buna tanrısal veya ruhanî bir anlam yüklemeye gerek yoktur. Epikuros Demokritos’un atomculuğunu ileri bir noktaya taşıyarak onun üzerine hazzı en yüksek iyi ve erek kabul eden doğa temelli bir ahlak felsefesi inşa eder.

Epikuros’un felsefesinin merkezinde yer alan atomculuk fikrine ilişkin en önemli metinsel kaynağımız Lucretius’un De Rerum Natura adlı eseridir. Şiir türündeki bu eserde yapılan açıklamalardan bazıları şunlardır: Hiçbir şey yoktan var olmaz, hiçbir şey varken yok olmaz, evrenin temel yapısı görünmeyen küçük cisimlerden yani atomlardan oluşmuştur ve bunlar, maddenin karşıtı olan boşluk içinde durmadan hareket ederler. Atomların hareketi çarpma ve dış güçlerin etkisi olmadığında daima yukarıdan aşağı doğrudur. Ancak Epikuros’a göre atomlar aşağı düşerken clinamen adı verilen gözle görülmesi mümkün olmayan bir sapmayla birbirlerine çarpar ve bu çarpışmalar her şeyi meydana getirir. Bu “nedensiz” sapma varsayımı Demokritos’un mekanik sistemine getirilmiş yeni bir yorumdur ve Epikuros bu sapmayı dış etkenlerden bağımsız, atomların kendine has bir iradesi olduğu fikrine bağlıyor gibidir. Böylece Demokritos’un hareketini zorunlu ve kaçınılmaz gördüğü atom Epikuros’un zihninde kabuğunu kırarak adeta insanoğluna varoluşsal ve toplumsal zorunluluklar karşısında kişisel iradelerinin sesini dinlemelerine fiziksel bir örneklik teşkil eder.

Doğanın yaratımı için atomun sapması gibi, insanın da tadını kaçıran tüm korku ve kaygılarından kurtulabilmesi için yüzlerce yıl boyunca oluşmuş sanı ve değer yargılarının çizdiği rotadan sapması gerekir. Epikuros bu bilinçle felsefenin fizik ve mantık alanlarına sırtını dönerek etiğe eğilmiş, insanın nasıl mutlu olabileceği meselesiyle ilgilenmiştir. Bu yüzden öncelikle insanları felsefeye çağırmıştır. Günümüze Diogenes Laertios’un eseri (10-122-135) sayesinde ulaşan Menoikeus’a yazdığı mektupta felsefeyle uğraşmanın yaşı olmadığını söyleyerek felsefe ile mutluluk arasında bir bağ kurar, ardından mutlu olmak için doğru bir “tanrı” anlayışına sahip olmamız gerektiği bilinciyle tanrıların varlığını kabul etmemizi ister. Ona göre tanrılar vardır ama çoğunluğun inandığı gibi antropomorfik yani insanbiçimli değillerdir, ölümsüz ve mutlu varlıklardır. (Evet, insanlar mutlu değildir ama olmalıdır!) Bu daha sonra aynı eserde (10.139) bulunan Epikuros’a ait Temel Görüşler’in ilkinde de yankı bulan bir yaklaşımdır: Ölümsüz ve mutlu varlıkların derdi yoktur, dahası başkalarının başına da dert açmazlar, ne öfkelenirler ne de iyilik yapmakla uğraşırlar. Tanrılar insanların yaşamına karışmıyor, kendi başlarına var olup gidiyorlarsa, insanların onlarla ilgili korkuya kapılması yersizdir. İşte, Epikuros tanrılardan duyulan korkuyu bu şekilde ortadan kaldırdığını varsayıp ölümlü var oluşa ilişkin ikinci korkunun üstesinden gelmek için kolları sıvar. Bu, ölüm korkusudur. Ölüm korkusunun insanlık üzerindeki etkisini anlatmaya gerek yok; edebiyat, sanat, felsefe ve bilim döne dolaşa ölümün yanı sıra korkusunu da işler durur.

Woody Allen bir yerde “Ölümden korkmuyorum, sadece o gerçekleşirken orada olmak istemiyorum” der. Epikuros’a göre onun bu isteği gerçekleşecektir, zira ölüm insan için hiçbir şeydir. Epikuros iyi ve kötü dediğimiz şeylerin sadece duyumsanabildikleri ölçüde var olduğunu varsayarak ölümü başlı başına “duyulardan yoksun olma” olarak açıklar. Meşhur bir formülü vardır: “Ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum.” Epikuros Pythagoras, Platon ve Stoacılar gibi farklı filozof ve ekollerin benimsediği ruhun ölümsüzlüğü fikrini tümüyle materyalist bir bakış açısıyla reddeder, bazıları bundan hoşlanmayacak ama ona göre her şey burada başlar ve biter.

Peki, bu insanı huzursuz kılmaz mı? Öyle ya, sonu olmayan veya kötü sonlanan bir filmi izleyerek zaman öldürmek gibi, boşuna mı yaşayıp gidiyoruz? Epikuros böyle düşünmüyor. O ölüm korkusunun giderilmesi ve ölümlülüğün kabullenilmesiyle ölümsüzlük özleminin de silineceğini, dolayısıyla insanın ölümlü yaşamının keyifli geçeceğini varsayar. Başka deyişle gerçekle yüzleşmek içi boş umudun pençesinden kurtulmaktır. Bu perspektife göre gerçek olan dünyadaki yaşamdır, onu sonlandıransa ölüm. Ancak ölüm tek kişiliktir. Levinas’ın Aristoteles’ten hareketle dediği gibi, “Ölüm dünyayı yıkmaz, dünya kalır”, bizdeki deyişle “ölenle ölünmez”, dünyayla birlikte dünyadakiler de kalır. Kaldı ki Seneca’nın Ahlak Mektuplar’ındaki (91.21) harika deyişiyle, “Ölümü suçlayanlardan hiçbiri onu deneyimlemedi.” Yaşamın tadını çıkarmak varken deneyimlemediğimiz bir şey hakkında niye korkuya kapılalım? Bu ölüme övgü değil, bir son olmasına rağmen ölümün küçümsenerek yaşamın yüceltilmesidir. Nitekim Epikuros’a göre bilge yaşamaktan vazgeçmez, sadece yaşayamayacak olmaktan korkmaz.

Yaşamın tadını nasıl çıkaracağız? Epikuros tanrılardan ve ölümden duyulan korkuyu ortadan kaldırdıktan sonra “en yüksek iyi” ve erek olarak hazzı belirler. Ona göre haz (Yunancasıyla ἡδονή [hêdonê], Latincesiyle voluptas) acının yokluğudur. Bu düşüncesini şu şekilde temellendirir: Doğduğumuz andan itibaren hazzın peşinden gider, acıdan kaçınırız. Bedensel acımız (ve hatta zihinsel bir korkumuz) varsa mutlu olamayız, acımız dindiğinde rahatlarız, o halde hedefimiz haz yani acı yokluğu olmalıdır. Ayrıca kısa veya uzun vadede acıya neden olacak olan keyifli şeyler, ne kadar hazzı andırırsa andırsın, gerçekte haz değildir. Epikuros’un ölçütü bir şeyin acı verip vermeyeceğidir, acı verecekse o haz değildir. Dahası, ona göre sadece bedensel acıdan değil, zihinsel huzursuzluktan da kaçınılmalıdır; oysa kontrolsüz eğlence, doyumsuz cinsellik, görkemli içki ve şölen sofraları sonrasında hem bedensel acıya hem de zihinsel huzursuzluğa yol açtıkları için haz görüntüsü altındaki bayağılık örnekleridir.

Epikuros aksine sade yaşamı salık verir ve dostlarıyla kurduğu, “Bahçe felsefesi” olarak da anılan öğretiyi hayata geçirir. Öğrencileriyle birlikte kalabalıktan ve çoğunluğun bayağı zevklerinden uzakta, doğanın gerekli ve yeterli gördüğü tatminle bedenen ve zihnen huzurlu olmayı tercih eder. Öğrenciler bahçedeki derslerinde hocalarından kendine yetmenin en büyük meyvesinin özgürlük olduğu gerçeğini işitirler. Yanlış inanışlardan, korkulardan ve bayağı zevklerden uzakta, sapma iradesini gösteren atomlar gibi, çoğunluğun rotasında saparak felsefeyle mutlu olurlar. Daha ne olsun!