Ayrıntı Yayınları’nın otuzuncu yılında yayımlanan ve yayınevinin bininci kitabı olma özelliğini taşıyan ‘Zamanın İzinde’ kitabının metinlerini yazan Ercan Kesal, “Bu çağın panzehiri, hatırlamak ve vazgeçmemek” diyerek hatırlamanın ve hatırlatmanın önemine değiniyor

Ercan Kesal: Belleğimiz vicdanımız

BURAK ABATAY - @abatayburak
burakabatay@birgun.net

Ayrıntı Yayınları, otuzuncu yılı için bininci kitap olarak, Ercan Kesal’ın metinlerini yazdığı ve Enis Rıza’nın fotoğraflarını seçtiği yüzyıllık bir Türkiye tarihi kitabı yayımladı. 1910 ile 2010 yılları arasında çekilmiş fotoğrafların yer aldığı kitap için Enis Rıza ve Ercan Kesal ile kitabı ve kitabın hatırlattıklarını konuştuk.

- Kitap, Ayrıntı Yayınevi için otuzuncu yılında yayımlanan bininci kitap olarak özel bir yere sahip. Bu fikir nasıl gelişti?
Ercan Kesal: Resmi çalışmayı başlatan kuşkusuz Burhan Sönmez ve yayınevi oldu. Burhan Sönmez’in beni aramasıyla projeye dahil oldum. Başlangıçta daha kapsamlı, kronolojik bir çalışma olarak düşünülmüştü. Sonrasında daraltıldı. 1910 ile 2010 arasında fotoğraflarla Türkiye tarihinin daha doğru olacağına karar verdik. Enis Rıza, binlerce fotoğrafı önümüze serdi. Ben de kendimce yazabileceğim, bende ilham uyandıran ve üzerine araştırıp, metin oluşturabileceğim fotoğrafları ayırdım. Yaklaşık 1-1,5 yıl süren bir çalışma oldu. Benim metinlerimle beraber Enis Rıza’nın seçtiği fotoğraflar bir araya gelerek bu kitabı oluşturdu.

Enis Rıza: 100 yıl tarihinden çok 100 yılın hatırlattıkları üzerine bir kitap ortaya çıktı. 100 yılda anlatacak o kadar çok şey olsa da bizim için kırılma noktaları önemli oldu. Bütün yüzyıl tarihini anlatmaktan çok bu yüzyılda fotoğrafların bize hatırlattığı şeyleri anlatmak istedik. Bu kitabın devamı olarak öngörülen başka çalışmalar da gerçekleşecek.

- Fotoğraflar için arşiv kayıtlarında nerelerden beslendiniz?
E. R.: Esas olarak bizim kişisel arşivlerimiz bunlar. Kişisel arşiv deyince bitmiyor. Bu arşivler, başka kurumların da telif haklarının sahip olduğu fotoğrafları içeriyor. Bu kitaba başlarken 100 yılın kronolojik çalışması, 4000 civarında fotoğraf vardı. Ben 2000 civarında fotoğrafı Ercan’ın önüne serdim. Ercan da kişisel olarak içselleştirebileceği fotoğrafları seçti. Ve de bu fotoğraflarla, metinlerle diğer fotoğraflarla ilişki kurabileceği şeyleri seçtik. Geride de binlerce fotoğraf ve binlerce söz var. Her anıyı hatırlamak bir serüven.

E.K.: Kitaba başlarken, 1910-1930, 1930-1950, 1950-1970, 80 öncesi ve sonrası, 2000 ve sonrası olarak dilimler oluşmasına rağmen biz bunları kaldırdık. Adaletli bir yazı dağılımını oluşturmaya çalıştık. Sonuçta ben 1959 doğumluyum. Fotoğraflara baktığımda 80 öncesi ve sonrası sinemayla ilgili fotoğraflar daha kışkırtıcı oldu. 1910’larla ilgili ne söyleyebilirim? Kısıtlı bilgilerim vardı. Kitap, benim için de bir yolculuk oldu. Baktım ki Meşrutiyet ve 1930’lara ilişkin daha fazla yazı yazmışım. Beni şaşırttı tabii bu. Bildiğin meselenin dışında fotoğrafın sende uyandırdığı duygu önemli. Enver Paşa’nın fotoğrafı bende ne uyandırabilir diye düşündüğümde, Enver Paşa’nın en büyük kızıyla telefonda konuşmuşum. Onu fark ettim. Bu hatıralar da canlanıp metne dönüştü.

ercan-kesal-bellegimiz-vicdanimiz-254290-1.

- Peri Gazozu ve Cin Aynası’nda gördüğümüz Ercan Kesal’ın yazım tarzını yine en net haliyle görebiliyoruz.
E.K.: Anılara bağlı biriyim. Onlara çok kıymet veririm. Çünkü belleğimiz aslında vicdanımız. Kendi deneyimlerimden başka yazılarımda kullandığım bir sermayem yok. Bunun da altın çağı çocukluğum. Ne o? Mustafa Suphi’nin eşi Maria’nın ölümü bana niye çocukluğumdaki Yağmur Gelini kadını hatırlatıyor? Buna bazen ben de şaşırıyorum. Çünkü Maria’yı ben Karadeniz’in sularında hatırlıyorum. Bir Karadeniz kentinde zulüm içerisinde perişan edilip öldürülmesi ve kimsesiz mezarlığına gömülmesi çocukluğumdaki bir anı hatırlıyor. Önceki her ­­iki kitaptaki durumdan azade bir durum da bu kitap için geçerli değil. Fotoğraflarla Türkiye hatırlamalarını yazarken benim yazı üslubum, bellekle kurduğum ilişki işe yaradı ve ortaya bu tür benzer metinler ortaya çıktı.

- Bu bir hatırlatma kitabı dediniz. Siz neler hatırladınız bu fotoğraflar ve yazılarla beraber?
E.R.: Kitap, Ercan’ın ya da benim değil, bizim hayatlarımızın yansıması olan bir noktada.
E.K.: Kitabın başlangıç tarihi olan 1910 çok kıymetli. Osmanlı ağır bir miras. Buradan yeni bir kadro hareketinin, cumhuriyet yaratma çabasının izlerini görüyorsunuz. Harf Devrimi ve Kıyafet Devrimi, tek partili seçim... Darbelerle devam eden Türkiye siyaset tarihi ve tüm bunlar altı yüz yıl sürmüş Osmanlı’nın ahvalinin devamını oluşturan bir süreç. Bunlar ağır meselelerin nereden kaynaklanıp devam ettiğini gösteriyor. İlk olarak, bana hatırlatılan şey bu oldu. İkincisi de, devletle meselesini halledememiş toplumsal yapımızın olduğu... Devletle olan ilişkimizin yetişkin değil de, ergen bir ilişki olduğu... Babadan hem korkarız, hem severiz hem de nefret ederiz. Bir başka şey de şu: Muktedirler hep aynı. İnsanlık tarihi, toplumsal mücadeleler tarihi. Hatırımızda kalanlar onurlu insanlar. Kötüyü hatırlamıyorsun. Belki Evren’i hatırlıyorsun ama bu insanların katlini gerçekleştiren insanları hatırlamıyorsun. Hafıza siliyor onları. Kötü olduklarından dolayı değil, hatırlanmaya değer olmadıkları için. Erdal Eren’i hatırlıyorsun ve Ali İsmail’i hatırlaman bitmiyor. Onları hatırlayıp onlarla beraber hizalanmanın ne kadar kıymetli olduğunu düşünüyorsun. Görüş gününü hatırlamıyorsun belki ama o günkü kucaklaşmayı hatırlıyorsun.

- Kitap geleceğe nasıl ve hangi noktada ayna tutacak?
E.K.: Anıların kalbimizi koruyan şeyler olduğuna inanıyorum. Kalbimizin bekçisi olan anılar, bizleri vicdansızlıktan ve unutma hastalığından korurlar. Yaşadığımız dönemde devamlı yeni şeylerin bombardımanının olması, unutmazsak yaşayamayız gibi bir düşünceye sürüklüyor bizi. Bu yüzden bu çağın panzehiri, hatırlamak ve vazgeçmemek. Bellek vicdan çünkü.