Google Play Store
App Store

43. İstanbul Film Festivali’nde yarışan ‘Son Hasat’ filminde ‘Nezih’ rolüyle izleyici karşısına çıkan Kesal, “Rol yapmayı bilmediğim için, Ercan Kesal gibi oradayım. Kendimden vazgeçmeden kendi içimdeki Nezih’i arıyorum” diyor.

"Ercan Kesal’dan vazgeçmeden rol yapıyorum"
Cemil Ağacıkoğlu’nun yönettiği Son Hasat filmi.

Işıl ÇALIŞKAN

Çukur’un İdris Koçovalı’sı, Bir Zamanlar Anadoluda’nın muhtarı, Nasipse Adayız’ın Dr. Kemal Güner’i… Onlarca farklı karakterle seyircinin gönlünde taht kuran Ercan Kesal, bu kez Cemil Ağacıkoğlu’nun yönettiği Son Hasat filmiyle seyirciyle buluşuyor. 43. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal kategorisinde yarışan film, küçük bir Anadolu kasabasında geçimini kamış hasadıyla sağlayan Ali’nin yerel çetelerin zulmüne karşı verdiği mücadelesini anlatıyor. Kesal’la oyunculuk serüvenini ve Son Hasat’ı konuştuk.

Senaryoyu ilk okuyanlardansınız. Son Hasat’ta yer almayı neden önemsediniz?

Bir oyuncu refleksi var. İyi senaryoyu görünce iştahı kabarır, ağzının suyu akar. Onlardan biri olmadığımı düşünürdüm. Ama kendimi yakalıyorum bazen. İyi senaryoyu gördüğümde bir parçası olmak istiyorum. Cemil’i de daha önceki filmlerinden bildiğim, ne çektiğini, ne yazdığını merak eden biri olduğu için özellikle tercih ettim. O da sağ olsun benimle ilk paylaştı. İlk ismi Kamış’tı bu senaryonun. Üzerine konuştuk. Bunu çekiyorum gelirsen mutlu olurum dedi. Öyle başladı.

Fotoğraf: Kerim Can Özdal

Nezih ilginç bir karakter. Bir yanıyla etrafında olan bitenin farkında ama bir yandan da olayların çok dışında gibi.

Nezih karakteri biraz ayrıksı bir yerde duruyor gibi görünüyor ama filme başka bütünlük katıyor. Karakterin kendi sineması var, sadece bir mesele değil derdimiz başka mevzular da varmış dedirtiyor seyirciye. O yüzden işe yaramış. Bir Zamanlar Anadolu’da filminin hikâyesini yazarken oradaki bütün bürokratların veya çalışanların ceset arama yolculuğunu anlatıyoruz ama hikâye ilerledikçe herkesin kendi iktidarları, kendi geçmişleri kendi açmazları ve kendi cinayetleri. Burada da Nezih karakterini oynarken bunu düşündüm, tamam birileri ölüyor ama benim kederim onlardan daha büyük. Ben bir ilişkiyi becerememişim belli ki ve ona çok takığım. Ama öyle değil mi? Karşımızdakinin önem yüklediği şey başkası için önemsizdir. O yüzden herkesin kendi hikâyesi çok ağırdır.

Sizi ciddi karakterlerde izliyoruz. Özel tercihiniz mi?

Kendi fıtratımı yansıtıyorum. Rol yapmayı bilmediğim için Ercan Kesal gibi orada duruyorum. Belki kendi içimdeki Nezih’i arıyorum, Ercan Kesal’dan vazgeçmeden. Böyle bir adamım, ben de kendimi fark ediyorum aslında. O yüzden rol yapmıyorum bence, rol yapmayı tercih etmiyorum.

Rol yapmayı gerçek hayatla özdeşleştirmişsiniz sanırım.

Evet, tam olarak öyle.

Film bir sistem eleştirisi ama başrol karakteri Ali tepkisini suç işleyerek, cinayet işleyerek gösteriyor. Film bu duygunun da insana dair olduğunu gösteriyor.

İnsan hayal etmediği bir eylemi gerçekleştiremez, hayal etmediği bir hikâyeyi yazamaz, hayal etmediği bir oyunculuk yapamaz. Yönetmenlik de yaptığım için filmimde olan her şey zaten muhayyilemde var. Diyeceksiniz ki ya orada abuk subuk şeyler var. Evet, o bende var. Ben onun öznesiyim. O bir şekilde benim kafamın bir yerlerinde geçmiş. Onu yapmayı düşünmüşüm ama yapmamışım, hayal etmişim. Bu çok acayip bir şey. Bir başkasını öldürebilmeyi kim düşünmemiştir Allah aşkına? O zaman birbirimizi sürekli potansiyel katilsin diye mi suçluyoruz? Değil. İnsanın sınırlarının, derinliğinin de fark edildiği yerlerdir bunlar ve kıymetli. Bunu cesaretle söylemek cesaretle açık etmek. İnsan ömrü boyunca kendini tanımaya çalışıyor. Biraz senaryo yazmayı, film çekmeyi ve oyunculuğu da buralara gelindiği için seviyorum belki de.

Ölüm temasını birçok yönüyle hissediyoruz filmde. Ölümü düşünerek yaşayanlardan mısınız?

Ölüm mukadder. Bu insana çok keder veriyor. Öleceğimizi bilmek insanın canını yakıyor. Hiç ölmeyecekmişiz gibi kuruyoruz ilişkilerimizi, planlarımızı sanki sonsuza kadar yapacakmışız gibi yapıyoruz ve belki bu yüzden birbirimize, dünyaya karşı çok hoyratız. Ölümlü dünya diyoruz ama onun gereğini yerine getiremiyoruz. İçimizdeki asıl keder bu. Öleceğiz duygusuyla nasıl baş edebilirim, nasıl bunun üstesinden gelir, nasıl onu yenerim… Bu sanatçı milletinin de üretme motivasyonu da o. Ölümsüz olmayı becermek. Senden sonra da kitaplarından, filmlerinden, oyunculuklarından bahsedilsin. Bunu biliyor olmak ölümü engellemiyor ama Tarkovski’nin dediği gibi ölümü katlanılır kılıyor. Sanat yaparak ölüme tahammül ediyorsunuz.

Son Hasat, 43. İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışma kategorisinde. Sanatta yarışma fikrine nasıl bakıyorsunuz?

Filmlerimle birçok festivale gittim. Yarışma gibi düşünmüyorum ama marifetin iltifata tâbi olduğunu, iltifatın iyi geldiğini biliyorum. Bir de bu tür değer yargıları çok öznel. İstanbul Film Festivali’nin bu seneki jürilerinin ortak seçtiği film. Bu dünyanın da Türkiye’nin de en iyi filmi değil. Şimdiye kadarki yapılmış en iyi film hiç değil. Bu yıl hasbelkader bir araya gelmiş birbirini tanımayan 5 kişinin ortak paydası, bu kadar. Bunu bildikten sonra yarışma potadan düşüyor. Festivaller iyidir, en azından bir araya geliyoruz işte konuşuyoruz ne güzel.

BİRİLERİ ÇANTASINI TOPLAYACAK HERHALDE

Yerel Seçim sonucu sizi şaşırttı mı?

Bu anlamda bir net tercih beklemiyordum. Hatta şaşırdım da. Bence seçimi kazanan adayların çoğu için de sürpriz oldu. Bu biraz nefesimizi rahatlattı kabul. Ama tepkilerin sadece ekonomik bir sebepten neşet ediyor olması daha anlatacak çok yolumuz olduğunu düşündürüyor. Emeklilere istediği parayı verseydi böyle bir sonuç çıkmazdı cümlesi bile insanı üzüyor. Ama iyidir, demek ki bir şeylerin miadı doldu her şeyin bir vakti zamanı var. Birileri çantasını toplayacak herhalde.

Peki bu sonuç sanata ve sanatçılara nasıl yansıyacak sizce?

Ben kişinin çok öznel bir yolculuğu olduğunu düşünüyorum. Bazen despotik, sansürcü dönemlerde çok daha şahane işler çıkar. O, o kişinin dünyasıyla, ülkesiyle, kendiyle sürdürdüğü bir yolculuk gibi geliyor bana ondan bağımsız düşünüyorum doğrusu.