Erdoğan içerde kaybettiği gücünü tahkim etmek üzere bir kez daha ABD ve emperyalist merkezlerin desteğini almaya çalışıyor. ABD’nin ise tüm gerilim alanlarına ve buna ilişkin aldığı tutumla birlikte, Türkiye’yi kendi projesinin bir alt aktörü yapmaktan geri durmayacağı da aşikâr.

Erdoğan bir kez daha emperyalizmin kapısında

Erdoğan’ın uzun zamandır beklediği Biden görüşmesi nihayet 14 Haziran’da gerçekleşecek. Biden’ın seçilmesinin ardından uzun süre telefon bekleyen Saray, ilk telefonda ‘Ermeni Soykırımı’ ifadesinin kullanılacağı bilgisinin verilmesi şokunu yaşamıştı. Şimdi ise Erdoğan, Biden’la görüşmeyi kendisini Beyaz Saray kapısından geçirecek bir eşik olarak görüyor.

Biden’ın seçilmesiyle ABD politikasında yeni bir dönem başladı. Trump’ın belli bir içe dönüklüğe dayanan ‘Büyük Amerika’ politikalarından farklılığını ‘Amerika Geri Döndü’ diye ifade eden Biden, yeni dönemin ipuçlarını da ortaya koymuştu. Biden, ABD’nin hegemonya kaybına çare olarak Avrupa ve NATO ile ittifakı güçlendirmeyi bir öncelik olarak ortaya koymuştu. Rusya ve asıl olarak Çin’i hedefe koyan bir karşıtlık temelinde bu ittifak çerçevesi derinleştirilmeye çalışılıyor. Bunun bir parçası olarak Rusya’nın Karadeniz’de kuşatılması, Ukrayna ve Kırım eksenli sorunun derinleştirilmesine yönelik adımlar da atılmaya başlandı.

Saray rejimi de Biden’ın seçilmesinin ardından bu yeni döneme kabul edilmek üzere bir dizi hamleyi peş peşe gerçekleştiriyor. Montrö’yü de tartışmaya açarak ABD’nin Karadeniz planına dâhil olma hevesi; son dönemde Ukrayna, Polonya ve Letonya’ya SİHA satışlarıyla Rusya’ya alınan pozisyon; Doğu Akdeniz geriliminden Yunanistan ve Fransa ile diyalog kapısının açılması; Suriye ve Libya’da ABD ile daha yoğun çalışma mesajları ve S-400 gerilimini yumuşatma üzerine kimi senaryoların tartışılmaya başlanması ile bu görüşme öncesinde taşlar döşenmeye çalışıldı. Buna karşın halen çözülememiş S-400 krizi ile birlikte asıl olarak Suriye’de ABD’nin ittifak içinde olduğu Kürt özerk bölgesine ilişkin farklılıklar ise ortada durmaya devam ediyor.

Erdoğan tüm bunların içinde, içerde kaybettiği gücünü de tahkim etmek üzere bir kez daha ABD ve emperyalist merkezlerin desteğini arkasına almaya çalışıyor. ABD’nin ise tüm gerilim alanlarına ve buna ilişkin (sopa göstererek) aldığı tutumla birlikte, Türkiye’yi kendi projesinin bir alt aktörü yapmaktan geri durmayacağı da aşikâr. Şu aşamada ve yapılacak kısa bir görüşme ile tüm bunlara ilişkin bir sonuç çıkması mümkün olmamakla birlikte Erdoğan’ın pozitif bir görüntüye dahi ihtiyaç duyduğu çok açık. Bu görüşme bu anlamda Beyaz Saray kapılarının yeniden açılması ihtimaline ilişkin bir beklenti içinde gerçekleşiyor. Bu kapıdan girilirse tüm bu başlıklar üzerine özellikle de Suriye konusunda merkezi politikada ne tür değişikliklerin gündeme geleceğinin iç siyasete de önemli etkileri olacağı bellidir. (Bu arada M. Karayılan’ın Erdoğan’ın kendisine “Türkiye’den silahlı güçleri çekin, biz de size dokunmayalım” önerisinde bulunduğu iddiasını tam da görüşme öncesinde paylaşmasının Biden’a ‘biz hazırız’ mesajı olabileceği de akılda tutulmalı.)

İktidarda kalabilmek için her tür politikaya ve ittifaka yönelebilen AKP ve Erdoğan açısından, ABD çıpasına sarılma hevesinde şaşılacak bir şey yok. Elbette, ABD ile kimi güncel çelişkilere bakarak Saray rejimine anti-emperyalist rol atfedenlerin şaşkınlığını bir kenara bırakıyoruz! Öte yandan, Biden’a liberal bir küresel restorasyon oluşturacağı beklentisi ile yaklaşan ve Türkiye’yi de bu beklentiye dahil eden düzen muhalefetinin, bu bağımlı sisteme AKP’den daha sadık müttefik adayları olarak sıraya girmesi ülkemizin bir başka acı gerçeği. O yüzden bugün ülkemizdeki demokratik dönüşümün ve bölgemizdeki yıkım politikalarına karşı solun anti-emperyalist tutum ve mücadelesinin geleceğimiz açısından kritik önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Yazı solsiyaset.org’dan alınmıştır.