Erdoğan’a karşı toplumsal muhalefetin önemine dikkat çeken Faruk Bildirici, “Bu belki zamana yayılacak, belki de çok hızlı olacaktır” sözleriyle de Türkiye’nin belirsizlik ve sürprizlerle dolu gündemine ilişkin görüşlerini BirGün ile paylaştı

Erdoğan’ı dizginleyecek tek güç  toplumsal  muhalefet

SEBAHAT KARAKOYUN - senyaprak@gmail.com - @ssenyaprak

Erdoğan'ın, '1071' olarak düzeltilse de siyasi literatürdeki yaygın adıyla '864 rakımlı tepe'ye, Çankaya Köşkü'ne sevdasının konuşulmaya başlandığı ilk günlerden itibaren "AKP'nin sonu da ANAP'a benzer mi?" sorusu akıllara geldi. Biz de bu soruyu ANAP'ı ve Özal'ı yakından izlemiş deneyimli bir gazeteciye, Faruk Bildirici'ye yönelttik, özgeçmişindeki "Biliyorum ki, yaşadıklarım yaşayacaklarımdan daha uzun. Ben de geçmişe dönmekten haz duyuyorum" sözlerini fırsat bilerek...
AKP ile ANAP, Özal ile Erdoğan arasındaki farkları ve benzerlikleri anlatan Bildirici, sürecin o döneme göre “şimdilik” farklı işlediği görüşünde. "Erdoğan’ı dizginleyecek tek güç toplumsal muhalefet’’ diyen Bildirici, “Bu belki zamana yayılacak, belki de çok hızlı olacaktır” sözleriyle de Türkiye'nin belirsizlik ve sürprizlerle dolu gündemine ilişkin görüşlerini BirGün ile paylaştı.


Erdoğan'ın Köşk'e çıkması durumunda AKP’nin, Özal'ın cumhurbaşkanı seçildikten sonra ANAP'ın yaşadığı sürecin bir benzerini yaşayacağı yorumları yapılıyor. O dönemi yakından izleyen bir gazeteci olarak süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özal da Erdoğan gibi başkanlık sistemini savunuyordu. İlk benzeyen durum bu. İdeolojik benzeşmeleri de var. Ancak her iki dönemi kıyasladığımda durumun farklı olduğunu düşünüyorum. En önemli fark, oy oranlarında. Turgut Özal yüzde 45 ile başlamıştı ancak katıldığı son seçimde 1989'da ANAP'ın oyu yüzde 21.75'e düşmüştü. Özal Köşk'e çıktığında muhalefet, özellikle Demirel "Köşk'e kaçtı" eleştirisinde bulunmuştu. Oysa Erdoğan'ın partisi art arda seçim kazanmış, oyunu koruma umudu var. ANAP, dört eğilimin partisiydi. O dörtlü koalisyon tekil bir partiye dönüşmedi hiçbir zaman. Özal cumhurbaşkanlığına soyunduğunda her grubun kendi lider adayı vardı. Buna ilave bir de parti içerisinde Semra Özal faktörü, Turgut Özal sonrasına yönelik herkesin kendi hesabı vardı. Dolayısıyla o bölünmüşlük Özal sonrasında partinin zayıflamasına neden oldu.
AKP'de şimdilik bu anlamda bölünmüşlük görüntüsü yok görünüyor. Bu değerlendirmeye katılır mısınız?
Erdoğan'dan sonra liderlik yarışına girebilecek, güç gösterebilecek isimler var ama bu isimler, niyetlerini açıktan seslendiremeyen, arkadan konuşan, kulis çalışmaları yürüten konumdalar. Şu anda Erdoğan'ın partiye hakimiyeti Özal’la kıyaslanmayacak kadar çok yüksek. Partide tek adam yönetimi var, Erdoğan ve adamları var. ANAP’ta ise Turgut Özal ve partisi vardı. Erdoğan partiden ayrıldıktan sonra kısa sürede partisinin ANAP'ın yaşadığı kavgaları, bölünmüşlükleri yaşamayacağını düşünüyorum. Her şeyi bir kenara bırakalım Tayyip Erdoğan zaten partiyi bırakmıyor, genel başkanlıktan istifa edecek ama fiilen bu görevi sürdürecek. Bunu kendisi de söylüyor, 'Bir yere gitmiyorum’ diyor.



ERDOĞAN YOKSA AKP YOK
Erdoğan Köşk'ten partiyi ne kadar yönetmeye çalışırsa çalışsın zaman içerisinde etkisi zayıflamaz mı?
Erdoğan olmadığı zaman öyle bir parti yok ki zaten. O da bunu bildiği için partiyle ilişkisini çok diri tutacaktır. 2015 seçimlerine fazla zaman kalmadı. Erdoğan'ın temel hedefi partili bir cumhurbaşkanı olmak, hatta partisini de elinde tutan bir başkan olmak. Bu hedefine ulaşıncaya kadar geçici olarak partiyi bıraktığı kişiyle arasında bir kavga yaşanır mı sorusu akla geliyor tabii. Birinci turda seçilirse bu, başkanlık sistemiyle ilgili hedeflerini gerçekleştirmek konusunda ona güç verecektir. Tıpkı 30 Mart'taki oy oranının cumhurbaşkanı adaylığını kolaylaştırması gibi.

Yıldırım Akbulut gibi başlangıçta Özal'a itirazı imkânsız gibi değerlendirilen bir ismin bile bir süre sonra geldiği noktaya bakılarak "kavga kaçınılmaz" değerlendirmeleri yapılıyor.
Akbulut'un orada kaldığı süre zaten iki yılı bile bulmamıştı. Özal o zayıf halinde bile onu orada tutmuştu. Akbulut ona itiraz edinceye kadar da ses çıkarmamıştı. Erdoğan açısından da nihai hedefine ulaşıncaya kadar geçirilecek süre çok uzun değil. Hedef, 2015'te başkanlık sistemini getirecek bir anayasa değişikliğini geçirecek sayıda milletvekili çıkarmak. Onu çıkarırsa sorun yok, çıkaramazsa o zaman sorun yaşanabilir. Ama 2015 seçimlerine kadar Erdoğan'ın partideki hükümranlığını kolaylıkla sürdüreceğini düşünüyorum.

GÜL İLE ÇATIŞMA KAÇINILMAZ OLUR
Genel başkanlık koltuğuna oturacak kişinin kim olacağı da sürecin nasıl şekilleneceği konusunda önemli değil mi?
Tabii ki önemli. Erdoğan'ın konuşmalarına bakıldığında başbakanlık için güçlü bir isim istemediği anlaşılıyor. Gül'ün cumhurbaşkanlığındaki performansını iyi bulmadığını, kendisinin aynı performansı sergilemeyeceğini de söylüyor zaten. Ben genel başkanlık için Gül'ü tercih edeceğini düşünmüyorum. Gül genel başkanlığa gelirse Erdoğan'la ayrı düşmeleri, çatışmaları kaçınılmaz olur. Erdoğan partiye de başbakanlığa da cumhurbaşkanlığına da hâkim olmak istiyor. Dolayısıyla altında çalışacak böyle isim istemeyecektir. Partiye bir genel müdür, başbakanlığa da bir vekaletçi isim düşünüyor. Onu yapacaktır. "Benim başbakanım ve benim genel başkanım" olacak bir kişiye ihtiyacı var."

Özal'ı cumhurbaşkanlığına götüren süreci anımsatır mısınız?
ANAP zaten inişe geçmişti. Özal bu çöküşü görmüştü kendisi de cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Ancak Özal parti içi dengeleri gözetirdi o dengeleri sarsacak bir girişimde bulunmak istemiyordu. Erdoğan çok farklı, dengeleri bozmak isteyen rüzgâra karşı oynayabilen bir kişilik. Özal cumhurbaşkanı olurken kendisinden sonra yerine geçmek isteyen çok fazla isim olduğunu biliyordu zaten. Nitekim Özal'ın cumhurbaşkanı olacağını bilen isimler birkaç yıl önceden çalışmaya başlamışlardı. Bu yazılıp çiziliyor ya "ANAP'ın büyükleri" diye... "8 ANAP büyüğü" daha sonra "8 Türk büyüğü" olarak adlandırıldı. Onları Başbakanlık Konutu'nda toplamış "Genel başkanlığa kim gelecekse anlaşın" demişti. onların anlaşamayacağını görmek için toplantıyı planlamıştı. Özal hem MKYK'de hem de Meclis Grubu’nda "Kim genel başkan olsun?" diye anket yaptı. Ama bu anketlerin sonuçlarını kimseye açıklamadı. Her zaman yaptığı gibi anket sonuçlarını cebine atıp gitti. Sonra herkese "Sen fazla çıktın" diyerek o sonuçları kullandı. Adaylar da bunu biliyorlardı. Özal belli ki çok önceden kimseye söylemeden bir plan yapmıştı. Kimsenin hatta muhatabının bile tahmin etmediği Akbulut'u seçti.

AKBULUT BİLE ÖZAL'A KAFA TUTTU
ANAP'ı ve Özal'ı izleyen gazeteciler olarak sizler açısından da sürpriz oldu bu sanırım, bugünkü moda tabirle "tam ters köşe" durumu...
Kesinlikle ters köşe oldu. Herkes ters köşe oldu ama mühendis kafalı bir siyasetçi olarak Özal uzun vadeli hesaplar yapardı. Akbulut'u tercih ederken de onun kendisine asla karşı çıkmayacak bir isim olduğunu düşünüyordu. Çünkü Akbulut, Meclis Başkanlığı döneminde dahi Özal'ın hep bir iki adım gerisinden yürüyordu, "O, beni bu makama getiren kişi, ben asla onun önünde yürümem" diye demeci vardı. Akbulut gibi biri bile sonradan Özal'a kafa tuttu. Çünkü Özal partinin içinden asla elini çekmedi. Milletvekillerini Köşk'te kabul ediyor, onlarla parti içine nüfuz etmeye çalışıyordu. Körfez Savaşı sırasında Bush'la telefon trafiği sürdürerek çok aktif bir devlet adamı profili çizdi, bir dönem Akbulut'un neredeyse adı bile duyulmuyordu. Sanırsın Türkiye'yi yöneten Özal. Amerika'yla, NATO'yla görüşmeler yapıyordu.



Fiili olarak başkanlık sistemini uyguladı diyebilir miyiz?
Evet. Bakanlar Kurulu'na da başkanlık etmişti. Bunlar olunca Akbulut tepki gösterdi. Özal'ın milletvekillerini Köşk'te toplamasına, baskılar yapmasına rağmen Körfez Savaşı sırasında TBMM asker göndermeyi kabul etmedi. Özal ilk ciddi yenilgisini o zaman aldı. Ondan sonra Özal, Akbulut'u genel başkanlıktan indirerek yerine başkasının geçmesi gerektiğini düşündü. Birinci kongrede Akbulut'u genel başkan yaptı. Bir buçuk yıl sonra olağan kongreye gelindiğinde Akbulut artık Özal’la ters düşmüş partide hâkimiyetini kurmaya çalışıyordu. Özal da bu sefer onun rakiplerini desteklemeye başladı. Özal'ın Akbulut'a karşı Mesut Yılmaz'ı desteklediği biliniyordu, Semra Özal da desteğini açıktan ortaya koyuyordu. İstanbul'da "kutsal ittifak" diye nitelenen partinin muhafazakarları il başkanlığını almak üzereydiler. İstanbul'u aldıkları zaman muhtemelen Akbulut kongreyi kazanacaktı. O nedenle Semra Özal devreye girdi. Her türlü alengirliğin yapıldığı bir kongrede il başkanlığını kazandı ve o sayede Yılmaz da kongrede genel başkan oldu.

Erdoğan seçilirse AKP'de genel başkanlık koltuğuna oturttuğu isimle bir süre sonra Akbulut sürecine benzer bir süreci yaşama ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
Erdoğan birinci turda seçilemez, ikinci turda az farkla Köşk'e çıkarsa tabii o zaman farklı bir tablo ortaya çıkar. Gücünü kaybediyor demektir ve karizması çizilmiş olur. Erdoğan Köşk'e çıktığında Anayasa’daki bütün yetkilerini kullanacak kaldı ki Anayasa’da olmayan yetkiler konusunda da bir fiili durum söz konusu olacaktır. Ne Özal ne Demirel gibi bir isim var karşımızda. Erdoğan, başkanlık sarayı ile ilgili yargı kararının ardından "kimin gücü yetiyorsa gelsin yıksın" diyebilen bir siyasetçi. Köşk'e çıktığı zaman partili bir cumhurbaşkanı gibi davranacağına şüphe yok. Genel seçimlerde partinin genel başkanı gibi kampanya yürütecektir. Bunları tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok ,Erdoğan'ı izlemek yetiyor.

BÜTÜN GÜCÜ KULLANIR
Erdoğan seçilirse tıpkı Özal döneminde olduğu gibi Çankaya Köşkü'nde toplantılar eksik olmayacaktır. Erdoğan dönemi öncesinde devlet işleri devlet kurumlarında, parti işleri genel merkezlerde yapılırdı. Ancak şimdi bakıyorsunuz MİT Müsteşarı’nı da ABD Büyükelçisi’ni de partide kabul ediyor Erdoğan. Devlet işleriyle parti işlerini birbirine karıştıran, bu ayrımı hiç önemsemeyen bir lider var karşımızda. İhtimal vermiyorum ama AKP'de Erdoğan'a rağmen harekete geçecek bir isim olursa, ona karşı elindeki bütün gücü kullanır. Kazara kendisinin istemediği bir kişinin genel başkan olması risktir ve buna izin vermez. Özal da izin vermedi buna. Hasan Celal Güzel birinci kongrede Akbulut'un karşısında ciddi oy alınca ikinci kongrede aday olmasını Özal bizzat bir kumpasla engellemişti. Kripto skandalı denilen bir olay yaşanmıştı. Skandalla ilgili belgeleri basına sızdıran, Güzel'i siyaseten zor durumda bırakan, zayıflatan kişi bizzat Özal'dı.

***

Siyaseten zayıflarsa…

AKP gibi lider odaklı bir partide lider uzaklaştığı zaman çözülme olmaz mı?
Erdoğan faktörünü AKP’den çektiğinizde hayatını nasıl sürdüreceği konusunda ciddi kuşkularım var. Erdoğan bırakmıyor partiyi. Ancak uzun süreli bırakırsa siyasi gelişmeler onun beklediği gibi gitmez, oy azalırsa, Köşk’te yalnız kalırsa, tıpkı Demirel ya da Özal döneminde olduğu gibi o zaman sorun yaşar. Hem yalnız kalırsa hem de başkanlık sistemine geçme hevesi uzun süre gerçekleşmezse sorun yaşanır. 2015’te alınacak sonuç belirleyici olacak... Tabii şimdiki verilerle Erdoğan Köşk’e çıkarsa AKP içinde mutlaka bir sorun yaşanır demek çok mümkün değil. Ama siyaseten zayıflarsa olabilir tabii.

TOPLUMSAL MUHALEFET ZORLAYACAKTIR
AKP içinde yüksek sesle dile getirmeseler de 17 Aralık’tan beri yaşananları, Erdoğan’ın gerilim yaratan tavrını doğru bulmayanlar da var. Bir başbakanla ilgili yolsuzluk emareleri, paraların sıfırlanmasına yönelik konuşmalar çıkacak, 4 bakan hakkında soruşturma açılacak ve hiçbir şey olmamış gibi devam edilecek... Tabii ki bu doğal değil. ANAP dönemindeki olaylar çok basit kalıyor bugünkü olaylar karşısında. Uzun vadede toplumsal muhalefetin artması ve siyasete yansıması durumunda Erdogan’ın gücünü kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır mutlaka. Türkiye’de “Gezi ruhu” ölmedi. Gezi bu iktidarın pusulasını şaşırttı. Gezi ruhu, Gezi’ye can veren insanlar 30 Mart’ta demoralize oldular belki ama ben bunun aşılacağını ve toplumsal muhalefetin AKP iktidarını zorlayacağını düşünüyorum. Belki zaman alacaktır, belki de çok hızlı olacaktır bunu henüz bilmiyoruz. Türkiye’nin demokratik deneyimi, siyasi mücadele birikimi var bunları bir şekilde gösterecektir buna inanıyorum. Erdoğan’ı dizginleyecek tek güç de bu olacaktır.