Girdiği her seçimi kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan oluşturduğu kabine ve bürokrasiyle kendisinden sonrasına yönelik rejimin kurumsallaşmasına yönelik hamleler yapmaya başladı. Bu durumun Türkiye’yi Putinizmvari bir yapıya doğru götürebileceği konuşulurken muhalefet ise sokak muhalefetini önemsemek yerine yine yurttaşa sandığı gösteriyor.

Erdoğan kendisinden sonrasına hamle yapıyor: Türkiye, Rusya’laşmaya doğru mu?
Kabine’nin büyük çoğunluğu bürokrat kökenli isimlerden oluşuyor. (Fotoğraf: AA)

Öncü DURMUŞ

Ülkede seçim sürecinin geride kalmasıyla birlikte yeni döneme ilişkin tartışmalar devam ediyor. Seçim sürecinde ortaya çıkan toplumdaki değişim talebi karşısında Erdoğan ve AKP iktidarı ciddi bir güç kaybı yaşasa da seçim sonuçları onlar açısından galibiyet ile sonuçlandı. Bununla birlikte seçim sürecinin olağan koşullar etrafında yapıldığı kabulü muhalefeti ciddi bir yanılgıya sokmuş, eşit olmayan bir yarışın içerisindeki yenilgi toplumsal muhalefetin önüne şimdilik bir set çekmiş durumda.

Bu koşullar altında CHP MYK değişikliği ile özeleştiri ve değişim vurgusu yaparken, Erdoğan yeni döneme ilişkin ilk değişikliklerini kabine içerisinde gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın MİT Başkanlığı’na getirilmesi, MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi, aile üyelerinin resmi olmasa bile partide ve devlet içinde söz sahibi olması, özellikle damat Selçuk Bayraktar’ın İHA ve SİHA’lar konusunda tekel haline getirilmesi Erdoğan’ın kendisinden sonrasına yönelik hamleler olarak değerlendirildi. Erdoğan’ın sıkı ilişkiler içinde olduğu Rusya’daki rejimden etkilendiği ve ‘Putinizm’in Türkiye’de de hâkim olacağı görüşü dillendirilmeye başlandı.

Bunun karşısında yıllardır siyaseti sandığa kilitleyen muhalefet ise hayal kırıklığı yaşadı. İktidarın sokağa çıkan herkese ‘terörist’ muamelesi yapmasına adeta çanak tutan bu tarz seçimden sonra da kendini gösterdi. CHP Sözcüsü Faik Öztrak seçimlerin ardından yaptığı ilk değerlendirmede yine sandığa işaret etti. Oysaki sokakta örülmek istenen ve iktidara büyük zararlar verebilecek olan toplumsal muhalefete ise kulaklar tamamen tıkalı. Bu durum da Erdoğan ve Saray rejiminin kurumsallaşmasına olanak tanıyor.

Erdoğan’ın Putinizmvari bir yönetim anlayışının hayata geçirip geçiremeyeceğini ve muhalefetin tavrını değerlendiren Gazeteci Kemal Can ve siyaset bilimci Ahmet Murat Aytaç yeni döneme ilişkin BirGün’e konuştu.

TESLİMİYET İÇİN ORTAM OLUŞMADI

Kemal Can şunları söyledi: “İbrahim Kalın’ın MİT’in başına gelmesi, Hakan Fidan’ın Dışişleri Başkanı olmasının muhtemelen tek bir nedeni yok. Bu isimler, dış politika ilişkilerinde çok uzun süredir etkili ve batı nezdinde fazla yıpranmamış aktörler. Hatta kapalı diplomasi açısından göründüklerinden daha belirleyici rolleri olduğu bile söylenebilir. Seçimi kazanmış olmakla birlikte, kendi partisinin ciddi oy kaybı yüzünden çok rahatlatıcı bir iktidar döneminde olmayan Erdoğan, bu sıkıntılı süreçte içerdeki ve dışardaki ittifaklara daha bağımlı. Bu ilişkileri yürütmek açısından hem liyakat hem sadakate ihtiyacı daha çok olacak.”

Erdoğan’ın uzunca süredir seçimlerden birinci çıkmasına karşı toplumsal bir direniş dalgasının önemli olduğunu belirten Can, “Türkiye için Rusyalaşma, Erdoğan için Putinleşme çok sık yapılan değerlendirmeler. Ancak Putin Rusya’da herhangi birçok partili gelenek (hatta zemin) oluşmadan siyasi alanı tamamen kendisi biçimlendirdi. Dolayısıyla kendi rejimini kurumsallaştırırken karşısında yer alacak bütün aktörleri de bu kurumsallaşmanın parçası haline getirerek dizayn etti. Türkiye’de ise her seferinde Erdoğan kazanıyor olsa bile neredeyse on senedir sayısal olarak büyük bir gerileme yaşamayan bir muhalefet direnci söz konusu. Hatta Erdoğan’ın yenilememesinin nedeni olarak muhalefet aktörlerinin yetersizliği, hataları veya seçim güvenliği gibi konuların tartışılması bile Erdoğan’ın Putinvari bir konforun uzağında olduğunu düşündürebilir. Son seçimlerde muhalefet ağır bir moral bozukluğu ve dağınıklık eşiğine gelmiş olsa da bunun teslimiyet veya çökme biçiminde bir sonuç vermesi o kadar kolay değil” İfadelerini kullandı.

Muhalefetin seçimlerden sonra içe dönük bir siyasete girişmesini ve Erdoğan’a karşı yine sadece önümüzdeki seçimlerin işaret edilmesini de değerlendiren Can, “Muhalefet uzunca bir süredir iktidarın yarattığı sürekli seçim atmosferi yüzünden siyaseti son derece sığ ittifak stratejileri ve taktik hamleler sınırına sıkıştırmıştı. İktidarın, her türlü hareketliliği istismar edebileceği önyargısı yüzünden, seçimi tehlikeye atabileceği iddiasıyla toplumsal muhalefeti hareketsizliğe itti. Oysa iktidar tarafından sürekli olarak daraltılan siyasi alanın, seçim ve acil stratejilerle sınırlı olmayan, kapsayıcı ve canlı bir toplumsal muhalefetle temasla açılması çok daha etkili olabilirdi. Bugün seçim yenilgisi, ittifak bileşimi, partilerin iç gerilimleri, kongre süreçleri gibi yoğun bir takvim ve 9 ay içinde gerçekleşecek bir seçim var. Dolayısıyla, muhalefetin yapısal sorunlarını çözmesi ve daha etkili bir yeni yol üretmesi kolay olmayacak. Yerel seçimin de iktidar tarafından kazanılması, 2019’da alınan büyük şehirlerin kaybedilmesi ağır bir yenilgi hissini pekiştirecek. Bu yüzden muhalefetin büyük bir zaman baskısı altında ve seçim odaklı hareket etmekten kaçınması zor. Bu zorlu süreci yönetecek basireti göstereceğinin de işaretlerini henüz görmüyoruz” ifadelerini kullandı.

LİDERLERİN VARLIĞI BÜYÜK ÖNEM TAŞIR

Siyaset Bilimci Ahmet Murat Aytaç ise şunları söyledi:

“Erdoğan’ın göreve atadığı yeni kabinede özellikle bürokrasiden yetişmiş kimi isimlerin yer alması, sadece iktidara müzahir siyasi yorumcularda değil, muhalif olarak tanınan kimi yorumcularda da bir heyecan ve beklenti oluşturdu. Erdoğan’ın şu veya bu nedenle uzun süredir gözü kara bir şekilde uygulanan ‘liyakatten önce sadakat önemlidir’ ölçütü yerine yönetimde liyakat arayışına öncelik vermeye geçtiği şekildeki bir düşünceden hareket ediliyor. Hakan Fidan, Ali Yerlikaya, Cevdet Yılmaz veya Mehmet Şimşek gibi isimlerin uzun bir yönetim kariyerine sahip bürokratlar/teknokratlar olması da bunun kanıtı olarak görülüyor. Türkiye, siyaset bilimi literatüründe ‘başarısız devlet’ dediğimiz, devlet kapasitesi olmadığı için hizmet üretemeyen devletleri tanımlanan kategoriye çok yakın bir yerde duruyor. Bugün bir tek adam rejimi olarak işleyen sistem, tüm yetkilerin Erdoğan tarafından dağıtıldığı ve yine onun tarafından geri çağrılabildiği aşırı merkezileşmiş bir kara delik gibi işlev görüyor. Bu sistem içinde bakanlar ve bürokratlar bir kararnameyle geldikleri gibi bir kararnameyle de giderler.”

Türkiye’deki gibi işleyen otoriter ve baskıcı sistemlerde, tüm siyasal işleyişin odağında “reis”, “başkan” veya “şef” gibi unvanlarla anılan liderlerin bedensel varlığının belirleyici önem taşıdığını söyleyen Aytaç şöyle devam etti: “O yüzden bir liderin ömrünü aşan, geleceğe uzanabilecek kalıcı eserler üretilmesi gibi bir şey böylesi sistemlerde söz konusu olamaz. Bu türden liderler böyle bir şeyi istemediğinden değil, sistemin mantığı ve işleyişi buna uygun olmadığı için mümkün değildir bu. Lider çevresinde toplanan kadroları, yani işleri yapan insanları bir arada tutan şey yüksek siyasi idealler veya büyük toplumsal reform projeleri değil, maddi çıkarlardan siyasal baskıdan duyulan korkuya kadar uzanan bir ölçekte değişen konjonktürel etmenlerdir. Bu sebeple liderin koltuğu bir şekilde boşaldığında, kimse başlanan işleri ilerletmek veya sürdürmek gibi bir motivasyonla hareket etmez. Daha çok kadrolar arasında yıkıcı ve sürdürülebilir olmayan bir rekabet ve bu eksende bölünen parçalanan yarattığı irili ufaklı güç odakları ortaya çıkar. Bununla bugünkü rejimden geriye hiçbir şey kalmayacağını söylemek istemiyorum. Asıl söylemek istediğim, tarihe geçecek türden bir siyasi ilerlemenin veya devlet toplum ilişkilerinde kalıcı ve etkili hizmetler üretme türünden izler bırakmalarının mümkün olmadığıdır.”