Türkiye-Amerika ilişkileri konusunda çalışmalarıyla bilinen Gazeteci Tolga Tanış: Erdoğan’ın bugün bir rahatsızlık konusu olduğunu Washington’da herkes görebilir. Yönetimden ayrılan Chuck Hagel’in bile söylemekten çekinmediği bir mesele bu

Erdoğan, Washington’da ciddi rahatsızlık konusu

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF / WASHİNGTON - omursahin@birgun.net

Hürriyet’in Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın ‘POTUS ve Beyefendi’ isimli kitabı son olarak bir soruşturmaya konu olması dolayısıyla gündeme geldi. Kitap geçen martta çıktığında ise ilk kez kamuoyuyla paylaşılan belgelerle konuşulmuştu. Bunlardan en önemlisi elbette 2011’de Kürt bölgesindeki petrolü taşıma işini üstlenen Powertrans şirketinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı ve Çalık Holding’in o dönemki CEO’su Berat Albayrak’a uzandığını ortaya koyanlardı.
Erdoğan ve Obama’nın ilk telefon konuşmasını yaptıkları 16 Şubat 2009’dan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği 12 Ağustos 2014’e kadar olan 2002 günü, olayların aralarındaki bağlantılara dikkat çekerek anlatan ‘POTUS ve Beyefendi’ Türkiye’nin dış politikasını da etkilemesi beklenen seçim sonuçlarının ardından, Batı’nın merkezi Washington’da işlerin nasıl yürüdüğünü açıklıkla ortaya koyuyor.

Tanış’la Fransa, Tunus ve Kuveyt’teki eşzamanlı saldırıların hemen sonrası, Washington DC’de Dışişleri Bakanlığı’nın bulunduğu Foggy Bottom’da buluştuk, kitabı ve seçim sonrası yaşanması beklenenleri konuştuk.

> ABD’nin AKP’yle olan ilişkisinin seçim sonrası biraz daha rahatladığını söylemek mümkün mü? Siz ABD’nin bir ‘reset’ aradığını yazmıştınız örneğin…
Evet, yönetimden üst düzey bir yetkilinin kullandığı bir ifade bu. İlişkinin geneline baktığımızda, stratejik çıkarların hep ön planda tutulduğunu görüyoruz, en azından Amerika’nın olaylara yaklaşımı böyle. Ama Suriye meselesi yüzünden iki taraf uzun süredir ayrı yerlere savruluyor ve derin farklılıklar yaşıyor. Bu Amerika’nın coğrafi olarak farklı bir yerde olmasının da getirdiği bir şey. Türklerin artık bu işe irrasyonel boyutta angaje olup Esad’ı devirmeyi bir takıntı haline getirmesi de bir boyut. İki taraf Gezi protestolarından başlayarak Suriye meselesine Fetthullah Gülen’e kadar birçok konuda farklı bir çizgiye çekiyor kendini politik olarak. Yaşanan farklılıklar ilişkileri menfi etkiliyor ve Amerikan yönetimi son dönem yaşanan ve hatta IŞİD’le mücadeleye de yansıyan gerginlikleri aşmak için bu seçimde bir fırsat olarak görüyor, bunu da ‘reset' sözcüğüyle tarif ediyorlar.

> Seçim sonrası hâlâ AKP’nin alternatifsiz olduğuna dair bir görüş hâkim mi Washington’da?
Amerika’nın dış politikada genel olarak yaklaşımı şöyledir; kim varsa onunla çalışmak zorundasın. Ama bugün Erdoğan’ın bir rahatsızlık konusu olduğunu Washington’da herkes görebilir. Bu artık yönetimden ayrılan Chuck Hagel’in bile söylemekten çekinmediği bir mesele. İnsan Hakları Raporu’nda 32 kere Erdoğan’a atıf yaparken belli etmekten korkmadıkları bir konu bu. Kim varsa onunla çalışırlar ama özellikle seçim döneminde Erdoğan’ın Anayasa’yı açıkça ihlal ettiğine dair açıkça kuşkular da varken Amerika’nın bu konuda, Erdoğan var onunla çalışalım, diye ısrarcı olmasını beklemek çok doğru değil.

> Ne bekliyorlar?
Türkiye bir parlamenter demokrasi ve cumhurbaşkanının sembolik bir iş yaptığı bir rejim. Bu seçimden sonra Erdoğan’ın anayasal sınırlarına dönmesi ve eskiden olduğu gibi tekrar bir başbakanın yönettiği bir ülkeyle yeni bir ilişki dönemine girilmesini bekliyorlar.

> ABD’nin Türkiye’yle ilişkisinde çok stratejik davrandığını bunun uzun vadede zarar getireceğini söylüyorsunuz. Türkiye’nin radikallerle ilişkisi ve Suriye tavrı da bu yanlış ilişki biçiminin bir parçası mı?
Amerikalıların dünyanın birçok yerinde yaptığı bir iş bu, muhalif veya iktidar yanlısı, kendilerine yakın gördükleri grupları silahlandırmak. Ben buna iş karıştırma diyorum. Amerikalıların dış politikada çok yaptıkları hatalardan biri. Suriye’de de aynı şeyi yaptılar ama daha farklı bir yöntemle; smart power (akıllı güç) diye yeni bir doktrin çerçevesinde Türkiye’yi öne çıkartarak denedikleri bir yöntemdi bu. Türkiye bu işe kendini biraz fazla kaptırdı, Lapin gibi atladı derler, biraz argo olacak ama, öyle bir durum yaşadı. Türkiye bunu bir fırsata çevirip kendi dünya görüşüne yakın insanların yönetime geçecekleri ve Suriye’yi Türkiye için arka bahçe haline getirecekleri bir plan çerçevesinde gördü bu işi. Yanlış bir hesaplamaydı.

> İnsan hakları, demokrasi gibi meseleleri aslında pek önemsemeyen Amerika için Gezi’nin bir dönüm noktası olmasını kitapta mealen, ‘Yedi çocuğun ölümüne sebep olan bir liderle insan önünde kakara kikiri yapamazdı’ diye açıklıyorsunuz… Bu neden önemli?
Amerika’nın ülke liderleriyle kurduğu ilişkilerin birkaç şekli var. Müttefik olma, birlikte hareket etme eksenli düşününce, bir diktatörle de çalışabilir Amerikan yönetimi. Müttefik olduktan sonra… Bunu Mübarek’le yaptı, Suudi Arabistan’la, diğer Körfez ülkeleriyle Arap monarşileriyle yapıyor. Bu sıkıntı değil. Fakat mesele şu; Amerika’nın Avrupa ülkeleriyle kuruduğu demokrasi eksenli ortaklığın, diktatörlerle geliştirilmiş ilişkilere göre ne kadar daha sağlıklı olduğu, özellikle Arap Baharı sürecinde ortaya çıktı. Çünkü o diktatör ülkesindeki insanlara baskı uyguladığında o ülkede radikal unsurlar harekete geçiyor ve o unsurlar dönüp dolaşıp Amerika’yı vuruyor.

Son dönemde Amerika bölgeye olan yaklaşımında bunun da üzerine derinlikli olarak düşünmeye başladı. Gezi meselesi de tam bu Amerikan diplomasisindeki kırılmaya denk geldi. Müslüman çoğunluklu bir ülkede, anayasal bir demokrasinin, seküler sistemin işlediği sağlam bir devlet mekanizması. Bölgede istikrara kavuşması beklenen ülkeler için ortaya koyulabilecek bir modeldi Türkiye Amerika için. Gezi’de bu çöktü. Gezi’de 2009’da Obama’nın ilk yurtdışı gezisini yaptığı ülkenin liderinin maskesi düştü. Bu Amerika’nın vermek isteyeceği, Obama’nın içinde bulunmak isteyeceği bir resim değil. İnsanların öldüğü olaylardan sonra yine denediler, 24 Haziran’daki telefon konuşmasında ortaklığın devamı için pragmatik yaklaşımı yine sergilediler, ama o kakara kikiri dönemi bitti Gezi’de.

> IŞİD’le mücadelenin en az üç yıl sürmesi öngörülüyor. Bu süreyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu gerçekçi bir değerlendirme olarak görmek lazım. İşin uzun süreceği en başından beri biliniyordu. Obama yönetiminin IŞİD’e karşı savaşta belirlediği stratejiye de bakıldığında en az üç yıllık bir dönem öngörülüyordu. Ağustosta Irak’taki IŞİD hedeflerini ilk vurmaya başladıklarında. O zaman Obama’nın yaptığı konuşmaya ya da o stratejinin hazırlanmasında çalışan buradaki birimlerin açıklamalarına bakarsanız terörle mücadele merkezi gibi kuruluşların açıklamalarına, üç yıl zaten öngörülüyordu. Bu sürekli devam edecek bir çatışma hali. İnişleri olacak çıkışları olacak, uyguladıkları yeni yöntemler göreceğiz, bugün dünyayı kasıp kavuran bu uluslararası eşzamanlı saldırıların daha ileri boyutlarına şahit olacağız bu dönemde. Şu anda kimsenin aklına gelmeyen yöntemler de belki ortaya çıkacak, yeni yeni saldırı ve mücadele şekilleri üretilecek.

> Şu anda Amerika’nın öncelikli konusu İran. Bu durum bölgedeki farklı gündemlerle ilgili adım atmasını engeller mi sizce?
Şu anda Amerika’nın bölgeye olan yaklaşımında İran’la detant (yumuşama) bir numaralı konu olduğunu söyleyebiliriz. Ama iki numaralı konu da IŞİD’le savaş. Bölgesel konuları birbirinden ayrı düşünmek zaten mümkün değil. Bütün konuları birbiriyle bağlantılı olarak düşündüklerini ve IŞİD’le savaşın İran’la detanta katkı sağlaması gibi, bu konuların birbiriyle etkileşim içinde olabileceği araçlar ürettiklerini söyleyebilirim. Çok dinamik, her unsuru lehine çevirmeye dönük bir yapı var burada. IŞİD’le savaş şu anda Irak’ta iki tarafı birbirine yakınlaştıran bir mesele.

***

Sorunun adını koyuyorlar

“İnsan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü gibi konular kendini dünyaya demokrasi şampiyonu gibi göstermek isteyen bir sistem için mühim konular. Böyle görünmek onlar için önemli ama iş kapalı kapılar arkasında diplomatik görüşmelere gelince bu konunun çok üst sıralarda yer aldığını söyleyemem. Mevlüt Çavuşoğlu, nisanda Washington’a geldiğinde John Kerry’le ortak basın toplantısı düzenledi. Kerry ele alacakları konuları teker teker sıraladı, demokrasi ve insan hakları 10’uncu sıradaydı. Ama şu var; İnsan Hakları Raporu’nda 32 kere Erdoğan’a atıf yapılıyor. Sorunun nereden kaynaklandığını daha net dillendirmeye başladıklarına şahit olabiliriz sonraki dönemde.”

***

Damadın usulsüzlüklerinin belgeleri ortaya çıkabilir!

> Kitapta Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a çekilen petrol kıyağına ortaya koyduğunuz belgelerle ışık tutuyorsunuz. Kitap çıktıktan sonra Erdoğan’a hakaretten size soruşturma açıldı. Peki çalışmayı yaparken engellemelerle karşılaştınız mı?
Bir engelleme olmadı. Öyle bir şey olmasın diye özellikle Türkiye’de yapmadım bu araştırmayı. Çok dikkatli şekilde incelenmesi gereken bir konuydu, yasal açıdan açık vermemeniz gereken, yazdığınız her şeyi belgeye somut kanıtlara dayandırmanız gereken bir araştırmaydı, uzun zaman aldı.

> Soruşturma açılması sonrası, ulaşmak istediğiniz bazı belgelere ancak mahkeme kararıyla ulaşabileceğinizi, dolayısıyla bu soruşturmanın bu açıdan iyi bir gelişmeye vesile olabileceğini söylediniz. Bu belgeler neleri ispatlayacaklar?
British Virgin Islands’a (BVI) gittim, bir hükümet yetkilisiyle oturup yüz yüze konuştuk. Orada çeşitli dilekçeler verdim. Onlar da durumun farkındalar ama mesele şu, bu tür off-shore ülkeleri zaten gizlilik nedeniyle müşteri çeken ve bu şekilde ayakta kalan yerler. Ben gazeteci olarak maalesef yaptığım başvurular, yazdığım dilekçelerle bu bilgileri edinemiyorum. Onlar da zaten müşterilerine tam olarak bunu diyorlar; merak etmeyin, biz kimseyle paylaşmayız. Eğer Türkiye Hükümeti kendi resmi kurumları aracılığıyla BVI’dan benim yazdığım konularla ilgili bilgili talep ederse, BVI yetkilileri bu bilgileri vermeye hazır, bunu bana söylediler de zaten. O yüzden bu soruşturma mahkeme boyutuna taşınırsa belki şerden hayır doğar.