Can Şafak, en alttakilerin aşağıdan bir mücadele deneyimini ortaya koyarken tarihsel bir örnek ışığında güncel tartışmalara da değerli bir kaynak sunuyor

Ereğli’de amelelerin hikâyesi

ZAFER AYDIN

Can Şafak, iki yıl önce Sosyal Tarih Yayınları tarafından yayınlanan, Çelik İşçileri (Ereğli 1965-1980) adlı kitabında bir balıkçı kasabasından sanayi kentine dönüşen Ereğli’de çelik işçilerinin örgütlenme ve mücadele serüvenini anlatmıştı. Bu kez Ereğli’ye sanayi kenti kimliği kazandıran Ereğli Demir Çelik Fabrikası’nın inşaatında çalışan 'amelelerin' hikayesini Morrison’un Yapı İşçileri (Ereğli 1960-1965) adıyla kaleme aldı. Böylece puzzle'ın eksik kalan parçasını da tamamladı. Kitaba adını veren Morrison, 50’li-60’lı yıllarda Türkiye’de sanayi kuruluşları, köprüler, NATO havaalanları, füze rampaları yapımını üstlenen bir Amerikan şirketi. Kitapta, Ereğli Demir Çelik Fabrikası'nın kurulması aşamasında bu şirket ile bu şirketin inşaatında çalışan işçilerin ve onların sendikası Yapı-İş’in arasındaki mücadele bütün yönleriyle birlikte konu ediliyor.

Hükümet ve sermaye çevrelerinde büyük bir hüsnükabul gören Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’ten 'mümtaz şirket' payesine mahzar olan şirket, aslında pek iyi bir üne sahip değil. İşçilere ağır, acımasız baskılar uygulamasıyla bilinen şirket esas popülaritesine Türkiye temsilcisi Süleyman Demirel’in siyasal bir figür olarak ortaya çıkmasından sonra kavuştu. Şirketin temsilcisi Süleyman Demirel Türkiye’nin yönetiminde ağırlık kazandıkça, şirketin kurduğu acımaz sömürü çarkı, Demirel’in izlediği siyasete duyulan tepki ve anti emperyalist mücadele ortak bir sloganla kendine ifade buldu: 'Morrison Süleyman.' Kitap, o yıllarda iki ayrı kutupta duran 'Morrison Süleyman' ile 'Halkçı Ecevit'in Amerikalı bir şirketin yanında saf tutmasının hikâyesini 'sınıfa karşı sınıf' perspektifi içinde gayet güzel anlatıyor.

'Sınıfa karşı sınıf' demişken, Yapı-İş Federasyonu’nun örgütlenmesine ve mücadelesine destek olmak üzere Uluslararası Yapı ve Ağaç İşçileri Federasyonu tarafından Türkiye’ye gönderilen Amerikalı sendikacı John Thalmayer’in yaşadıklarını, rolünü ve ona karşı hükümetin takındığı olumsuz tavrı da es geçmemeli. Thalmayer Türkiye’ye geldiğinde Rüzgârlı Sokak’taki Fukara Tahir’in işsizler kahvesini mesken tuttu. Açlar Yürüyüşü’nden başlayarak Yapı-İş Federasyonu’na fikri destek sağladı.

Federasyonun Ereğli’de Morrison’a karşı mücadelesinin içinde yer aldı. 12 Ağustos 1962’de Ereğli’de Morrison şirketine karşı gerçekleşen ve örgütlenmenin en önemli uğraklarından biri olan mitingin ardından da hükümet tarafından oturma izni uzatılmayarak sınır dışı edilmek istendi. Daha sonra kısa bir süre için oturma izni uzatılmış dahi olsa Thalmayer ağustos ayı sonunda Türkiye’den 'zorla' ayrıldı. Can Şafak, Amerikalı şirketin yanında yer alan Türkiyeli yöneticiler ile Türkiyeli işçilerin yanında yer alan Amerikalı sendikacının üstlendikleri rollerin sınıfsal özlerini detaylı bir biçimde gözler önüne seriyor.

Türkiye işçi sınıfı mücadelesi 60’lı yıllarda kendine bir kanal açıp yürümeye başladığında arkasında belli bir deney ve birikim olmasına rağmen aslında el yordamıyla ilerliyordu. Bu el yordamıyla ilerleyişte işçi/sendika önderliğine soyunanların kişisel özellikleri, siyasal tercihleri etkileyici bir öneme sahipti.'Fukara Tahir' diye nam salan Tahir Öztürk ve İsmet Demir de becerileri, yetenekleri ve cesaretleriyle yapı işçilerinin örgütlenmesi ve mücadelesinde büyük rol oynamışlardır. Ankara’da bir kahve işleten Fukara Tahir’in kahvesi işsizler ve inşaat işçileri için sürekli kaynayan kuru fasulye tenceresiyle bir aşevi, geceleri döşek serilip yatılan bir otel, bir köşede bir masa ve dört sandalyesiyle sendika merkeziydi. Fukara Tahir ve İsmet Demir, bu kahvede 'Açlar Yürüyüşü' olarak bilinen beş bin işçinin 3 Mayıs 1962’de gerçekleştirdiği yürüyüşü örgütlediler. Kızılay’dan başlayıp, çıplak ayakla yürüyen işçilerin yol boyu polisle çatışarak Ulus’ta Meclis’in kapısına dayandığı bu yürüyüş, yapı işçilerinin örgütlenme ve mücadelesi açısından önemli bir eşiktir. Bu eşiğin geçilmesiyle birlikte yapı işçileri Ereğli’yi de kapsayan bir biçimde anarko-sendikalizm diye tanımlanabilecek bir yönelim içinde örgütlenme ve mücadele pratiği sergilemiştir. Kitabında Ereğli yapı işçilerinin mücadelesini ve Fukara Tahir portresini aktaran Can Şafak, Türkiye sendikal hareketinde yok sayılan bir sendikal anlayışın varlığına dair ipuçlarını okuyucuya aktarıyor. Bu yanıyla kitabın Türkiye’de anarko sendikalizm üzerine bir tartışmaya pencere açtığı da söylenebilir.

50’li-60’lı yıllarda Türkiye’de sanayi kuruluşlarının inşaatlarında çalışan 'amelelerin' inşaatlar bitip, fabrikalar üretime başladığında oralarda kadrolu olarak istihdam edildiği biliniyor. Ereğli’de de olan bu. Ereğli Demir Çelik’in inşaatında çalışan yapı işçilerinin bir kısmı fabrika üretime geçtikten sonra metal işçisi kimliğiyle üretim sürecinde yerlerini almışlar. Yapı işçilerinin Ereğli’deki mücadelesinde öne çıkan bazı isimlere Can Şafak’ın Ereğli Demir Çelik’te T. Maden-İş Sendikası’nın örgütlenmesini anlattığı Çelik İşçileri kitabında da rastlıyoruz. Dolaysıyla bu iki kitabı, metal ve yapı işkolunda iki örgütlenme mücadelesini, filmin birinci ve ikinci yarısı gibi birbirini tamamlayan parçalar olarak birlikte ele alıp okumakta fayda var.

Can Şafak, belge ve tanıklıklar eşliğinde duru anlatım ve titiz bir çalışmayla Türkiye işçi sınıfı tarihinde ihmal edilmemesi gereken yapı işçilerinin Ereğli’deki örgütlenmesini, mücadelesini, toplu iş sözleşmesini bütün yönleriyle ortaya koymuş kitabında. Can Şafak kitabında, en alttakilerin, aşağıdan bir mücadele deneyimini ortaya koyarken tarihsel bir örnek ışığında güncel tartışmalara da değerli bir kaynak sunuyor.