Polisler meydana çıkan tüm yolları kesmişti. Arkadaşlarıyla buluşacağı Elmadağ otobüs durağına hızla yürürken, uzaktan genç bir delikanlının “Yaşasın 1 Mayıs” diye bağıran sesini duydu. Sonra kalabalık bir koro tekrarladı aynı çağrıyı, grubun içindeki kızların sesi duyuldu. Havadaki gerginliği neşeli bir türkü söyler gibi yırtıp atmışlardı. Sanki bir şölene davetliydiler. Yürümeye başlayan gruplar birbiriyle buluşunca, kalabalık bir nehir gibi Taksim Meydanı’na doğru akmaya başladı.

Erken bir mayıs yazısı

SİBEL KÖKLÜ @SibelKoklu

Uykusuz geçen geceye ve ancak sabaha karşı dalabildiği birkaç saatlik uykuya rağmen, sabah gözünü açtığında kendini çok iyi ve dinlenmiş hissediyordu. Saat henüz sekize geliyordu ama güneş odaya dolmuştu bile, belli ki sıcak bir mayıs günü olacaktı. Heyecanla üzerindeki yorganı atıp kalktı. Yanındaki divanda uyuyan kardeşini uyandırmamak için sessizce odadan çıkıp banyoya girdi, hazırlanmaya başladı. Takvimler 1 Mayıs 1989’u gösteriyordu. 

Sabahları okula gitmek için kalktığında genellikle evdeki herkes uyuyor olurdu. Ama bugün tam evden çıkacakken babası kalkmış, “Bekle beraber çıkalım. Ben seni okula bırakırım” demişti ki bu hiç istemediği bir şeydi. “Baba acele çıkmam lazım, arkadaşlarla sözleştik. Durakta buluşup beraber gideceğiz, ayıp olur şimdi” deyip cevabı beklemeden kapıyı çekip çıktı. 

Gerçekten arkadaşlarıyla buluşacaktı ve bu randevuya mutlaka zamanında gitmesi gerekiyordu. Dün okuldan çıkmadan kararlaştırdıkları gibi, sabah herkes belli bir saatte, belli bir yerde olacaktı. Geç kalanları kesinlikle beklemeyeceklerdi. Taksim yakınlarında belirlenen noktalarda gruplar halinde buluşacak, saat tam 10.00’da her grup ayrı ayrı harekete geçecek ve hep birlikte korsan bir gösteriye başlayacaklardı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra ilk defa 1 Mayıs Taksim’de kutlanacaktı.  

Evden çıkıp otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Taksim otobüsüne binmeden önce köşedeki pastanede bir poğaça yiyip bir bardak çay içti. Yol bir saatten fazla sürüyordu. Boş otobüsün arka koltuklarından birine yerleşti. Heyecanla çarpan kalbinin sesini umursamadan, otobüs biletiyle birlikte aldığı Cumhuriyet Gazetesi’ni açıp okumaya başladı. 

Okumaya çalışıyordu ama pek anlayamıyordu cümleleri, tekrar tekrar başa dönüyordu. Tam zamanında yetişebilecek miydi? Ya kendi gurubundaki arkadaşları gecikirse? Ne yapacaktı o zaman tek başına? Bu sorularla boğuşarak bitirdi yolu. Otobüs Taksim Meydanı yerine Talimhane tarafına girmişti. Eski elektrik kurumu önünde indirdi yolcularını. Otobüsten inince duraktaki kalabalığı fark etti. Çoğu genç, üniversite öğrencisi kılıklıydı. Normalde sabah sabah kimse burada beklemezdi. Belli ki 1 Mayıs’ı kutlamak için gelen başka okulların öğrencileriydi. Saatine baktı, buluşma saatine on dakika kalmıştı. Aceleyle otobüs duraklarını geçip, Taksim değil Harbiye tarafına doğru döndü. Arkadaşlarıyla Elmadağ otobüs durağında buluşacaktı. Polisler meydana çıkan tüm yolları kesmişti, arada sırada bir polis ekip otosu geçiyordu. Hızlıca yürürken uzaktan arkadaşlarını gördü, hepsi gelmişti. İçini bir sevinç kapladı, tam zamanında yetişmişti. Konuşmadan, gözleriyle anlaşıp selamlaştılar. Herkes beklediği otobüs geç kalmış gibi ikide bir saatine bakıyordu. Birkaç dakika sonra saat tam 10.00 olacaktı. O anda duydu uzaktan genç bir delikanlının “Yaşasın 1 Mayıs” diye bağıran sesini. Tüyleri diken diken oldu. Bu bir çağrıydı, adaletsizliğe, haksızlığa, yasaklara karşı… Bizim olanı geri almak, ölmüşlerin yasını tutmak, geleceğe yeniden umutla bakabilmenin isyanıydı. Kapandı, bitti sanılan bir çağ yeniden başlıyordu. Sonra kalabalık bir koro tekrarladı aynı çağrıyı, grubun içindeki kızların sesi baskın çıkmaya başladı. Havadaki gerginliği neşeli bir türkü söyler gibi yırtıp atmışlardı. Heyecanla dönüp baktı, caddenin karşı kaldırımında toplanan bir grup yola inmiş, Taksim yönüne doğru yürümeye başlamıştı. O anda arkadaşları da harekete geçti. Kalabalığın içinde kendi sesini duyunca tanıyamadı ilk anda, sonra alıştı. Sanki bir şölene davetliydiler. Özlemler, mücadeleler ve bedeller ödeyerek geçen uzun yılların ardından bir şenlik ateşi yakılacaktı sanki. Yürümeye başlayan gruplar birbiriyle buluşunca, kalabalık bir nehir gibi Taksim Meydanı’na doğru akmaya başladı.    

• • •

Ama bu coşku fazla uzun sürmedi. İnançla başlayan yürüyüş, Taksim Meydanı’nı tamamen kapatan polisin saldırısıyla dağıldı. Alana girmelerine izin verilmeyince, Tarlabaşı’na yönelmek zorunda kaldılar. Dağılmaları için polisin sert müdahalesi devam edince Dolapdere’nin ara sokaklarında buldular kendilerini. Tekrar toparlanıp Tarlabaşı Bulvarı’na çıkmak istediklerinde, kalabalığa ateş açıldı. Kurşunlar başlarının üzerinden vızır vızır geçti. Can havliyle saklandıkları bir kamyonetin arkasında, şans eseri kurtuldular. 

Ne yazık ki, Şişhane yönünden gelip İstiklal Caddesi’ne çıkmak isteyen başka bir grubun arasındaki Mehmet Akif Dalcı isimli 18 yaşındaki bir genç, polis tarafından vurularak öldürüldü. Böylece 1 Mayıs 1977’den sonra ilk kez can kaybı yaşandı. O gün akşama kadar Taksim ve çevresinde gözaltına alınanların sayısı 400’ü buldu. İki gün sonra Mehmet Akif Dalcı’nın Zeytinburnu’ndaki cenaze töreni ile adeta ikinci bir 1 Mayıs’tı. O dönem için büyük bir sayı olan 5 bin kişilik bir kalabalık toplanmıştı Mehmet’i uğurlamak için. Polisin cenazeyi kaçırmak istemesiyle yine büyük çatışmalar çıktı. Çok sayıda insan gözaltına alındı ve tutuklandı.    

• • •

Yıllar önce bir arkadaşımın Paris’ten gönderdiği bir fotoğraf hatırlıyorum… 1 Mayıs günü Paris’te çekilmiş. Kutlamalar için sokağa çıkan insanlar neşe içinde dağılmış, ellerinde kızıl bayraklar, Seine Nehri üzerindeki köprüde birbirlerine sarılmış, gülerek poz veriyor. Bizim için ne kadar gerçeküstü bir durum. Gerginlik, kavga, polis, gaz, dayak, tazyikli su yok, olacak şey mi?  

Bu ülkede bazı şeyler hiç değişmiyor. Misal, 20 yaşında bir üniversite öğrencisisiniz ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim’de kutlamak istiyorsunuz ama yasak. Aradan çeyrek yüzyıldan fazla bir zaman geçse, diyelim 26 yıl… Değişen bir şey olur mu? Hayır, olmaz. 1989’da olduğu gibi 2015’de de 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmak yasaklanır. Üstelik 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü adıyla resmi olarak tatil ilan edilmişken… Bu kadar zaman sonra kızmayı, öfkelenmeyi bir kenara bırakıyor insan. Daha çok bıkkınlık bizimkisi ve her şeye rağmen bitmek tükenmek bilmeyen bir inatla orada olma isteği…

Yazının başlığının erken bir mayıs yazısı olmasının sebebi, Birgün Pazar erken basılıyor olması. Dolayısıyla 1 Mayıs 2015’i görmeden yazılan bir mayıs yazısı. Çok tuhaf bir temenni olacak belki ama inşallah hiç kimse ölmemiştir…