Yıldızların süslediği koyu mavi gökyüzünün altında, Rhone nehrinin rıhtımında geceyi bekliyorduk

Ernest Hemingway’in, tablosu uğruna yumruklar yediği ressam: Joan Miro

İBRAHİM KARAOĞLU*

Yıldızların süslediği koyu mavi gökyüzünün altında, Rhone nehrinin rıhtımında geceyi bekliyorduk.
Van Gogh’un peşindeydik; onun kendinden kaçarak geldiği Arles’da. Kim bilir kaç kez umutsuzluklara belenip geçmiştir bu rıhtımdan; hasır şapkasının kenarlarına mumlar yerleştirip, dolaşmıştır gecenin içinde. Sudaki  uzun dalgacıklarda yansıyordu Arles’ın loş ışıkları. Bir Van Gogh tablosunun içindeydik sanki. Rohne’un sularında ışıklar oynaşıyordu gölgelerle. Gökyüzündeki yıldızlar havai fişekler gibi parlıyordu. Bilinmez kederlere beleniyordu doyumsuz anlarımız.

Nedendir bilmem; hem Van Gogh’u hem de Miro’yu düşündüm o gece. Miro’nun Van Gogh’u ne çok sevdiğini ve de aynı Akdeniz göğünün altında aynı kederi ne çok doyasıya yaşadığını düşündüm. Damıtıp içselleştirdikleri hayatın keder ortaklarıydı sanki.

Fransa’nın işgali ve Miro
Fransa Nazi işgaline uğradığında, geceyi ışığa boyayan yıldızlara bakıp, savaşın dehşetine isyan etmiş Miro. Derin hüzünlerle, yıldızlara göz kırparak belki de buruk bir avuntuyla, gökyüzünün tedirginliğini simgelerle yansıtarak, karabasanı düşlere beleyen resimler yapmış. Merdiven dayamış gökyüzüne; korku yüklü yeryüzünden umuda doğru.

Arles’dan Paris’e yolculuğun sonunda Montmartre’da bulmuştuk kendimizi. “Ne pırıl pırıl tenli, kiraz yüzlü kızlar” ne de kestane ağaçlarının ışıklı gülüşü kalmış dünden. En güzel günlerini dünle yitirmiş Montmartre. Akrepsiz, yelkovansız eski bir saat gibi anılarını tutuyordu içinde. Bir zamanlar Paris Okulu’nun merkeziyken, şimdi çarpık bir turizmin kurbanı olmuş. Çoğu meyhane olmuş eski binaların yüzlerinden esrik gülümseyişler dağılıyor sokaklara. Anıları Cerespelle’in kitabında naftalinlenmiş buruk bir semt. Ve pazar günü kuşluk vakti Tertre Meydanı’ndaydım.
Bulutların arasındaydı bungun güneş. Eski dar sokakları tırmanırken Van Gogh’u, Utrillo’yu, Picasso’yu, Lautrec’i, Degas’yı ve Miro’yu düşündüm; bohemliğin en eski coğrafyasında, yeni yetme sokak ressamlarının önünden geçerken. Van Gogh renklerini özgürlüğüne kavuşturuyor; Utrillo hep esrik; Picasso sevdiği şeyleri biriktiriyor; Lautrec “Petit Bijou”; Degas ışıkla gölge arasında; Miro düşlerini boyuyordu sanki. En güzel günlerini bu semtte yaşamış, sevdiğim ressamların izinde dünü aradım Montmartre sokaklarında.

Tourlague Sokağı’nda Miro’nun kaldığı evin önünde Arp, Eluard, Ernest ve Magritte’in oturduğu sokakta durdum. Hemingway’in Miro’yla tanışmasını anımsadım. Yıllar önce Adli Moran’ın derlemelerinden okumuştum: “Miro, atölyesinde çalışırken bir sabah dev bir Amerikalı girdi içeri. ‘Gertrude Stein sizden söz etti!’ bana. ‘Bu çocuğun yaptıkları beş para etmez’ dedi. Gidip bir bakayım dedim. Merakını gidermek için gelen adam Ernest Hemingway’di. Atölyede dolaşarak teker teker tablolara baktı. En sonunda ‘Çiftlik’ adlı tablonun önünde durdu. Ve ayrılmadı tablodan. Tabloyu alıp götürmek istiyordu ama parası yoktu. Bu atlet yapılı adam o zaman boks antrenörlüğü yapıyordu. Yediği her yumruk cüzdanını biraz daha dolduruyordu. Ve Hemingway bu paralarla ‘Çiftlik’i satın aldı.”

Hemingway’in ilk eşi Hadley için doğum günü hediyesi olarak aldığı resim; hayatının envanteriydi Miro’nun. Katolanya’nın; böceğini, kuşunu, çiçeğini, ağacını, otunu, salyangozunu, köpeğini, tavşanını, horozunu, eşeğini kübist ritimlerle resmetmiştir “Çiftlik”te. Bu resimden sonra daha bir yönelmiştir kübizme. Daha sonraları gerçeküstücü akımın öncülerinden oldu. Gerçekliğin ötesine geçti düş gücüyle. Rüyalara özgü bir varsıllık yükledi resimlerine. Çağının diline çevirdi düşlerini.

Tuvallerinin içine gizlenmiş suskun bir münzevi o. Sessizliğin labirentinden geçilerek girilir resimlerinin içine. Sevmez şarlatanlığı. Anlatmaz hiç içinde olup biteni. Tuvallere yansıtır iç seslerini. Resimlerinin içinde saklar kendini. Şaşaalı yaşamların uzağında durur hep. Düşlerini boyar durmadan. Kendi beniyle mühürler her bir resmini. Yaşarken alçak gönüllü, yapıtlarını sunarken mağrurdur.

Öyle görme biçimleri sunar ki ezberini bozar izleyicisinin. Kendine özgü bir resim evreniyle düğümler düşlerimizi. Kendi grameriyle konuşur tuvallerinin içinden. Sözcüklerin anlatamadığı renkli partisyonlar sunar. Ezgiye dönüştürür resimlerini. Düşsel konfetiler serper içimize şaşırtıcı imgelerle, sembollerle. Hayale sığmaz sevinçlerle boyar içimizi.

Miro’nun Franco’ya yanıtı
Dolaylı bir başkaldırıdır resimleri. Franco ile aynı yaştaydı Miro. Franco; kan ve kül bıraktı ardından, Miro; yaşamı savunan düşsel mitolojisini. İspanya İç Savaşı’nda şeytansı figürlerle meydan okudu savaşa. “Franco’culuk İspanya’nın her yanını çürütürken, Miro ülkesinin bağrına çekildi, elli yıl boyunca masmavi, parlak bir köşe olarak kaldı... İnsanı hayran bırakan bir çalışma çılgınlığı içinde bu zorbalığa verilebilecek en verimli yanıtı oluşturdu... Bir tek Franco’nun zorbalığına değil, ister kendini gizlemiş isterse yüzünü açığa vurmuş bütün öteki zorbalıklara da verilen bir yanıttı yapıtı” Der Georges Raillard Düşlerimin Rengi Bu kitabında. Onu suskunluğundan soyan en önemli yazardır G.Raillard.

Yalınlığın egemenliğinde yaşam yüklü çağrışımsal yapılar sunar Miro. Düş prizmasından süzerek özgürlüğüne kavuşturur renkleri.
“Bir tablo kıvılcımlar gibi olmalıdır. Bir kadın ya da bir şiirin güzelliği gibi gözleri kamaştırmalıdır. Işınlar yaymalı bir tablo... Pirene çobanlarının pipolarını yakmak için kullandıkları taşlara benzemeli.”
En inandığı resim tanımı buydu Miro’nun. Heykeller, seramikler yaptı. Ateşi, göğü ve denizi anımsattı seramiklerinde. Düşsel bir masal dünyası yarattı. Her yapıtı, kişisel mitolojisinin atlası gibidir. Büyülü bir ışıkla yüklüdür resimleri. Dolaylı bir başkaldırıdır yapıtları. Bilmez yalanı dolanı.

Gönlü dünyalar kadar geniş, saf yürekli bir sanatçıdır o. Ne kadar bakarsanız resimlerine; gizlerine ortak olursunuz Miro’nun. İç bahçenizde yeni çiçekler açar. Beklenmedik yolculuklara çıkarsınız.
Cesareti hiç kırılmamış bir Katalonyalının müzikle, şiirle birikmiş düşlerine ortak olursunuz.
“Dokunun, dokunun” dermiş resimlerine, çünkü düşlerimize dokundurur bizi.

* Sanat Eleştirmeni/Yazar