Bloch’un ‘Umut İlkesi’ni Almanca aslından çeviren Tanıl Bora, “Bloch, fakirin ekmeği olan umuda dikkat kesiliyor; o umut dünyasında boş hayal, yanılsama, avuntu olarak görülen motiflerin kaynaklarına bakmaya çağırıyor bizi” diyor

Ernst Bloch ve ‘Umut İlkesi’ üzerine

BORA ERDAĞI

Umudun ve cesaretin arandığı bir coğrafyada ve tarihsellikte bulunduğumuz aşikâr. Almanca aslından çevirdiğiniz Ernst Bloch’un Umut İlkesi bizim bu arayışımıza nasıl bir katkıda bulunabilir?

Bu zor bir soru, zira Umut İlkesi “eylem kılavuzu” mahiyeti taşımıyor. Gerçi, Bloch’un kitabı yazdığı dönemdeki bakışıyla, “dünyanın selâmetini” Sovyetler Birliği’nin reel-politikasında aradığı yerler yok değil. Fakat kitabın kalıcı ve aslî yanı oralarda değil.

Umut İlkesi’nin sağlayacağı katkı, sanırım öncelikle umudu bizzat bir güç kaynağı olarak tanımlamasında. Güç kaynağından da önce, onu insanın insan olmasını sağlayan bir ‘dürtü’, bir ‘itki’ olarak anlamasında. Hep daha iyisini istemek, hep “başka türlüsünü” hayal etmek, “başka türlü bir şey” tasavvur etmeye çalışmak; bastırılabilen, şekli veya mecrası değiştirilebilen, fakat kaybolmayan, hep orada olan bir insan istidadı, ona göre. İnsanın yetinmezliği, ‘doymazlığı’, hevesi, merakı, umuda su yürümesini sağlıyor.

Türkçedeki “umut fakirin ekmeği” deyimini bilseydi, zannederim üzerine atlardı Bloch. Bu söz, tevekküle yorulmaya müsait konformist karakteriyle de onun ilgisini çekerdi. Zira Bloch, umudun, fakiri, ezileni “boş” hayallerle oyalıyor olsa bile, onun fakirin bir potansiyeli olduğunu düşünür. Fakir harekete geçecekse, geçirilecekse, o umuda tutunarak geçebilir, geçirilebilir ona göre. Fakir, içinde bulunduğu sefaletin öfkesiyle değil de, -yalnızca onunla değil-, daha ziyade umudunun itkisiyle harekete geçtiğinde, bundan “bir şey” çıkabilir - sefaleti de ancak o zaman yenebilir. Bloch, fakirin ekmeği olan umuda dikkat kesilir; o umut dünyasında boş hayal, yanılsama, avuntu olarak görülen motiflerin kaynaklarına, anlamlarına, çağrışımlarına bakmaya çağırır bizi. Oralara inerek, içlerine sızarak, bu imgeleri dönüştürmek mümkün olabilecektir ona göre. Böylece, umudu boş hayal ve kuru ekmek olmaktan çıkarmanın yollarını bulabileceğimiz, bulmamız gerektiği fikrindedir.

İşte bu bakışın, ilham verici olduğunu düşünüyorum.

Bloch kültüre ait ne varsa; mitolojiden bilime, felsefeden gündelik hayata, tarihten kavrama, dinden edebiyata hemen hemen her alana referansla ördüğü Umut İlkesi, umudu hakikaten her şeyde var olabilecek ya da her şeyde değerli olanı çekip çıkaracak bir şey olarak mı düşünmektedir? Umudun bu kadar pozitif bir anlamı olması sakıncalı değil midir?

Bloch bu sakıncayı veya riski, “istidat”, “kuvve” ve “somut-reel Mümkün” kavramlarıyla ‘denetlemeye’ çalışır. İnsanın umudunda biriken bir istidadı, yani arzusunun güdümünde bir yönelimi vardır, bunu gerçekleştirmeye dönük bir kuvve’si vardır; bir de, o istidadın kuvveden fiile çıkmasının koşulları vardır. “Somut-reel Mümkün”, umudun gerçekleşme ve gerçekçilik şartlarını belirler. Somut-reel Mümkün’le uyumlu, onu –bilerek ve sezerek- kavrayan bir umut, ham hayal olmaktan çıkabilir. Zaten umut, somut-reel Mümkün’le rezonans halinde şekilleniyordur.

Bloch’un gözde mefhumlarından biri: “Henüz-Varolmayan”dır. Henüz-Varolmayan, gerçekçi bir düş gücünü tarif eder. Henüz’le kayıtlandığına göre, varolabilecek demektir, var edilebilir, var kılınabilir demektir! Bu da, umudun kaderci, teleolojik bir “pozitifliğe” saplanıp kalmasını önleyen bir mefhum bence.


2. Ciltte sık kullandığı “arzu manzarası” mefhumunu da bu çerçevede düşünelim. Sanatın ‘yol göstericiliğini’ işler Bloch, bu mefhumla. Sanatın çizdiği arzu manzaralarını, “Ön-Görünüş” olarak tanımlar; Henüz-Varolmayan’ın imgeleri yani. Sanatın, öte dünya yerine bu dünyayı “sonsuz” görmeyi sağlayan bir perspektif açtığını anlatır. Sonsuzluk, Mümkün’ü genişleten bir ufuk sunar.

Umut İlkesi’ndeki umut, “her şeyden” devşirilemez ve mukadder de değildir, bir “think positive”-olayı değil yani. Buna mukabil, bir damla su için her yeri kazan bir hamaratlık, bir iştah var tabii Bloch’ta, bir iyimserlik var.

Bloch’un eserindeki “Umut”u kimi otoriteler, o kadar ağır “teolojik tortu” metafiziğine rağmen, Aristotelesci manada potansiyel ile aktüel, olanak ile gerçek arasındaki bağın görünürlüğünün pratikleşmesi, gerçekleşmesi olarak korunduğunu ifade etmektedirler. Eğer Umut İlkesi böyle bir şeyse, bunu benimsemek için umut yerine başka bir kavram da benimsenemez mi? Bu aktüelleşme de umudu kritik noktaya çeken nedir?

Bloch’un pek bilinmeyen bir kitabı olan İbni Sina ve Aristotelesçi Sol’un çevirisini henüz tamamladım. Bu küçük kitapta tam da bu sorduğunuz sorunun vadisinde akıyor onun fikri. Orada, Hegel’in diyalektiğiyle beraber Aristoteles’in madde kavramını, işte o bahsettiğim “Mümkün”ü içeren, “kuvve”yi içeren madde kavramını, tarihsel materyalizmin ve Marksizmin aslî kaynakları arasında sayıyor.

Aristoteles’ten naklettiğiniz potansiyel-aktüel ilişkisinde veya işte kuvvenin fiile çıkmasında Bloch’ta kritik olan nokta, öznel etkendir. O, yapı-özne geriliminde, çubuğu şiddetle özneden yana büken bir düşünür. Sizi ifrit etmek ve Bloch’un hatırasına azap vermek pahasına, Süleyman Demirel’in bir ‘özlü sözünü’ aktarmadan edemeyeceğim: “Yaparsanız yapılır!” Bloch, işitse ve müellifini tanımasa, bu söze de bayılırdı. Henüz-Varolmayan’ı düşleyen arzunun, Somut-reel-Mümkün’e uzanan istidadın zembereği, kuvve’yi fiile dönüştürecek olan etken, öznenin müdahalesidir, hareketidir, eylemidir Bloch’a göre.

O zaman, umut yerine başka bir kavram, pekâlâ irade olabilirdi değil mi? Peki, niye umut? Zannederim, Bloch duyguları, hevesleri, arzuları ve –psikanalizle hiç başı hoş olmamasına rağmen- onun bilinç-dışına uzanan kaynaklarını da içermek için. Bugünkü iradede veya en soyut anlamıyla ‘öznellikte’ çökelmiş eski mitlerin, imgelerin, sembollerin tortusunu da içermek için. Belki şöyle de diyebiliriz: Bizzat öznel etkenin kendi içindeki öznelliği, öznellikleri de önemsediğinden… Öznelliği sadece bir ‘fail’ olarak değil, bir ‘dünya’ olarak önemsediğinden… Umut, öznelliği ‘yapabilirlik’ hasletinin ötelerine taşıyan bir mefhum.

Umudun ‘politikleştirilmesi’ mümkün müdür? Politikleştirilmiş umut olarak nitelendirilebilecek şey, Bloch’un eserlerinde de dile getirdiği ütopya ile karşılanabilir mi? Ütopya ile umut arasındaki ilişkiyi nasıl ifade edebiliriz?
Evet, söylediğiniz gibi, Bloch’ta ütopya, umudun politikleşme biçimi. Onun 1918’de yazdığı ilk eserinin, -ki Umut İlkesi’nin bir taslağı gibidir-, Ütopya Tini (Geist der Utopie) adını taşıması boşuna değil. Sonrasında da, hayli ‘katı’ bir Marksist olarak, Marksizmin içinde de ütopik sosyalistlerden ötürü çok alay edilen ütopyacılığın itibarını iade ettirmeye adadı kendini. Ütopyayı doğal hukuk davasıyla birlikte düşündüğünü de unutmayalım. Yani ütopyaları ezelî “insan haysiyeti” davasıyla bağlantılı sayar.

“Öngörücü tasavvur” kavramı Bloch’un, ütopyaya akrabadır. Keza, Somut-reel Mümkün’e refakat eden, onunla bağlantılı somut-reel ütopya kavramı var. Somut-reel koşullarla telif edilebilir, kuvveden fiile çıkarılabilir bir ütopyayı kastediyor bununla. Ütopya, Mümkün’ün kıyısındadır. Mümkün’ün kıyısıdır. Elbette bir politik program gibi harfiyen gerçekleştirilecek bir “proje” değildir ütopya. Aksine, politik programın ve uygulamanın ufkuna sığmaz. Bir hedef gerçekleştiğinde bile, geriye bir “ütopik imge artığı” kaldığını söyler; “düşler çekip gitmek” ister yine – ve onları tutmamak, bağlamamak gerekir. Bu bakımdan, Bloch’un devlet ütopyalarını kısıtlı, kısıtlayıcı bulduğunu, ütopik bilincin menzilini mimarî ve tıbbî ütopyalara doğru, dinî ütopyalara, müziksel ütopyalar dediği büyük bestelere doğru genişlettiğini de belirtmek gerekir.

Ütopyayı bir ‘bilgi kaynağı’ gibi ele alır Bloch. Bir başka mefhumunu hatırlatalım: Henüz-Bilincinde-Olunmayan. Bloch’ta ütopya, Henüz-Bilincinde-Olunmayan’ın rehberidir. Nasıl düşler psikanaliz için keza sufiler için ciddi bir bilgi kaynağı teşkil ediyorsa, Bloch da tarihten gelen ütopyaları, insanların henüz somut-reel-mümkün’e ‘bağlayamadıkları’ fakat sezdikleri, ‘aradıkları’ bir bilinçlenmenin kolektif bilgisi olarak değerlendiriyor.

Walter Benjamin tarihçinin görevleri arasında “geçmişteki umut kıvılcımlarını alevlendirme yetisine sahip” olduğunu yazar. Bir sosyal bilimci veya bir politikacı açısından günümüzde hala böyle bir kıvılcım yaratma imkanı, bunun koşulları var mıdır? Umudu bir motivasyon nesnesine dönüştürürken pasifizmden veya iyimserlikten ayrıştıracak neler olabilir?

Önceki bir sorunuzda, Bloch’un referans çerçevesinin mitolojiden gündelik hayata, edebiyata, dine, yani çok geniş bir alana uzandığını belirtmiştiniz ya… bunların hepsinde de, tarihin dip köşelerine uzanır. Bloch, tarihe düzçizgisel bir ilerleme tespit etmek veya basitçe ‘eskilerden’ referans buluşturmak için değil, bir ezelî-ebedî devamlılığın bilincine varmak üzere bakar. Gerçi, esasen ‘ilerlemeyi’ reddediyor değildir, bir tarihsel “gelişmenin” olduğu fikrindedir neticede. Fakat bir yandan da, tarihi adeta ‘düzleyen’, tarihsel malzemeyi eşzamanlaştıran bir eğilim görebiliriz Bloch’ta. Anakronizma değil, nostaljizm değil, fakat uzak geçmişin levazımatına fazlaca düşkünlük, diyelim. Eleştirildiği temel noktalardan biri de bu zaten.

Fakat bu bir zaafsa eğer, pasifizm veya iyimserlik zaafından ziyade, bir aşırı-iradecilik zaafıyla alakalı olabilir. İradeciliği besleyen bir hamaset zaafı…

Bloch’un yaptığı gibi tarihe çok yükseklerden, geniş geniş bakmanın, “geçmişteki umut kıvılcımlarını alevlendirmek” yanında, başka bir ‘işlevi’ daha olduğunu, olabileceğini düşünüyorum. O da, ezel-ebed devamlılık içinde, ‘büyük insanlık’ hikâyesi içinde, Bugün’ün görelileşmesidir. Bir bakıma, denizde damla gibi, ehemmiyetsizleşmesi Bugün’ün. Bir “Kimler geldi kimler geçti… gün olur devran döner” genişliği… Tabii, burada tevekküle ve o dediğiniz pasifizme düşme riski vardır. Fakat bunu dervişane bir metanete dayanak yapma imkânı da vardır. Bugün’den vazgeçmeden, aktüel’e yüz çevirmeden, uzun, geniş tarih şuurunun metaneti. Kötü zamanlarda, o da bir kuvvet vermez mi insana, bizzat kötülük karşısında bir direnç vermez mi?