Bir izleyici Erşan Kuneri’ye de Gibi’ye de kahkahalarca gülebilir ya da tam tersi ikisini de beğenmeyebilir. Elbette bu Eco’cu anlamda sadece metnin niyetiyle değil izleyicinin niyetiyle de ilgilidir.

Erşan Kuneri mi Gibi mi?: Taraf seçme mecburiyeti

Murat Tırpan

Geçtiğimiz hafta bu sayfalarda Erşan Kuneri’nin mizahı üzerine yazmıştım. Hafta boyunca özellikle sosyal medyada süren tartışmalar ve eleştiriler gösterdi ki Cem Yılmaz’ın dizisi genel olarak beğenilse de dudak büken kesimin bir kısmı diziyi Feyyaz Yiğit-Aziz Kedi projesi “Gibi” ile karşılaştırıp yeriyordu. Elbette hiç kimse zorla “kokariççi” açmak zorunda bırakılamayacağı gibi komediler arası taraf tutmak zorunda da değil. Bir izleyici Erşan Kuneri’ye de Gibi’ye de kahkahalarca gülebilir ya da tam tersi ikisini de beğenmeyebilir. Elbette bu Eco’cu anlamda sadece metnin niyetiyle değil izleyicinin niyetiyle de ilgilidir. Ama bu saflaşmanın nedenin biraz anlamak istiyorsak iki dizinin mizahına biraz daha yakından bakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Gibi projesi arkasında Aziz Kedi gibi önemli bir isim olmasına rağmen Feyyaz Yiğit’i daha bir öne çıkardı. Birdenbire sosyal medyada diziden alıntılarla, sahneler ya da giflerle karşılaşır olduk. Yılmaz’ın replikleri WhatsApp gruplarının başta gelen komedi malzemesi oluverdi. Peki neydi Gibi’nin yaptığı? İsimler çok şeyi ele verdikleri için oradan, “Gibi”den başlayalım.

Gibi lafı aslında Kuneri’de de karşımıza çıkıyor, bu benzetme edatı bence dizinin en komik ve önemli esprilerinden biri. Kuneri’nin birinci bölümünde Tumtum karakterin Miki Bar’a gelip Ağlar Çorumlu’nun canlandırdığı Altın Oran’a “Ayhan Işık gibi” birinin gelip gelmediğini sorar. Elbette Oran bunu yanlış anlar, dünyaya Ayhan Işık gibi birinin gelip gelmediğini sorduğunu düşünerek “Onun gibi biri elbette gelmez” şeklinde cevap verir. Bu bir yanlış anlamadır çünkü Tumtum “Ayhan Işık gibi biri geldi mi?” diye sorarken aslında bara onun gibi birinin gelip gelmediğini yani aslında Işık’ın dublörünün gelip gelmediğini sormaktadır. Ama öte yandan da sözün birinci anlamı gereği mantıklı bir okumadır çünkü herkes ilk anda soruyu doğrudan anlar. Biraz daha ileri gidersek şaka gibilik haline bir katman daha ekleyerek işleri karıştırır, Ayhan Işık gibi denen dublörü de Işık’a hiç benzememektedir. Bütün bu tuhaf şaka Kuneri dizisinin kendisini de tarif eder aslında. Yeşilçam’ın kendine özgü olduğunu söyleriz onun benzeri yoktur, öte yandan dizi neredeyse “onun gibisidir”, fakat yine üçüncü katmanda ‘gibisi’nden de bambaşka bir şeydir.

Gibi şakası Kuneri’nin farklı şeyler arasındaki mesafeyle oynadığını gösteren bir şakadır. Cem Yılmaz sürekli iki şey arasındaki bu mesafeyle oynar. Payro karakteri hem Işık’ın dublörüdür hem de ona benzemez, blue box hem mavidir hem de blue box ile alakası yoktur, bir deli hem delidir hem de gizli polistir vb. tüm filmler hem Yeşilçam filmidir hem de aslında bir Cem Yılmaz şakasından ibarettirler. Buna “gibi olmak” durumu dersek bu gibi olma durumuna güleriz çünkü Bergson’un zamanında Gülme adlı denemesinde yazdığı gibi taklit komiktir. Taklit komiktir çünkü birey artık kendisinden çıkmıştır, bir başkasını taklit ettiğinde mekanikleşmeye yol açar. Kuneri’de olduğu gibi tüm Cem Yılmaz mizahında da bu gibi olma, taklit etme hali son derece açıktır, benzetme belirgindir, metin kendi bilincindedir. Mesela bu nedenle zaman zaman izleyicinin rahatsız olduğunu da gördüğümüz bel altı espriler de CanYoldaş sabunları kadar doğrudandır.

Öte yandan Kedi-Yiğit komedisinde “gibi olmak”tan ziyade “gibiymiş yapmak” ön plana çıkar. Dizide Yılmaz, Ersoy ve İlkkan’ın düştükleri durumlar çoğunlukla tanıdık mikro toplumsal gerilimlerdir. Yılmaz bu toplumsal ve çoğunlukla erkeksi gerilimlere çoğunlukla direnir, karşı koyamadığında da gibiymiş gibi yapar. Gibiymiş gibi yapmak açık ve belirgin taklidin aksine gizli bir şeydir ve elbette stresli ve acıdır, bu yüzden diziyi izlerken güldüğümüz kadar kalbimiz de sıkışır, sıkıntı basar. Hatta dizinin absürd mizansenleri de aslında son derece gerçektir, tanıdık ve sıkıntılı gerçeklik parçaları sadece absürd görünen mekân ve zamanlarda yeniden sahneye koyulurlar o kadar. Diziyle ilgili bu kadar paylaşım yapılmasını sağlayan şey bir tür zeki gevezeliğin varlığıdır aslında. Yılmaz ve arkadaşlarında var olan bir “entelektüel gevezelik” içine düştükleri durumlardan kurtulmak için en güçlü silahtır. Bu tür iyi gözlemlenmiş ve yazılmış bir entelektüel gevezelik, her şeyi eleştirme öte yandan da her şey adapte olabilmek için kılıf bulma hali son derece gerçek ve uzaktan bakınca komiktir de.
Bu içinde zeki ironiler ve kültürel referanslar barındıran gevezelik hali sürekli böylesi ruh hallerine yuvarlanan günümüz insanı için son derece albenili bir malzeme kuşkusuz. Sıkıntılı siyasal konjonktürde Yılmaz’ın iğneli lafları ve zorunlu uyum çabaları Cem Yılmaz’ın gösterişli, renkli, şamatalı ve mizahından daha çekici gelebiliyor elbette. Hele de Yılmaz’ın yeniden yarattığı, taklit ettiği malzemeyi iyi bilmeyen bir kuşak için...

Şunu da vurgulayalım, gibiymiş gibi yapmanın stres dolu komedisi gibi olmanın mekanik (olumsuz anlamda değil) komikliğine yeğ tutulurken bu Kuneri’ye rağmen yapılmakta. Erşan Kuneri bir turnusol kâğıdı şeklinde mesela Gibi dizisinin ne kadar iyi olduğunu kanıtlamak için kullanılıyor. Gibi, Kuneri gibi olmamasıyla övülüyor. Bu yüzden aslında herkesin geleneksel taklidin ve yaygın komikliğin şahitliğine ihtiyacı var. Yılmaz iki farklı şey -dönem, zaman, coğrafya- arasındaki mesafeyi yakınlaştırıp komiklik çıkarmasıyla Yiğit ve Kedi’nin mizahındaki tümüyle bugünün sıkışmışlığının komedisini yapma durumu aslında birbirinin zıttı değil, gibisi değil ama tam da bir başkası. Buradan bir dikotomi çıkarma çabası yarın o dikotominin öte yanında olabileceğimiz gereğini ıskalıyor. Bergson’un söz konusu metninde söylediği gibi yaygın olan yaygınlığını kaybettiğinde komikleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır çünkü.

Dönemlerin ruh halleri tıpkı “yeni polisiyemizin meyhaneleri” yazımda belirttiğim gibi türleri değiştirip onların özünü güncel olandan çıkarmalarına neden olur. Metnin niyeti zamana ve zemine göre değişebilir. Erkeklik krizleri Kuneri’deki gibi bir performansa dönüşüp komikleşebilir ya da sıkışmış bir ruh halinde kara komedinin müsebbibi haline de gelebilir. Hiçbir okur metnin ideal okuru değildir ve bu yüzden gibi olmak da gibiymiş gibi yapmak da komik gelebilir. Bu yüzden sanki asıl sorun izleyicinin saflaşıp karşı mahalleyi “hiç komik değilmiş gibi” yaparak itham etmesindedir.