Kentkart basıyor, kendinden emin adımlarla otobüsün içinde yürümeye başlıyor. Otobüsteki tüm kadınların bakışlarının kendi üzerinde olduğunu biliyor

ESHOT fatihi

RUHŞEN DOĞAN NAR

Henüz düzenin çarkları dönmeye başlamadan çalışanlar sokağa dökülür. Gece uykusunu alamayanlar esner, sabahın köründe ayakta olmaktan nefret edenler bu düzene içten içe küfreder. Daha afyonu patlamayanlarsa duygusuz bir şekilde önüne bakar. Zira zihinleri bir Zen ustasınınki kadar boştur.

Otobüsler gelir minibüsler gider. Minibüsler gider otobüsler gelir. İnsan kalabalıkları bir dağılır bir toplanır. Sayısız insanla karşılaşılır, sayısız sima gözlerinin önünden geçer. Bazıları tanıdıktır, defalarca aynı otobüslere binilmiş aynı duraklarda inilmiştir. Ancak konuşmaya tenezzül edilmemiştir.
İkarus marka bir otobüs hayal edin. Yıllar yıllar önce Macaristan’dan ithal edilmiş Soğuk Savaş dönemi otobüsü. İnsanlar konserve kutusundaki balık misali doluşmuşlar otobüse. Gözler gözlerde. Herkesin gözlerinden uyku ve bıkkınlık akıyor. Günlerden Pazartesi. İşkencenin yinelenmesi.

Ama o da ne! Kocaman bir teneke kutusuna benzeyen otobüs gıcırtılar çıkararak zorlukla bir durakta duruyor. Ayaktaki yolcular Meksika dalgası yapar gibi hep beraber öne savruluyor. Takım elbiseli, güneş gözlüklü, bond çantalı bir adam otobüse biniyor. Boylu poslu, eli yüzü düzgün biri. Otobüs ahalisinin gözleri onun üzerinde. Gelecek vaat eden, şimdilik otobüslere binen; ama birkaç yıl içinde çalıştığı yerde yükselecek ve kendi arabasını alacak biri. Bir iki yıl sonra son model arabasıyla otobüsü sollarken görülecek. Aklında varoşlardan kurtulacağı o kutlu gün.

Kentkart basıyor, kendinden emin adımlarla otobüsün içinde yürümeye başlıyor. Otobüsteki tüm kadınların bakışlarının kendi üzerinde olduğunu biliyor. Burnunu havaya dikiyor, güneş gözlüklerini klas bir hareketle çıkarıyor. Masmavi gözleri ortaya çıkıyor. Tüm kadınlar aynı anda içlerinden, “Gözleri de maviymiş, ay canım,” diyor. İçleri eriyor.

Kendisini İstanbul’a zaferin ardından ilk defa ayak basan Fatih Sultan Mehmet gibi hissediyor. Bu ESHOT’un fatihi benim, diyor. Buranın kralı benim. Ama yanılıyor, dikiz aynasından onu biri gözetliyor.

Fatihin karizması tüm otobüsü yakarken sakin adımlarla otobüsün arkasına yöneliyor. Hani otobüse binemeyenlere göre her zaman bomboş olan tarafa. Bir adım atıyor iki adım atıyor. Aniden şoförün frene sertçe basmasıyla otobüsün önüne doğru kontrolsüzce savruluyor. Tam dengesini sağlamışken şoför aniden gazı köklüyor, karizmatik fatihimiz bu sefer de ters yöne doğru gözleri korku içinde, ellerini boşlukta istemsizce savurarak uçuyor.
Sonuç: Bond çantası bir tarafta kendisi diğer tarafta. İki saniye önce sahip olduğu tüm karizma yerlerde. Gözlerindeki çocuksu korku ve Charlie Chaplin misali kukla gibi bir oraya bir buraya savrulması onu bitiriyor. Otobüs ahalisi bir taraftan şoföre kızarken diğer taraftan fatihin haline içten içe gülüyor. Artık fatih de onlar gibi sade bir yolcu niteliğine bürünüyor.

Şoför gelen eleştirileri, “Ne yapsaydım, arabaya mı çarpsaydım?” diyerek bertaraf ediyor. Dikiz aynasından tahtından indirilmiş ESHOT fatihine bakıyor ve bıyık altından gülümsüyor. Buranın tek fatihi vardır, o da benim diyor. Ve yolculuk tüm heyecanıyla devam ediyor.