Duygu Tanış Zaferoğlu Saraylar saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm biter./ menekşeler de açılır üstümüzde/ leylaklar da güler./ bugünlerden geriye,/ bir yarına gidenler kalır/ bir de yarınlar için direnenler… Adnan Yücel David Harvey, kent üzerine kafa yoranların başucu kitaplarından biri olan ‘Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru’da, kapitalist sınıfın tahakkümünün yalnızca emek gücü üzerinde […]

Eşitlikçi yurttaşlığın izini sürmek
Duygu Tanış Zaferoğlu

Saraylar saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm biter./ menekşeler de açılır üstümüzde/ leylaklar da güler./ bugünlerden geriye,/ bir yarına gidenler kalır/ bir de yarınlar için direnenler… Adnan Yücel

David Harvey, kent üzerine kafa yoranların başucu kitaplarından biri olan ‘Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru’da, kapitalist sınıfın tahakkümünün yalnızca emek gücü üzerinde değil, yaşam tarzından, siyasi ve kültürel değerlere kadar her alanda rahatlıkla gözlemlenebileceğinden bahseder. Kent, bu alanlardan yalnızca biri ve fakat en kıymetlilerindendir. Sermaye kentleştikçe, kent üzerindeki tahakkümü güçlenir. Aynı zamanda tersten de kurulur bu ilişki: Sermaye kent üzerindeki gücünü artırdıkça, kentleşir. Benzer şekilde Henri Lefebvre de ‘Mekânın Üretimi’nde kapitalist mantığın hâkimiyetindeki devletin ve sermayenin çıkarları için organik mekânın soyutlanarak, parçalanmış, tektipleşmiş ve hiyerarşik özelliklerle donanmış olarak karşımıza çıktığından bahseder. Kent ruhunu kaybeder, bir ‘alan’ olmaktan öteye gidemez. Türkiye coğrafyasında da mekânın kendisinin kıymetli bir sermaye haline gelmesiyle çok benzer bir tablo karşımıza çıkar. Özellikle 1970’lerin sonundan başlayarak, sermaye hızla kentleşir; çünkü kent açgözlü sermaye için muazzam bir yatırım alanıdır, kârlıdır ve sömürüye açıktır. Kentler hızla dönüşürken, soylulaştırma politikaları ve kentsel dönüşüm projeleri baştan savma bir kentleşmenin yansımaları olarak karşımıza çıkar. Kentte yaşayanlar tüm bu dönüşümde söz sahibi olmaktan oldukça uzaktırlar. Rantı yönetenler ve kentten nemalananlar kenti parçalarken, yurttaşlara söz hakkı tanınmaz.

YURTTAŞLIK VE DEMOKRASİ

Benzer bir hikâye, yaşadığımız coğrafyadan çok uzakta, Brezilya’da da yaşanmaktadır. Antropolog James Holston, Başkaldıran Yurttaş: Brezilya’da Demokrasi ve Modernitenin İhtilafları’nın (Insurgent Citizenship: Disjunctions of Democracy and Modernity in Brazil) önsözüne şöyle başlar: “Eğer Brezilyalılar önemi hakkında ısrarcı olmasalardı, yurttaşlık çalışmayabilirdim.” Brezilya’da yaşadığı ve çalıştığı yirmi yıl boyunca kentle ve/veya kentte ‘yurttaşlık’ ve ‘demokrasi’ kavramlarının insanların hayatında nasıl merkezi bir yer edindiğinden bahsederek başlar kitabına Holston. Akademik olduğu kadar, gündelik dilde de belirleyici vurguları olan bu iki kavram yürüttüğü etnografik çalışmanın temel iki ayağını oluşturur. Eşitlik kent düzeyinde hangi yollarla elde edilebilir? Kent yoksulları neler talep eder? Bu taleplerini hangi yollarla dile getirirler? Taleplerine ulaşmak için neler yaparlar? Sao Paulo’nun çeperlerinde bütün bu sorulara yanıt arar Holston. Kentleşmenin hızla ve çoğunlukla baştan savma ilerlediği bir toplumdaki eşitlikçi yurttaşlık taleplerinin izini sürer.

Sosyal bilimler alanında oldukça ilgi çeken, ancak askeri literatüre göndermeler de içeren bir kavram olduğu için araya her zaman bir mesafe de konulan ‘insurgency’ (başkaldırı/isyan) kavramının Holston’ın elinde yapıcı ve üretken bir kavrama dönüştüğünü görüyoruz. John Friedmann’ın da çalışmalarında sorunsallaştırdığı ‘başkaldıran yurttaş’ kavramı, James Holston’ın kentsel sosyal hareketleri tanımlaması sürecinde ayrıntılı bir çözümlemeye tutuluyor. Kavram, yurttaşlığın anlamı ve uyarlanması üzerindeki mücadeleyi ve bu mücadelenin dönüşümünü üstlenen özneleri tarif etmek için kullanılmakla birlikte kentte var olan, kurulmuş tarihi rahatsız eden yeni kimlikleri ve eylemleri de ‘başkaldırı’ tanımıyla tariflemeyi amaçlıyor. Holston, başkaldıran yurttaşlık kavramının temel ayağını oluşturan başkaldırıyı günümüz kentlerine tahakküm eden modernizmin mekânlarının muhalefeti olarak tanımlamakla birlikte yurttaşlığı da alışılageldik olandan daha geniş bir çerçevede ele alıyor. Holston’a göre, yurttaşlık modern siyasi bir proje olarak devlet inşasının tasarladığı yurttaşlıktan çok öte, kapsayıcı ve dipten gelen dalgaları da kucaklayan bir anlam taşıyor. İsyanın mekânlarında yaşayan -başkaldıran yurttaş- hak talep eden bir konumdan kendini kurduğu için, modern vatandaş tanımına da bir isyan niteliği taşıyor aslında. Kentin çeperlerindeki yurttaşlar, çıkarlarının devletin tasarımlarından değil kendi deneyimlerinden elde edileceğinin ve kendi kararlarını kendilerinin vereceğinin bilincinde oldukları için bir öncüye ihtiyaç da duymuyorlar. Bu açıdan bakınca, aslında yurttaşlık yalnızca modern bir kavram değil, dahil etme/eşitlik/dışlanma üzerindeki mücadeleleri içeren; sürekli kurulan, yıkılan ve yeniden kurulan dinamik bir süreç. Bu açıdan resmi bir siyasi kurumsallığın ötesinde yaşayan ve sürekli kurulan bir tarihselliğe gönderme yapan bir anlama da sahip.

BAŞKALDIRAN YURTTAŞ

‘Başkaldıran Yurttaş’ kavramı toplumsal hareketler ekseninde daha çok Latin Amerika’daki barınma, su hakkı, eşit vatandaşlık hakları vb mücadeleleri yürüten halkların direniş pratiklerini anlamak için kullanılsa da, tanımladıkça Türkiye için daha da anlamlı hale geliyor. Özellikle siyasal iktidarın kent mekânına rant üzerinden saldırılarını yoğunlaştırdığı 2007’den bu yana, kentte/kentle mücadele veren halklar/sınıflar/toplulukları anlamak açısından da oldukça önemli. Kendinden başkasına yaşam hakkı tanımamakta kararlı olan siyasi iktidar, kenti bir savaş alanı, kentte mücadele veren kentlileri ‘yok edilmesi gereken düşmanlar’ olarak görme eğilimindeyken, yarattığı düşmanın da haklarını almak için çetin bir mücadeleye girmesi kaçınılmaz. Bu açıdan Türkiye’de halihazırda mücadele vermiş/veren kentsel direniş hareketlerinin ‘başkaldıran yurttaş’ kavramı çerçevesinde bir değerlendirmesini yapmak, bununla birlikte kenti, kentleşmeyi, kentsel mücadeleyi ve hatta yurttaşlık kavramını yeniden tanımlamak mücadelelere bir yol haritası çizilmesi açısından kritik bir öneme sahip görünüyor.

Kentte radikal bir değişiklik için mücadele eden ve devletin dayattığı yurttaşlık kavramını yıkarak kendileri yazmayı amaçlayan ‘yurttaşlar’ın hangi alanlarda “mekânsal sınırı olmayan siyasi topluluklarda, mevcut hakları koruyan ve aynı zamanda yeni haklar talep eden; demokrasinin mekânlarını genişletme mücadelesi veren projelerde aktif rol alan ve sınırların ötesindeki demokratik projelere kendini adayan insanlar” olarak kendilerini tanımladıklarını anlamak mücadeleyi derinleştirmek için aydınlatıcı bir rol üstleniyor. Kentte/kentle sermayeye/siyasal iktidarın kenti değişim değeri üzerinden pazarlama girişimine karşı yürütülen direnişin bir ‘savaş’ olup olmadığının anlaşılması için Holston’ın tartıştığı kavramlar günümüzde güncelliğini koruyor. Bu açıdan, Holston’ın bu özenli çalışmasının Türkçe’ye kazandırılması çok önemli. Çünkü Başkaldıran Yurttaş: Brezilya’da Demokrasi ve Modernitenin İhtilafları, öncelikle sosyal bilimler ve daha da ötesinde kentte bir fark yaratmayı amaçlayan bütün sosyal hareketler için cevher niteliğinde bir başvuru kitabı.