Eşitsizliğin sürmesi doğa kanunu değildir

Paris Siyasi Bilimler Akademisi’nde ekonomi dersleri veren Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı ve Dünya Eşitsizliği Veri Tabanı Eş Direktörü Lucas Chancel’e göre, korona kriziyle birlikte zengin ve fakir arasındaki uçurum daha da büyüyecek. Buna karşı çoktandır bir panzehir var olduğunu söyleyen Chancel, “Tek sorun onu kullanmak” diyor. Chancel, Zeit Magazin Online’ın sorularını yanıtladı.

>Dünya tarihinde hemen hemen bütün ülkelerin aynı anda aynı düşmana karşı savaştığı bir durum yaşanmadı. Ortak düşman: Hızla bulaşan bir virüs. Sizce korna dünyayı aynılaştırdı mı?

Hayır. Korona ile mücadele de koşulları göz önünde bulundurduğumuz zaman, ülkeler arasında bundan büyük farklılıklar göremezsiniz. Geçtiğimiz son 35 ila 40 yıla baktığımızda, sosyal adaletsizliğin tüm dünya ülkelerinde daha da derinleştiğini görüyoruz. Bazı ülkeler bu duruma karşı mücadele de diğer ülkelere nazaran daha fazla şey yaptı, örneğin Fransa ve Belçika. Birçok ülke bu gidişatı durdurma konusunda oldukça kötüydü, buna ABD ve Doğu Avrupa ülkelerini örnek verebiliriz. Yani pandemi koşulların aynı olduğu geniş, eşit bir dünyada ortaya çıkmadı; biri fakir ve diğeri zengin iki dünya da ortaya çıktı. Ve sıklıkla bu iki ayrı dünyayı aynı ülkede de görüyoruz. Eşitsizlik sadece ülkeler arasında olan bir fenomen değil, eşitsizlik aynı zamanda aynı ülkede yaşayan insanların da yaşadığı bir gerçeklik.

>Eşitsizlik en somut olarak kendini nerde gösteriyor?

Eşitsizlik bir çok alanda kendini gösteriyor ama en derin işlediği yer çalışma hayatı. Bir tarafta evlerinin oturma odasında oturarak çalışabilen beyaz yakalılar (White-Collar-Arbeiter), diğer tarafta ise asgari ücretle çalışıp, işlerini evlerinin odalarından yapamayıp, dışarı çıkmak zorunda bırakılan ve virüsün bulaşma riskini göz almak zorunda kalan mavi yakalılar ( Blue-Collar-Arbeiter). Hasta bakıcıları ve süper marketlerde çalışan kasiyerleri düşünün.

>Ya da kesimhanelerde çalışanlar. Almanya’da buralarda çalışanlarda enfeksiyon oranının oldukça yüksek olduğu tespit edildi.

Aynen. Bu sektörlerde çalışan insanlar, koronadan bağımsız, daha yoğun sağlık problemleri ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu durum yapılan birçok araştırma ile doğrulanmıştır. Sosyal piramidin en alt basamağında yaşayanlar, stres ve hastalıklara daha yatkın ve bu nedenle daha yaşam beklentileri daha kısa. Özet olarak yoksulluk bir insanı gelebilecek tüm tehlikelere karşı daha savunmasız kılar. Yukarda sözünü ettiğim insanlar bu açıdan bakıldığı zaman iki katı daha fazla tehlikeye maruz kalıyorlar: virüse yakalanma riskleri daha yüksek ve bu durumda beraberinde ciddi şekilde hastalanmayı getiriyor.

>Bu durumdan çıkardığınız sonuç nedir?

Eşitsizlik ile ilgili araştırmalar sonucunda ortaya çıkan net bir sonuç var: Daha çok eşitlik sadece yoksullar için değil, herkes için iyi. Şu günlerde USA’da yaşananlar bu sonucu somut bir şekilde onaylıyor. Tüm toplum için geçerli bir sağlık sigorta sistemi ve işsizlik parası sadece yoksulların aleyhine değil, herkesin yararına olacaktır. Eğer iki haftada içinde on milyon insan işsiz kalıyor ve sağlık sigortalarını kaybediyorlarsa, bu durum sistemin herkes için geçerli olan bir sağlık ve sosyal güvenlik sistemine ihtiyaç olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Böylelikle insanların bir gün içinde her şeylerini kaybetmiş oldukları durumlarla karşılaşmayız.

> Korona krizinin ABD’deki eşitsizliği açıklamak adına tek faktör olmadığı açık. Ama biz “Şuan Amerika’da ne oluyor’a?” bakıyoruz. Irkçılık ve eşitsizlik arasında bir ilişki var mı sizce?

Irkçılık sosyal eşitsizliğin aşırılaşmış şekillerinden biri. Irkçılık birçok ülkede ekonomik eşitsizlikle bağlantılı. ABD’de siyahlar diğer gruplara nazaran iki kat daha fazla korona virüsüne yakalandı. İşlerini kaybedenler arasında da siyahların oranı beyazlara göre çok daha fazla, aynı durum kendini sağlık sistemini kullanabilme alanında da gösteriyor. Sağlık sigortasına sahip siyah sayısı beyazlardan çok daha az. Bu durumu sadece Amerika’da ortaya çıkan bir fenomen olarak görmek yanlış olur. Fransa’da da eğer Arapça bir isminiz varsa iş görüşmelerine çağırılma oranınız Fransız isimli birinin çağrılma oranından dört kat daha düşük. İyi üniversitelerde de bu ayrımcılıkla karşılaşıyoruz. Bizlerin meritokratik idealleri yine bir masal olarak kalıyor. Bu nedenle problemi tanıma ve üzerinde konuşma konusunda en kısa zamanda harekete geçmeliyiz.

> Söz konusu tartışmalar dünya çapında devam ediyor. Mevcut krizi bir tehlike mi yoksa şans olarak mı görüyorsunuz?

Pandeminin ciddi bir tehlike olduğu açık. Mevcut ekonomik krizi bastırmak oldukça zor olacak. Eğer daha çok insan işsiz kalır ve insanların geleceğe dönük perspektifleri yok olursa son yıllarda birçok ülkede kendini gösteren aşırı sağ hareketler tekrar bir ivme kazanabilir. Bunlar tehlikeli gelişmeler. Ama bunları bir kenara bırakırsak mevcut durum bir şansta olabilir.

>Bu şans nedir?

Chancel: Sizinde daha önce ifade ettiğiniz gibi: dünya tarihinde ilk kez insanlık aynı anda aynı düşmana karşı savaşıyor. Birçok toplumda dayanışma ve insaniyet duygularının yaygınlaştığını görüyoruz. Toplum için vazgeçilmez ve önemli birçok meslek grubunun çok düşük maaşlar aldıklarının farkına vardık. Örnek vermek gerekirse; sağlık personeli, market çalışanları, enerji ve sıhhi malzeme üretiminde çalışanlar. Bu durum Fransa gibi ülkelerde çalışan öğretmen ve anaokulu eğitmenleri içinde geçerli. Devlet okullarının çok masraflı oluşundan şikayetçi olan birçok insan çocuğunu evde kendi eğitmek zorunda kalınca,, eğitim gönüllülerinin aslında ne kadar zor bir iş yaptıklarını anladılar. Tüm bu deneyimler, şimdiye kadar çokta önemli olmadığını düşündüğümüz sosyal hizmetlerin ne kadar taktire değer olduklarını öğretti bize.

>Sizce sosyal eşitsizliğin daha derin olduğu ülkeler, korona krizinden daha mı zor çıkacaklar?

Kesinlikle, çünkü eşitsizlik bir kısır döngüdür. Eşitsizlik toplumların birlikte bir amaca ulaşmalarını ve birlikte ilerlemelerini fazlasıyla zorlaştırır. Fransa’daki sarı yelekliler hareketine bakın. Kırsal kesimden olan bu insanlar, hükümetin klima ile ilgili alınan önlemler paketi yüzünden yüzüstü bırakıldıkları düşünüyorlardı.

Sarı yelekliler birden bire her yerdeydi ve şehirlerde yaşayan insanlar kendi kendilerine “bu insanlar nerden geliyor” sorusunu soruyorlardı. “İklim değişikliği hedeflerine neden karşılardı?” Sarı yeleklilerin cevabı: “İklim değişikliği hedefleri? Neden bahsediyorsunuz? Biz kiramızı bile ödeyemiyoruz.”
Bu tür sorunlar kendini krizden çıkmaya yönelik önlemlerin tanımlanması sürecinde de ortaya çıkacaktır.

> Hangi ülkeler bu konuda sıkıntı yaşayacak sizce?

Örneğin ABD ya da Brezilya’ya bakın. Burada insanlar kendi kaderlerine terkedilmiş. Kısmı bir kaos durumu söz konusu. Bunlar ülkede yaşanan aşırı eşitsizliğin yan etkileri. Politik olarak bu durumu kontrol altına almak çok zor hatta imkansız gibi görünüyor. Benim için şunu söylemek gerçekten çok önemli. Bir ülkede eşitsizliğin aşırı boyutlarda olması, bir doğa kanunu değildir. Eşitsizlik ülkelerin başına deprem gibi ya da kasırga gibi gelen bir doğa felaketi değildir. Eşitsizlikle ilgili tartışmalarda, eşitsizliğin bir doğa kanunu gibi algılanması uzun süredir baskın bir düşünceydi. Globalleşme ve gelişmiş teknolojiler vardı, bu durumdan herkes eşit şekilde yararlanamıyordu. Ama konu bu kadar basit değil. Sonuç itibari ile hükümetler, alınan politik kararlar değil midir eşitsizliğin derinleşmesine neden olan.

> Hangi ülkeler bu sorunun farkına varıldı? Hangi ülkelerden, neler öğrenebiliriz?

Biliyor musunuz, sosyal eşitsizlikle savaşma konusunda nerdeyse her şeyi yanlış yapan birkaç ülke var. Ama dünya da sosyal eşitsizliği gidermeye dair her şeyi doğru yapan bir ülke yok. Yine de size birkaç etkili yöntemden bahsedebilirim. Örneğin işyerlerinde daha adaletli maaşların ödenmesi açısından etkili olan “çalışan temsilcilikleri.” Bu konuda yapılmış araştırmalar çalışan temsilcilerinin işyerlerindeki etkilerini doğruluyor. Birçok işyerinde sendika ve işçi temsilciliklerini olan Almanya buna çok iyi bir örnek. Fransa’dan da iyi örnekler var: Servet vergisi. Devlet Başkanı Emmanuel Macron ne yazık ki bu vergiyi 2017 yılında kaldırdı.
> Servet vergisinin tekrar yürürlüğe girmesi sarı yeleklilerin temel taleplerinden biriydi. Meslektaşınız ekonomi profesörü Thomas Piketty, 100.000 avrodan fazla olan servetin vergilendirilmesini talep ediyor. Bu fikre katılıyor musunuz?

Servet vergisi zenginliğin küçük bir grupta yoğunlaşmasını engellemenin en etkili yoludur ve öyle de kalacaktır. Servet vergisi diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Fransa’nın son 25 yıldaki ekonomik gelişiminde çok etkili oldu. Evet, işsizlik yine de vardı ama bildiğim hiçbir araştırma bu durumun servet vergisi ile bir ilişkisi olduğunu söylemiyor.

> Almanya’da SPD servet vergisinin tekrar yürürlüğe girmesi için uğraşıyor ama şimdiye kadar başarıya ulaşamadı. İrlanda ve Danimarka’da bu vergisi kaldırdılar. Neden bu konuyla ilgili çoğunluğu kazanmak bu kadar zor?

Öncelikle, zenginlerin çok iyi bir lobiye sahip olmaları. Bazı ülkelerde önemli medya kuruluşları ve günlük gazeteler onlara ait. Böyle bir durumda dengeli bir kamusal tartışma ne kadar mümkün olabilir? Bu tür kompleks konuklar üzerinde ancak objektif araştırmalar ve analizler yapılarak tartışılabilir. Burada temel bir toplumsal sorunsal ile karşı karşıyayız: kim ne kadar ödeyecek, kim ne kadar alacak? İnsanlar topluma kattıkları göz önünde bulundurulursa, uygun şekilde ödüllendiriliyor mu? Bu demokrasinin temel sorunsalıdır. Bundan başka çok temel başka bir problem var.

> Hangi problem?

Avrupa Birliği içinde de multi milyonerler ve çok uluslu şirketlerin nasıl vergilendirilmeleri gerektiği konusunda bir mutabakat yok. Hem şirketlerin nemde milyonerlerin sahip oldukları kapitalleri ülkeden ülkeye aktarma şansları var. Ortak bir vergi politikası olmayan bir iç pazar bu tür boşlukları mümkün kılar. Örneğin Google, Apple ya da Amazon sorunsuz bir şekilde İrlanda’ya gidebilir ve orada Almanya ya da Fransa’da üzerinden elde ettikleri kazancı vergilendirmek zorunda kalmayabilirler. Buna karşın bu firmaların çalışanlarına kahve satan Barista yüzde 30 kurumlar vergisi ödemek zorunda. Günden güne daha çok insanın: böyle bir Avrupa istemiyorum, demesi şaşırtıcı değil. Bizler artık vergilendirme ve zenginliğin dağılımı konularını hem Avrupa hem de uluslar ötesi boyutta tartışmalıyız.

> Ancak geçtiğim yıllarda Avrupa içerisinde yapılan birçok tartışmada herkes için geçerli, ortak kuralların belirlenmesinin ne kadar zor olduğu ortaya çıktı. Örneğin göç ve sığınma politikaları. Farklı koşullara ve çıkarlara sahip 27 Avrupa Birliği üyesi ülkenin ortak bir vergi politikası oluşturması ütopik değil mi?

Eğer tüm ülkeler bu konuda bir mutabakat sağlayamazsa, bazı ülkeler öne çıkar ve sığınması politikasında olduğu gibi “coalition of willing” dediğimiz şey ortaya çıkar. Eğer Fransa, Belçika ve Almanya belli bir vergilendirme politikasında hemfikirlerse, bunu hayata geçirmeliler. Bu hiçbir şey yapmamaktan çok daha iyi. Son yıllarda birçok korkak devlet yöneticisinin ortak bahanesi şu: bunun kararını tek başımıza veremeyiz, bundan dolayı hiçbir şey yapamıyoruz. Kurumsal boyutta bunun birkaç başarılı örneği var zaten. Örneğin geçen yıl oluşturulan Franco-German Parliamentary Assembly. Her iki ülkeden 100 milletvekili yılda 2 kere toplanarak politik konularla ilgili bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Avrupa’da vergilendirme sorunsalı ile ilgili de buna benzer bir organizasyona ihtiyacımız var.

> Ama bu tür ulusal ya da iki uluslu çabalar bir yanıyla da Avrupa ideali de sorgulanmış olmuyor mu?

Avrupa’nın bu tür ulusal ya da iki uluslu çabalar yüzünden yok olacağını sanmıyorum, ama sosyal eşitsizlik ulusların sorunu olarak kalmaya devam ederse, bu Avrupa’yı yok eder.

>: Angela Merkel ve Emmanuel Macron birlikte Avrupa Birliği için 500 milyar avroluk destek paketi sundular. Sizce bu para kaynağı hangi şartlara bağlı olmalı?

Eğer söz konusu kaynak alt sınıfın maaşlarını iyileştirme, daha iyi bir eğitim sistemi, sağlık ve İklimi koruma gibi konularda kullanılırsa, desteğin şarta bağlanmasını desteklerim. Ancak İspanya ve İtalya örneklerine bakarsak, 2008/09 yıllarında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle sağlık sektöründeki giderler azaltıldı. Bu Avrupa komisyonunun isteğiydi. Bunun sonuçlarını pandemiyle birlikte çok net bir şekilde görüyoruz: hem personel hem de malzeme açısından yetersiz bir sağlık sistemi. Eğer destek birtakım koşullara bağlanırsa, paradan yanlış yerlerde tasarruf edilme tehlikesi söz konusu. Bu da seçmenlerin Avrupa Birliği’ne karşı birleşmesine neden oluyor. Merkel ve Macron bu tehlikeyi daha önceden tahmin ettikleri için, seçmenlere şu sinyali vermek istediler: Bu krizden hep birlikte çıkmak istiyoruz.

> Kriz sonrası dönem için Avrupa söz konusu olduğu zaman bir vizyona ya da ütopyaya ihtiyaç var mı?

Chancel: Korona krizinden bağımsız olarak Avrupa’nın uzun erimli hedeflere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı yeni ütopyalar formüle etmek saflık değil, gerekliliktir. 21. yüzyıla baktığımızda karşımızda temelde iki büyük ve global sorunla karşı karşıyayız: İklim değişikliği ve sosyal eşitsizlik. Her iki problemin çözümü için eksik olan en önemli şey ortak takip edebileceğimiz bir idealin, vizyonun eksikliğidir.

> Sizin kişisel ütopyanız nelerden oluşuyor?

Son on yıllarda Avrupa Birliği içinde küreselleşmeden en fazla kazanç sağlayanların artık paylarına düşeni adil bir şekilde ödemeleri gerektiğini düşünüyorum. Kastettiğim belli başlı ülkeler değil, bence zengin Yunanistan ya da fakir Almanya diye bir şey yok. Kastedilenler büyük, çok uluslu şirketlerin hissedarları. Avrupa genelinde bir servet vergisi ve kurumlar vergisi en ideal çözüm gibi. Başka alanlara baktığımızda da aslında sandığımız kadar Avrupalı olmadığımızı görüyoruz. Daha fazla kültürel aktivitelere, kültürel değişim programlarına, Avrupa genelinde bir eğitim programı ihtiyacımız var. Uçmayı nerdeyse gereksiz hale getirecek Avrupa genelinde bir tren yolu ağına ihtiyacımız var. Bu amaçlara ulaşabilmemiz için tüm Avrupa Birliği parlamenterlerinin politik tartışmalara dahil edilmesi gerekli. Daha çok Avrupa, daha eşitlikçi bir Avrupa. İşte bu benim ütopyam. Ve buna bulaşmak çokta zor değil.


LUCAS CHANCEL KİMDİR?

Lucas Chancel World Inequality Labs (Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı) ve World Inequality Database (Dünya eşitsizliği veri tabanı) eş direktörüdür. Paris Siyasi Bilimler Akademisi’nde ekonomi ve eşitsizlik konularında ders vermekte ve ekonomik sistemin sosyal sonuçları konularında araştırmalar yapmaktadır.

Çeviren: Nurcan Dikme Yaşar