Etem Oruç’tan Ege’de Börklüce ve Bedreddin

EVİN OKÇUOĞLU

Berfin Yayınları’ndan iki yıl ara ile ikinci baskısını yapan Tarih Dizisi’nden bir kitap var: Ege’de Börklüce ve Bedreddin. Görünen o ki daha da baskıları olacak değerde bir çalışma yapmış Etem Oruç. 163 sayfadan oluşan kitapta çeşitli görsellere de yer verilmiş.

Hem tarihimizin bir döneminde Anadolu’da yaşananları öğrenmek isteyenler için hem de tarih araştırması tezi yazacak olanlar için okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Çağlar boyu süren karşıtlıklara değinerek başlıyor kitap: Dogmalar, sömürücü yönetimler ve ona karşı safta ise bilimsellik aydınlanma ve ışık insanlar var.

Araştırma yaparken Börklüce Mustafa’nın yazdığı Tasvîr’ül Kulûb adlı elyazmasının peşine düşüyor. Bu kitap üç bölümden oluşmakta ve tasavvuf, Şeyh Bedrettin görüşlerinin savunusu ile müzik ve semahın günah olmadığının kanıtlanması gibi bilgileri içerdiğini ayrıntılarıyla okuyoruz. Etem Oruç bu çalışmada çeşitli yazar ve önemli kişilerin görüşlerinden alıntılarla bilimin dogmayla savaşını irdeliyor. Dede Sultan’ın ve diğer yiğit düşünce insanlarımızın Ege’de bulundukları toprakları karış karış dolaşarak yazıyor. Günümüzden 600 yıl önce yaşamış din bilginleri sadece haksızlığa, yoksulluğa baş kaldırmakla kalmıyor, aynı zamanda komünist sisteme benzer bir tezi de halka anlatıyorlar. Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal aynı davanın liderleri olarak kitap boyunca destansı ifadelerle yer ve zaman saptayarak anlatılıyor.

Karşıt görüşlü kişilerin de tarih yazımında taraflı ifadelerine yer veriliyor.

Yöre isimlerinin ve diğer öz Türkçe sözcüklerin etimolojik bilgilerini, örneğin, Torlak Kemal’in ismindeki Tor sözünün kökenini ve türetmelerini okumak çok ilgimizi çekecektir.

Kanlı bölge adları bölümünde yaşanan katliamların boyutu aktarılırken “Ayaklanma sırasında öldürülen insanların gömüldüğü yer yirmi dönümlük bir araziyi kaplamaktadır” deniyor.

Günümüzde toplumda Şamanizm’e artan bir ilgi uyanmaktadır. Yazarımız yaptığı araştırmalara, alıntılara dayanarak Kızılbaş, Işık Tayfası diye anılan Tahtacı Türkmenlerin inanç kökenlerinin Şamanizm Manizm, Zerdüştlük, Luvi-Işık insanlarına kadar dayandığını düşünüyor.

Etem Oruç Işık İnsanları başlığında, Luvi sözcüğünün de birçok dilde ışık sözcüğünün kökünü oluşturduğunu belirttikten sonra günümüze kadar gelmiş olan MA ülkesinden olduğunu söyleyen yaşlıların olduğunu aktarıyor. Işıklar MA’nın oğullarıdır diyor.

İrdelemelerin arasında dikkat çekici bir alıntı da İlhan Arselden yapılmış: Şu muhakkak ki biz Türkler, şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir. Bunlardan biri akıl diğeri de kadına saygıdır.

Çınar ağaçlarında cansız bedenleri sallanan efeler, kırmızı akan dereler, Kesikbaşlar Mezarlığı… Ağıt gibi yığılıyor satırlar önümüze… Yürek kulaklarımızı şu sözlere açalım: “Ninem anlatırdı, ninem dedesini, kimsenin görmediğini sandığı an, ağlarken görmüş kapı aralığından.”

Okudukça, başsız bedenleri alıp sonradan Kesikbaşlar Mezarlığı denen mezarlıklara gömmeyi üstlenen ailelerin acılarını ve ulu çınarların çaresiz uğultusunu duyar gibi oluyoruz.

Yunus Emre’ye ayrılan bölümde şimdiki Türkçemizle anlayabileceğimiz yalın bir dille ama bir o kadar da filozofça, bilgece dizelere yer verilmiş. En önemsediklerimden birkaçı şöyle: “sen seni ne sanırsın/başkasını onu san//dört kitabın manası/ budur eğer var ise”, “az söz erin yüküdür/çok söz hayvan yüküdür//bilire bir söz yeter/sende güher var ise.”, Pir Sultan Abdal: “demiri demirle dövdüler/biri sıcak biri soğuktu//insanı insanla kırdılar/ biri tok biri açtı.” Ve Yunus’tan yedi yüz yıl sonra Âşık İhsani: “sorumluyum ben çağımdan/ düz ovamdan dik dağımdan// sömürüyü toprağımdan/ sürene dek yazacağım.”

Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’ndan alıntıların da serpiştirildiği eserde çok küçük bir bölüm aktarayım: “İznik sürgünü Bedrettin’e bakıyorlar/ kıyıda çıplak ayaklı bir kadın ağlamaktadır/ve gölde ipi kopmuş/ boş bir balıkçı kayığı/ bir kuş ölüsü gibi/suyun üstünde yüzüyor.”

Şeyh Bedreddin şöyle demiş: Öyle bilgiler vardır ki, bu bilgileri, belli bir birikime ulaşmayan insanlara söylemek, yarardan çok zarar verebilir. Her güneş batarken ufukta bir kızıllık oluşur.” Yazarımız Etem Oruç’un yazdığı Börklüce Destanı ise Börklüce Mustafa’nın aramızdan ayrılışının 600. yılında 600 dize olarak yazılmış.

Bir alıntı da o bölümden yapalım:

“Gelincik çiçekleri açarken kıpkırmızı dalga dalga/Börklüce’nin ve yiğitlerin gözleri parlar baharda/Dede Sultan’ı her zaman yol gösterici bildiler/Varidat ve Tasvîrü’lKulûb durmadan okundu/Yaktıkları ışıklı yol Cumhuriyet’e yol ulaştı/Gün geldi Börklüce Mustafa’nın Mustafa’sını/ Torlak Kemal’in Kemal’ini alan Mustafa Kemal/Atatürk oldu, tarihin seyrini değiştirip/ yepyeni Türkiye Cumhuriyetini kurdu/Ezilen uluslara umut oldu, ateş elden ele dolaştı/Unutma ki tüm canlar bir gün mutlaka ölür/ kimi kara toprağa kimi de kalplere gömülür.”

Böylece kitabın son birkaç sayfasındayız. “Börklüce’den sonra Ege” ve “Sonsöz: Osmanlı Hayranlarına”…

Etem Oruç diyor ki: “Yağ bitse, fitil yansa da kav çakmak hep yanlarındaydı. Erekleri, hep bir ağızdan türkü söylemek, hep beraber çekmekti ağı…”