Türkçe Deyimler ve Atasözleri Sözlüğü şiddet doludur. Kol kırılır yen içinde kalır, kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim, dayak cennetten çıkmadır, kızını dövemeyen dizini döver… Ama en korkutucusu sanırım “eti senin, kemiği benim”dir. Türk Dil Kurumu bu deyimi “çocuğu ben doğurdum ama onu eğitmek sana düşüyor” şeklinde umut dolu bir iyimserlikle açıklıyor. Usta – çırak ilişkisine ne kadar saygı göstermeye çalışsam da bu deyimi duyduğum anda tüylerim diken diken oluyor. Atasözü beynimde vücut buluyor ve gözümün önüne eti derisinden ayrılmış ama çok eğitimli çocuklar geliyor! Bizler karnede kırık olduğunda sanayiye, tamirciye çırak olarak verilmekle tehdit edilen nesiliz. Yaz tatillerinde burnumuz sürtülsün diye ustaların yanına verilen, gerçek hayatı görelim diye çıraklık yaptırılan nesiliz. “Eti senin, kemiği benim” denilerek ustaların eline teslm edileniz.
Futbol da “erkek” bir dünya. Usta – çırak ilişkisinin çok belli olmasa da kuvvetli olduğu; abilik – hocalık titrinin önemli olduğu bir yer. Bu da doğal olarak (!) herkesin önce ezilmesini sonra da ezmesini gerektiriyor. Kast sisteminin en altında A takıma gelen gencecik çocuklar gerek futbolcu büyükleri gerek hocalar tarafından eziliyor. En basitinden bakın Galatasaray’ın saç kazıma geleneğine! Takıma gelen çocuk yaştaki yıldız adaylarının saçları abileri tarafından sıfıra vuruluyor. “Biz de geçtik bu yollardan” zihniyetinin eseri bu hareketle asıl yapılan özgüveni sıfırlayarak, kişileri ezmek ve aynılaştırarak hiçbir özellikleri olmadığını hissettirmek.
Sonra bu hiyerarşik ortamda ezilerek tırmanan futbolcular soyunma odasında azar, sahada dayak yiyerek şiddetle yoğrulmaya devam ediyorlar. Yıllarca Yılmaz Vural’ın futbolcularına vurması, tartaklaması espri konusu olmadı mı? Ne görevden alındı ne istifası istendi. Sonuçta takımın selameti için “hocanın vurduğu yerde gül biter”di. Kendisini programlara çıkarıp ağır çekimde izledik nasıl dayak attığını. Kendisi de mantıklı bir şekilde neden vurduğunu açıkladı. Yıllarca Fatih Terim’in soyunma odasında futbolcularıyla “ağır” konuştuğu söylendi de ne oldu? Hocasının dövdüğü, sövdüğü, tartakladığı o adamlar yıllarca gözümüzün önünde rakibe vurdu, küfretti, tükürdü, ısırdı!

Geçtiğimiz aylarda sertliği ile bilinen hocamızın rahle-i tedrisatından geçmiş ve dünyanın en güçlü kulübünde top koşturan futbolcumuz bir gazeteciye küfredip, şiddet uygulamıştı. Zamanında kendisi de hakeme tükürmüş, bar kavgasına karışmış olan milli hoca da olanlara sesini çıkarmadı diye eleştirilmişti. Olaylar henüz soğumamıştı ki bu kez de hoca mekân basarak gündeme geldi.

Türk futbolunun başındaki - teknik direktör diyemiyorum zira unvanı “Futbol Direktörü”- adam haline, pozizyonuna, makamına, sorumluluklarına bakmadan beşinci sınıf aksiyon filmlerindeki gibi mekân bastı, tehditler savurdu. Ayıplanmayacağından emin olarak. Bildiği de gördüğü de öğrettiği de şiddetti çünkü. Bunun üzerine eski kaptanıyla girdiği yazılı ve entelektüel (!) polemik sonrasında da istifa etti. Allahtan etti de iş, Rüştü’nün üstü kapalı biçimde konuyu şikâyet ettiği Cumhurbaşkanı’na kalmadı.

Futbol kulübü başkanı başka bir kulüp başkanına tokat atıp “yine atarım” dedi, basketbol koçu oyuncusunu dövdü, Milli Takımlar Futbol Direktörü mekân bastı, teknik direktör futbolcu tekmeledi, kulüp menajeri yedek kulübesinde sakinleşmeyen oyuncuyu tartaklayarak sakinleştirdi. Eti senin kemiği benim diye sporcu emanet ettiğimiz insanlar bunlar. En centilmen platform olması gereken spor cephesinden haberler… Varın çocuğunuzu kime emanet edeceğinizi siz düşünün.