Anayasa referandumuna çok kısa bir süre kala iktidar kanadının dini siyasete alet eden söylemleri ‘tavan yaptı.’ Sosyolog Yavuz Çobanoğlu dinin siyaset için ‘çok kullanışlı bir araç’ olduğunun altını çiziyor

'EVET'çilerin son kozu: Referandum zora girince din sömürüsü tavan yaptı

CAN UĞUR @canugur1987
canugur@birgun.net

Pazar günü yapılacak ve ‘Tek adamlığa onay’ anlamına gelen anayasa referandumu için Evet’çiler adımlarını ‘hızlandırdı.’ Başından itibaren AKP’nin önde gelen isimleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kamu kaynaklarını ‘Evet’ oyları için kullandığı biliniyor. Kamu kaynaklarını kullanmakta sakınca görmeyen AKP ve Erdoğan cephesi referanduma 2 gün kala dini söylemlerin dozunu da iyice artırdı. Evet’çiler tarafından yapılan açıklamalarda ‘Evet’ demenin dinin ‘gereği’ olduğu iddia edilirken daha da ileri gidilerek ‘Hayır’ diyenlerin dinden çıkabileceği öne sürüldü. Kamuoyunun da gündemine gelen açıklamalardan öne çıkan Erdoğan’ın sözleriydi. Erdoğan 15 Temmuz Darbe Girişimi gecesi yaşadıklarını anlattığı bir televizyon programında kendisini Hz. Muhammed’e benzetti. Dikkat çekici ifadelerin yer aldığı programda ‘Evet’ denilmesi gerektiğini belirten Erdoğan, ilgili bölümde 15 Temmuz gecesi darbe girişiminde bulunanların kendisini uçakta bulamadığını anlatarak bunu Hz. Muhammed’in kapıya örülen örümcek ağı nedeniyle mağarada bulunamamasına benzetti. İlgili çıkışlar bununla da sınırlı değil.

İmamla başlamıştı
Geçen şubat ayında Ümraniye Modoko Camii’nde cuma namazında kaydedildiği anlaşılan ve imam Hüseyin Güleç’e ait olduğu belirtilen ses kaydında; cemaat ‘evet oyu’ vermeye davet edildi. ‘Hayırcılar’ ise ‘vatan hainliğiyle’ suçlandı. Din üzerinden yapılan propaganda konusunda en ileri giden isimlerden biri de AKP’nin fetvacısı olarak bilinen Hayrettin Karaman. 17-25 Aralık yolsuzluk skandalları ortaya çıktığında yolsuzluk yapmanın günah olmadığını söyleyecek kadar ileri giden Hayrettin Karaman, dünkü yazısında da ‘Evet’ demenin farz olduğunu yazdı. AKP’nin ‘sıkıştığı’ konularda dinden verdiği örneklerle öne çıkan Karaman referandum konusundaki ‘sıkışmışlığı’ aşmak için dünkü ‘Neyi oyluyoruz’ başlıklı yazısında Evet oyu vermenin farz olduğunu şu ifadelerle dile getirdi: “Bizi hedefe yaklaştıracak olan bir adımı daha ‘Evet’ diyerek atmak, ‘farz olanı tamamlayan ve ona yaklaştıran her fiil farzdır’ kuralının çerçevesine dahildir.”

Din sömürüsünün bu denli arttığı ortamda referandum sürecinin de bundan payını alması sürpriz değil. Peki bu motivasyonun arka planında ne var? Bu soruyu Tunceli Üniversitesi’nden Yavuz Çobanoğlu’na sorduğumuzda bu durumun ‘kullanışlı bir araç haline gelen dinin egemenler için önemine’ işaret ediyor. Çobanoğlu şöyle devam ediyor: “Din ve dinsel olandan üretilen kavramların, sembollerin ve kültürel kodların kullanımı, uzun süredir politik alanda en şiddetli tartışmaların yaşandığı konu başlığını oluşturuyor. Son dönemde ve özellikle birkaç gün sonraki Referandum sürecinde de gördük ki, dinsellik ve inanca ait kültürel biçimler ile bunları referans alan bir dizi söylem ve sembol, ‘kabul ettirme’ ve ‘ikna aracı’ haline gelmiş durumda.”

Neden böyle bir tablonun açığa çıktığını sorduğumuzda ise Çobanoğlu şu yanıtı veriyor: “Çünkü dinsel düşüncenin, hem kendinden olmadığını düşündüklerine karşı ayrım yapmaya hem de bu durumu sanki bir ‘görev’ gibi algılamaya fazlasıyla uygun bir yapısı var. Tabii ki bu vaziyet, politikacının da bu politik söylemleri tüketenlerin de yararına. Kolayca ‘bizden/onlardan’ ayrımı yapabiliyorlar. Taraflar kendi gözlerinde netleşebiliyor. İç çelişkiler askıya alınıyor, politik beklentiler karşı tarafın alt edilmesine (olmadı yok edilmesine) endeksleniyor. Tutarsızlıklar ve amorf kimlikler çağında, tepkiler tutarlı, yalanlar doğru, eylemler ve düşünceler de idealist görünebiliyor.”

Çobanoğlu din sömürüsünün AKP açısından ‘önemine’ değinirken bu söylemlere karşı uyanık olunması gerektiğinin de altını çiziyor: “Dinî söylemler ile dili kullanmak, hem yapılanı meşru kılıyor hem de bu söylem ve dilin ustalarıyla, üstelik onların üstün oldukları ve galip gelmeleri muhtemel bir alanda, onlarla mücadele etmeye zorluyor. Dolayısıyla politikadaki dinsel söylem sahipleri, kendi mücadele alanlarında rakiplerini kolaylıkla alt edebildikleri gibi, hem kendileri hem de kullandıkları söylem ile semboller bu mücadeleden, güçlenerek ve muzaffer komutan edasıyla çıkıyorlar. Çünkü mahir olunmayan bir alanda, en büyük rakiplerle mücadelenin sunucu baştan belli ve hiç bilinmeyen, dahası aşina olunmayan bir dil, aslında dilsizlikten başka bir şey de değil. Böyle olunca, seçmen için de ‘gerçek’ ile ‘sahte’yi ayırabilmek kolaylaşıyor.