Evet ile Hayır - 2

Geçen hafta, anmalar’dı bir anlamda; yakılarak öldürülmesi tarihine yakın duran Giordano Bruno’nun “hayır”ıyla bitirmiştim yazımı. Köşemde yerim kalmamıştı ki, bir başka “evet ile hayır” için, 1813’te doğan ve 1837’de yazıma denk düşen (19 Şubat gününde) gencecik ölen Georg Bühner’e de değineyim. Geride bıraktığı birkaç yapıtla çağdaş düşüne-yazına katkılar sunan Büchner’i anma önemli olabilir, şu giderek umutsuz olmasam da karamsarlaştığım süreçte. 25 Ağustos 2010’da BirGün’de yer alan yazımdan alıntılamam var yine:

“Yine başımızdan büyük bir işe girişmişiz 1992-93 döneminde ve Büchner’in ünlü yapıtını Woyzeck ya da Boğulma adıyla sahneliyoruz, şimdi onu da yıktıkları Muammer Karaca Tiyatrosu’nda. Yazınsal danışmanımız Prof. Dr. Şârâ Sayın. Onsuz ne yapardık bilmem?! Sayın’ın yalnızca Türkiye’de değil, dünyada Büchner üzerine yapılmış en yetkin değerlendirmeleri-yorumları kapsayan kitabı Devrimci Dram Yazarı Georg Büchner’i (2.baskı-Multilingual,1999) özetlemek olanaksızsa da, birkaç satır alabilmeliyim aşağıya: (…) Woyzeck, ağır koşullarda çalışan, küçümsenen, alay konusu olan, elverişsiz ekonomik koşullarda yaşayan sıradan biri. Sevgilisi Marie başka birisiyle olunca yaşama nedenini yitirir ve onu öldürür, kendisini de göle atar boğulur. Büchner, bu oldukça yalın öykü kahramanına çağının olduğu kadar, çağımızın da evrensel pek çok çelişkisini yükler. Woyzeck, ahlakı soyut bir erdem anlayışına indirgeyen çevrelerce erdemsiz olmakla suçlanır. Hem evli değildir hem de Marie’den olan çocuğunu vaftiz ettirmemiştir kilisede. Horlanır, itilir kakılır. Ancak Büchner’in oyunda somutlaştırmak istediği şey zengin-yoksul, iyi-kötü karşıtlıkları değildir yalnızca. Woyzeck’in dramı; toplumda gittikçe güçlenen kurum-kişilerin, görünür-görünmez baskılarıyla ezilen; yalnız çevresine değil, kendisine de yabancılaşan birinin dramıdır… Büchner’in dünyası devrik bir dünya, illüzyonsuz, çıplak gerçeklerin dünyası. Büchner’in, sahneleri gibi görüşleri de, ne nedensellik zincirleri, ne de ereklilik ilkeleri ile birbirine bağlıdır. Her görüş o an ile ilgili, o anın uyardığı bir görüştür. Geçmiş ve gelecekle ilgisi yoktur. Bu karşıt görüşler, sadece an’ın etkilerine açık olan kahramanın kişiliğinde birleşirler. Hiçbir görüş, mutlaklaşıp, mutlak geçerliği olan bir ‘ide’ özelliğini kazanmaz. Bir kaos olarak algılanan, değeri ve anlamı bir ‘ideal’ olarak verilmemiş bu dünyada, Büchner’in kahramanları bu anlamı her an kendi başlarına yeniden aramak, gerçekle pençe pençeye, onun peşinde koşmak zorundadırlar. Krapp’ın deyimiyle, Büchner’in kahramanları, bu dünyanın anlamını, onu yeniden bulmak için kaybetmişlerdir: Hiçlik, üstesinden gelinmesi için vardır…” Yüzbaşı ile konuşmasında şöyle der Woyzeck: “Yalnızca evet’le yine evet’in-ve hayır’ın arasındaki küçük çizgicik yüzünden. Evet mi, hayır mı, yüzbaşım? Acaba evet mi hayır’da, yoksa hayır mı evet’te suçlu? Düşüneceğim bunu… (Çeviren: Hasan Kuruyazıcı, Adam Yayınları 1982)