Kendilerini Nazi olarak niteleyen birçok işçinin, emeğe dönük saldırıların artmasıyla, zaman içerisinde bilinçlenmeye ve faşist yanılsamaya direnmeye başladığı görülmüştür. Bunlardan bir kısmı tarafsızlaşmış ve Nazi iktidarını desteklemeyi bırakmıştır. Kalan diğer kısmı ise ya antifaşist bir nitelik kazanmış ya da daha kapsamlı bir sınıf bilincine ulaşmıştır

Faşist yanılsama kıskacında işçiler

Önder Kulak - Dr., Felsefe

Adolf Hitler, sınıf savaşımının ötesinde bir ulus kuracaklarını, çünkü arî ırktan kurulu bir ulusun her üyesinin, görevlerini Almanya için üstlenmenin bilincinde olacağını öne sürüyordu. Başka bir deyişle, Alman olmak, bir sınıfın üyesi olmanın önünde kabul ediliyor ve iş bölümü içerisindeki her fiil bireye tanınmış bir görev olarak niteleniyordu. Burjuva, burjuvaya düşen görevleri, işçi, işçiye düşen görevlerini yerine getirmeliydi ki, Almanya yükselsin ve böylece herkes refaha ve dolayısıyla mutluluğa erişsin. Fakat işler hiç de Hitler’in arzuladığı gibi ilerlemedi.

Hitler sendika kadrolarının ve komünistlerin önemli bir kısmını ya katletti ya da toplama kamplarına kapattı. Bu şekilde mevcut ve olası işçi sınıfı örgütlerini ve bunların mevcut ve olası direnişlerini bütünüyle sonlandıracağını ve işçileri büsbütün edilgen kılacağını düşünüyordu. Hitler’in sınıfın örgütlenmesine büyük bir darbe vurduğu ve örgütlülükleri gerilettiği aşikâr. Ne var ki bütün bunların işçilerin direncini sonlandırdığı ve dahası onları büsbütün edilgen kıldığı söylenebilir mi? Bu soruyu yanıtlamadan önce, Hitler ve diğer faşistlerin asla kavrayamadığı önemli bir gerçeğe değinmek gerekir.

Burjuva, işçiyi büsbütün edilgen kılma olanağına sahip değildir. İşçi de tıpkı burjuva gibi, toplumsal ilişkiler içinde belirli bir kuruculuğa sahiptir. Hakim, eşdeyişle egemen özne olarak burjuva, işçinin kendisi ve toplumun geri kalanı üstündeki kuruculuğunu zor ve manipülasyon aracılığıyla bastırabilir ve böylece minimuma indirebilir. Bu şekilde onu mümkün olduğunca edilgen kılabilir; ancak büsbütün kılamaz. Örneğin burjuva, belirli manipülasyon formları aracılığıyla, işçiye kendi kültürünü dayatarak, işçinin kendi pratiğine dayanan kültürünü yozlaştırabilir, ancak kendi pratiğine dayalı kültürünü bütünüyle ortadan kaldıramaz. Öyle ki işçinin pratiğinin sonlanması, kapitalist toplumun üretim ilişkilerini sürekli yeniden üreten işçinin yok olmasıyla ve bu durumda kapitalist toplumun ve başlıca kurucu öznesi burjuvanın yıkımıyla aynı anlama gelir.

İşçinin toplumsal kuruculuğu içerisinde, elbette kendi maddi çıkarlarının savunusu da bulunur. İşçi en edilgen kılındığı koşullar içinde bile, yaşamını sürdürmek için çıkarlarını savunma fiiliyle yüzleşmek zorunda kalır. Bunun belki de en ilgi çekici örnekleri, Alman işçi sınıfının en umutsuz dönemi olan 1935 ve 1945 yılları arasındaki zaman aralığı içerisinde gerçekleşmiştir. Bu örnekler, büyük saldırılara maruz kalmış sınıf örgütlerinin ağır koşullar altında yürüttükleri illegal faaliyetlerin dışındadır.
1 Burada örgütlülüklerin dışında kalan ve dahası faşist yanılsamanın kıskacında olan örgütsüz işçilerin çıkarları için verdikleri mücadeleler ve buna bağlı olarak, kendilerini Nazi olarak niteleyen işçilerin bilincinde olmasalar da Nazi iktidarı için oluşturdukları tehdit ve bunun bilincinde olan burjuvaların işçilere karşı aldıkları önlemler söz konusudur.
fasist-yanilsama-kiskacinda-isciler-348012-1.
Almanya’da savaş halinin2 süreğen bir nitelik kazanmasıyla beraber, işçilerin halihazırda ağır olan çalışma koşulları daha da ağırlaşmıştır. Burada son derece uzun çalışma saatlerinden, düşük ücretlerden ve zaten düşük olan ücretlerde yapılan yüksek kesintilerden, fazladan mesai uygulamalarından, zorunlu ikamet ve çalışma yeri değişikliklerinden ve birçok başka olumsuz koşuldan bahsedilebilir. Bu olumsuzluklar karşısında işçilerin, koşullarının iyileştirilmesi için belirli tepkiler örgütledikleri görülür. Bu tepkiler çoğunlukla örtük grev adıyla anılan form altında vuku bulmaktaydı.3 İşçiler örtük grevler kapsamında iş yavaşlatma, iş verimliliğini düşürme, kart basmama, yemek yememe gibi yalın fiillerde ve makineleri bozma, fabrika içinde su borusu patlatma, elektrik tesisatı kesme gibi sabotaj fiillerinde bulunmuşlardır. Bu noktada birkaç önemli örnek vermek mümkün.4
Dönemin Çalışma Bakanlığı'na ait notlara bakıldığında, 1935 yılı sonrasında aleni ve örtük grev ya da aynı amaçla yapılan eylemlerde bir artış gözlemlenmektedir.5 Ayrıca bir Nazi örgütü olan Alman İşçi Cephesi6 verilerine göre, 1936 ve 1937 yılları arasında 192 grev ya da diğer işçi eylemlerine rastlanmıştır. 1938 yılında ise Ruhr Bölgesi’nde kâğıt, baskı ve maden sektörlerinden işçiler, iş yavaşlatma ve iş verimliliğini düşürme gibi yalın yaptırımları kullanarak, ücret artışı talep etmişlerdir. Bu talepleri işveren ve resmi görevlilerle yapılan toplu görüşmeler sonrası kabul edilmiştir. Devlet, savaş hazırlıkları yapılan bu dönemde olası bir sorun çıkmasından ve söz konusu sorunun büyümesinden çekinmişti. Aynı çekinceyle Prusya’nın Kuzey bölgelerinde çalışan tarım işçilerinin, Hesse ve Saxony’den tekstil ve mağaza işçilerinin ücret artışı taleplerini de kabul etmişti. İşçiler tarafından amaçlanmamış olsa da, ortada fiilen oluşmuş bir karşı koyuş vardı. Ruhr Bölgesi’nden işçilerin ortak hareketi, hem kendileri için hem de Hesse ve Saxony’deki işçilerin kazanımıyla sonuçlanmıştır. Bu ortak hareketin başlangıcı ise 1937 yılındaki kömür madeni grevine dayanmaktaydı.

1937 yılında Ruhr’da vuku bulan kömür işçileri grevi, işçiler üstünde önemli bir etki bırakmıştır. Bu etkinin kuvvetli olmasının başlıca nedeni, kömür üretiminin kilit bir sektör olmasıydı. Savaş için yapılan ve yapılacak üretim dolayısıyla sanayinin yüksek enerjiye ihtiyacı vardı. Bu enerji kömür sayesinde sağlanıyordu. İşçiler bunu biliyorlardı ve muhataplarına koşullarının iyileştirilmesini dayatıyorlardı. Ağır çalışma koşullarından memnun değillerdi ve süreklilik kazanan bir tepki içindeydiler. Bu tepki kendini çoğunlukla iş yavaşlatma ve iş verimliliğinin düşüklüğü şeklinde gösteriyordu.7 1937 yılındaki grev de bunun dışavurumlarından biriydi. Bu grev devleti oldukça korkutmuştur. Öyle ki dönemin çalışma bakanı Ruhr Grevi’nden önemli dersler çıkardı ve olası grevleri daha baştan önlemek amacıyla çok sayıda önlem aldı. Bu önlemlerden en dikkat çekeni, basın kuruluşlarına ulusal ve uluslar arası grevleri haberleştirmemeleri yönünde bir talimat göndermesiydi.

Kömür madenlerinden bir başka dışavurum ise 1937 yılında Yukarı Silezya Bölgesi’nin madenci kasabası Beuthen’de vuku bulan grevdir. Bu grev de Ruhr’daki kadar etkili olmuştur. Öfkeli işçilerin grev sırasında kullandığı slogan, “Bizler, hepimiz arîyiz, çünkü bizler proleterleriz” şeklindeydi. Gestapo arşivlerinde geçen söz konusu ifadeler, görevli polis memurunun greve dair raporuna dayanmaktadır. Bu rapor Gestapo dışında birçok başka resmi kurum için de kopyalanmıştı. Ne var ki Berlin’deki ana arşivlere ulaştığında, orijinal halinden farklı olarak, “Bizler, hepimiz arîyiz” şeklinde kayıtlara geçmişti. Dahası, söz konusu ifadeler, Gestapo ve diğer gizli arşivler dışındaki tüm kayıtlardan çıkarılmıştı. Belli ki işçilerin kendilerini Nazi olarak nitelemelerine rağmen sınıfsal kimliklerine işaret etmeleri tehlikeli bulunmuştu.

Devlet işçi eylemlerinin mevcut halinden çok taşıdıkları potansiyelden korkuyordu. Eylemler, aleni ya da örtük, katılımcıları birkaç on kişiden birkaç yüz kişiye kadar değişiyordu. Bir eylem diğerinden yalıtılmış kalıyordu çoğunlukla. Ortak hareket ancak dolaylı olarak, haber alınan eylemin üzerine eylem yapılmasıyla fiilen kurulabiliyordu. Eylemlerin önüne önce polis, sonra Gestapo çıkıyordu. Bütün engellemelere rağmen, Polonya’nın işgalinden üç sene önceye kadar verilen mücadeleler sonucunda, ortalama yüzde 17 kadar ücret artışı ve çalışma koşullarına dair çeşitli iyileştirmeler kazanılmıştı.

Savaşın başlamasıyla beraber, işçiler üstündeki baskı artık son noktadaydı. Devlet en ufak eylemi dahi iş disiplinini bozma fiili olarak kabul ediyor ve fiil sahiplerini en ağır şekilde cezalandırıyordu. Bu şekilde eylemleri durdurabileceğini düşünüyordu. Ne var ki eylemler yalın fiillerden sabotaj eylemlerine doğru ilerlemişti. Örneğin son derece fazla çalışma saatlerine karşı üretimin durdurulması amacıyla yapılan sabotajlara sıkça rastlanmaktaydı. Bu sabotajlar savaşın seyrini bütünüyle etkilemese de, etkileyen sebeplerden biri olmuştur. Ayrıca niyetlerinden bağımsız olarak, komünistlerin örgütlü sabotaj eylemleriyle aynı haneye yazılmışlardır.

Kendilerini Nazi olarak niteleyen birçok işçinin, emeğe dönük saldırıların artmasıyla, zaman içerisinde bilinçlenmeye ve faşist yanılsamaya direnmeye başladığı görülmüştür. Bunlardan bir kısmı tarafsızlaşmış ve Nazi iktidarını desteklemeyi bırakmıştır. Kalan diğer kısmı ise ya antifaşist bir nitelik kazanmış ya da daha kapsamlı bir sınıf bilincine ulaşmıştır. Bu sonuncular arasında Kızıl Orkestra kadrolarına katılmış ya da bu kadroları destekleyen eylemlerde bulunmuş yüzlerce işçiden bahsedebilmek mümkün.

Bugün faşizmin giderek güçlendiği yerlerde, faşist yanılsamanın kıskacındaki işçilere karşı komünistlerin tavrının ne olacağı önemli bir tartışma konusudur. Bu noktada Almanya örneği ve diğer tarihsel örnekler, faşizmin örgütlediği ve faşist yanılsama kıskacında tuttuğu işçilerin, öylece yok sayılabilecek unsurlar olmadıklarını göstermektedir. Faşizme çalışan ideolojik işçiler ve lümpen proletarya gibi kemikleşmiş ve dolayısıyla sınıf bilincine kapalı unsurlar dışında kalan işçilerin, mümkün olduğunca kazanılması ya da en azından tarafsızlaştırılması amaçlanmalıdır. Bu, sınıf bilincine en uzak işçileri saflara katmak ya da en azından faşizmin saflarından çıkarmak anlamına gelir. Başka bir deyişle, bataklığın kuru tarafıyla uğraşmaktan daha zordur. Fakat burada doğru tavır geliştirmek son derece önemlidir. Öyle ki söz konusu işçilerin faşizmin kıskacına terk edildiği koşullarda, faşizmin önemli kazanımlara ulaştığı görülmektedir. Diğer yandan komünistlerin faşist yanılsamanın kıskacındaki işçilere ulaşması ve onlara tarafsızlık ya da bilinç kazandırması, faşizmin kitle tabanını aşındırmaktadır. Bu durumda, antifaşist mücadelenin önüne koyması gereken fiillerinden biri de, faşizmin kitle tabanına ulaşmaya çalışmak olmalıdır. Bu sayede faşizmin kazanımlarının önüne geçilebilir ve zayıflatılması bakımından önemli adımlar atılabilir.


1 Bu noktada örgütlü direnişin durumu için bkz. Frank McDonough, Opposition and Resistance in Nazi Germany, Cambridge: Cambridge University Press, 2001, ss. 3-15.
2 Hazırlık dönemi de içinde olmak üzere.
3 Savaş öncesinde aleni grevler de söz konusu olabilmekteydi. Fakat savaş sonrası neredeyse tamamen örtük grevlerden bahsedebilmek mümkün.
4 Bu noktadan sonraki ampirik örnekler için Tim Mason’un Nazi arşivlerini tarayarak birçok örnek tespit ettiği ve referanslandırdığı şu çalışmasından yararlanılmıştır:
Tim Mason, “The Workers’ Opposition in Nazi Germany”, Libcom.org, 28 Ekim 2015.
https://libcom.org/library/workers-opposition-nazi-germany-tim-mason
5 Bu karşılaştırma Reichstag Yangını sonrası gerçekleşen düşüşe oranla yapılmaktadır.
6 Amacı işçileri Nazi ilkeleri doğrultusunda örgütlemek olan yetkili kurum.
7 Bu tepki işçi sayısının yüksek tutulması ve fazladan mesai uygulamasıyla çözümleniyordu.