Faşizm, ‘vahşileşme’ ve Almanya

ÖZGÜR ÇOBAN

Almanya’da bu günlerde insanlardan “Bu ülke nereye gidiyor” sorusunu sıkça duyuyorsunuz. Örneğin, bundan çok değil beş yıl önce “faşistler bu kadarına cüret edemez, bu mümkün değil” diye düşünülen birçok şeyin hızlı bir şekilde “mümkünler kategorisine” yazıldığını görüyoruz. Bu bağlamda, iki olay günlerdir ülke kamuoyunu meşgul ediyor. İlk olay, Eisenach kentinin Sol Partili (Die Linke) Belediye Başkanı Katja Wolf’un, yabancılara yönelik bombalı saldırıdan sabıkalı Nazi artığı bir belediye meclisi üyesi tarafından “belediye başkanı elimi sıkmayı reddetti” gerekçesiyle mahkemeye verilmesi.

Bunun gelecekte Neonaziler için sembol vakalardan biri olacağına şüphe yok. Wolf konuya ilişkin açıklamasında, “Almanya’ya, demokrasiye ve insanlığa düşman bir faşistin elini asla sıkmayacağını” ifade ederken, davayı açan Neonazi partisi NPD üyesi ve NSU neonazi terör örgütü cinayetleri davasında da adı geçen Patrick Wieschke ise mahkemeden Wolf’un elini sıkmasını sağlamasını istedi. Wieschke’de olan şey, tipik aşağılık kompleksi katkılı faşist cehaleti. Bu dava, Almanya’da Neonazilerin nelere cesaret edebileceğini göstermesi açısından oldukça önemli.

SİZ NEDEN BURADASINIZ?

Kamuoyunda epeyce tartışılan diğer olay ise Frankfurt’ta yaşandı. Ülkenin önemli TV kanallarından ARD’nin tanınmış moderatörlerinden Afrika kökenli Shary Reeves, trende yaşadığı ırkçı saldırıyı sosyal medya hesaplarından takipçileriyle paylaştı. Reeves, trende birinci sınıfta bulunan koltuğunu ararken, arkasından yaklaşan kadın tren görevlisinin kendisini “Siz neden buradasınız? Burası birinci sınıf” şeklinde uyardığını aktardı. Reeves, bu ırkçı ifade üzerine görevliye, “Benim neden birinci sınıfta yolculuk edemeyeceğimi açıklar mısınız” diye sorduğunu, ancak tren görevlisi neonazi kadının ise soruyu yanıtlamadan olay yerinden ayrıldığını anlattı. Reeves’in, “Yaşadığım saldırı gösteriyor ki Almanya’da Naziler tekrar deliklerinden çıkmaya başladılar” uyarısını oldukça değerli buluyorum.

Bu olaylar yaşanırken, Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer’in artan neonazi terör olaylarına ilişkin bir süre önce yaptığı açıklama medya ve kamuoyu tarafından ne yazık ki pek dikkate alınmadı. Oysaki Seehofer’in neonazi terör saldırılarına ilişkin açıklamasında kullandığı “uyarıyorum, vahşileşiyoruz” ifadesi oldukça ilgi çekiciydi.

Bugüne kadar partisinin yaşadığı oy kaybını göz önüne alarak neofaşistlere karşı esnek tavırlar sergileyen Bakan Seehofer’in, bu açıklaması Almanya’da Nazi terörünün geldiği aşamayı gözler önüne sermesi açısından oldukça anlamlı. Seehofer’in “Özellikle ölüm tehditleri, yüksek derecede şiddet eğilimi göstergesi” sözlerini kayda değer buluyorum. Korkutmaya ve sindirmeye yönelik tehditlerin sayısındaki artışa dikkat çeken Seehofer, “Genel olarak konuya bakarsak toplumumuzun bazı kesimlerinde sorunlu bir vahşileşme yaşanıyor” ifadesini kullandı. Bu önemli açıklama medyada ufak tefek birkaç haberde yer aldı o kadar. Almanya’da yerleşik düzen medyası verimli bir reyting malzemesi olarak gördüğü Neonazilere karşı üç maymunu oynamaya devam ediyor maalesef.

SOL PARTİ TEPKİLİ

Antifaşist dernek yöneticilerinin ve üyelerinin, milletvekillerinin, gazeteciler ile LGBTİ bireylerin Neonaziler tarafından ölümle tehdit edilmesine parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerin temsilcileri de tepki gösterdi. Kendisi de Neonaziler tarafından hazırlanan ölüm listelerinde yer alan Sol Parti Federal Parlamento Grup Başkanı Dietmar Bartsch, ölüm tehditlerinin sosyal iklimin sürekli olarak aşırı sağcılar tarafından zehirlenmesinin bir sonucu olduğunu söyledi. Bartsch, “Ne yazık ki sağcı ağların neden olduğu tehlike, güvenlik güçleri tarafından uzunca bir süredir göz ardı ediliyor, gelinen sonuç ortada” değerlendirmesinde bulundu.

Yeşiller’in Lideri Annalena Baerbock da vatandaşları gündelik ırkçılığa karşı direnmeye çağırdı. Baerbock, “Sesinizi yükseltin. Hukuk ve demokrasiyi neofaşistlere karşı ayağa kaldırmalıyız” dedi.
Hristiyan Birlik partilerinin Meclis Grup Başkanvekili Thorsten Frei ise aşırı sağcıların göz korkutma girişimlerine “tüm kararlılık ve sertlikle karşı koyulması gerektiğini” söyledi.

ALMANYA NEREYE GİDİYOR?

Yazının girişinde yar alan, “Almanya nereye gidiyor” sorusuna dönersek, yanıtını Alman faşist hareketinin partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) kitleselleşmesinin önüne geçilememesinin nedenlerinde aramak gerekiyor. Sosyolog Andreas Kemper, AfD’nin programatik yapısını ve diskurunu özetlerken “AfD, zengin-yoksul, Alman-Alman olmayan, Hristiyan-İslam karşıtlığı üzerine kuruludur” tespitinde bulunuyor.

Yani neoliberal iktisat, üstün kültürcü/ırkçı ve Hristiyan köktenci söylem. Faşist partinin bıkmadan, yorulmadan kullandığı, “Ülkemiz içeride göçmenler ve sığınmacılar tarafından yağmalanıyor, uluslararası alanda ise yardımseverliği kullanılıyor” söylemi Almanya’da sağdan ve soldan oldukça itibar görüyor. AfD bu yönüyle sağcı ideler etrafında bina edilmiş düzeni yine sağdan eleştiriyor. Ülkeyi daha da sağa çekiştiriyor yani. Tam bir sermaye partisi perspektifi. Düzeni soldan eleştirecek partiler de kış uykusunda olunca meydan, Hitler faşizmine öykünen bu neonazilere kalıyor.

Almanya’daki faşistleşme sürecini tabii ki dünyanın ekonomik ve politik olarak savruluşundan ayrı düşünemeyiz. Geleneksel düzen karşıtı mesajlar veren yeni sürüm faşist partiler seçmenin ilgisini çekiyor. Bakın Ortadoğu’nun süreğen istikrarsızlığı, Bolivya’da ve Venezuela’da olduğu gibi Güney Amerika’da sosyalist sola yönelik planlı saldırılar, Avrupa’da neofaşizmin yükselmesi vs. Bunlar esasında dünya genelinde yaşanan faşistleşme problematiğinin parçaları. Siyaset Bilimci Nicos Poulantzas’ın ifadesiyle, faşizm bir gök gürültüsü gibi aniden gelmiyor.

Sonuç olarak, “Almanya’nın nereye gittiği” sorusunun yanıtı, demagojik düzen karşıtlığı retoriği üzerinde yükselen kitlesel faşist siyasi yapının yani AfD’nin varlığında vücut buluyor. Bu partiye karşı ne zaman harekete geçileceği de büyük bir soru işareti. Sanırım faşist partinin genel merkezine Adolf Hitler portresinin asılmasını bekliyorlar.