Beklenen oldu. 42 yaşındaki bir kadın Fransız aşırı sağının başına geçti. En azından Batı dünyasında sanıyorum bu bir ilk

Beklenen oldu. 42 yaşındaki bir kadın Fransız aşırı sağının başına geçti. En azından Batı dünyasında  sanıyorum bu bir ilk. Genelde erkek iktidarını güden bir “önder” etrafında birleşmeye alışmış “maçist faşistler”, Fransa’da Milli Cephe’nin (Front National) başına, 82 yaşında “emekli” olan Jean-Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen’i (MLP) yüzde 67,65 parti üyesinin oyuyla seçtiler.

İki kez boşanmış ve üç çocuk annesi MLP, ırkçı ve faşist Le Pen’in 42 yaşındaki üçüncü ve son kızı. Başkan yardımcılığını yürüttüğü partinin başına babasının da desteğiyle eski kurt Bruno Gollnisch’i alt ederek geldi. Gözlemciler, Milli Cephe’nin kamuoyu araştırmalarındaki yükselişini bir süredir MLP’nin muhtemel başkanlığına yoruyorlardı.

Gerçekten de yazılı basın özellikle ve televizyon kanalları, uzun süre çekim stüdyolarına davet etmeyi reddettikleri babasının aksine, MLP’yi son aylarda yayımlanan birçok siyasi tartışma programına davet etmişlerdi. Bu sayede de “Milli Cephe’nin ılımlı yüzü” olarak lanse edilen MLP’nin, tehlikeli bir siyasi boyut kazanmasını sağlamışlardı. Evet, MLP babasının itici görüntüsünden uzak, neredeyse güzel bir kadın. Yani dış görünümde bir fark hissediliyor.

Öte yandan, MLP “geleneksel-katolik” çizgiden sapmış görünerek, giderek laikliğin temel savunucularından birine dönüştüğü izlenimi veriyor. Ancak, ikna etmek bir yana, konu Fransa’da yaşayan Müslümanlara gelince, laiklik oyunu bozuluyor. Geçtiğimiz haftalarda Fransa’daki Müslümanların sokaklarda namaz kılmalarını “Fransa’nın Naziler tarafından işgali”ne benzeterek büyük bir polemik başlatmıştı.

Partinin “Ulusal-popülizm” (popülizmi “halkçılık” olarak çevirmeyi sakıncalı buluyorum) yörüngesine tam anlamıyla oturan MLP, göçmen karşıtı, Müslüman düşmanı ve homofob tavrından bir gıdım taviz vermeyecek. Üstelik, 2004 yılından beri Avrupa Parlamentosu’na seçilen MLP, babasının Avrupa Birliği karşıtlığından da hiç taviz vermiyor.

Milli Cephe’nin Avroyu bırakıp Frank’a geri dönmekten, AB’den tamamen çıkmaktan ve idam cezasını yeniden yürürlüğe koymakta hala kararlı. Üstelik, toplumsal alanda “milliyet tercihi” ilkesini, yani “önce Fransızlar, sonra yabancılar” görüşünü giderek sıradanlaştırarak.

Sarkozy’nin ve birinci sıradaki yardakçısı İç İşleri Bakanı Brice Hortefeux’nün güvenlik sorununu Fransızların kafasına ülkenin en büyük sorunu olarak kakmaları, neredeyse “korku ticareti” yapmaları, ırkçı faşistlerin ekmeğine yağ sürüyor. Bunun da ötesinde, iktidar partisi UMP ve diğer sağ partilerin seçmenlerinin giderek Milli Cephe’ye yaklaşmalarına da neden oluyor. Bu haftaki Marianne dergisinde çıkan bir kamuoyu araştırması, faşist tehlikeden sadece sağın değil, tüm siyasi partilerin payını alacağını ileri sürüyor.

Öyle ki, Sosyalist parti Cumhurbaşkanı adayı Dominique Strauss-Kahn olursa MLP yüzde 18, Martine Aubry olursa da yüzde 17 oyla 2012’deki seçimlerin üçüncü belirleyici ismi olacağı ortaya çıkıyor. Buralarda şimdiden Strauss-Kahn’ın sosyalist aday olması halinde, Strauss-Kahn ile Le Pen’in ikinci tura geçebileceği senaryosuna, (daha doğrusu kabusuna) artık “imkansız!” diyemiyoruz bile.

Bu tablo içimizi kaldırmaya yetmediyse, daha da kötü bir diğer olasılık da mümkün. 2002 yılında baba Le Pen ikinci tura Sosyalist Lionel Jospin’i arkada bırakarak Chirac’la birlikte geçmişti, aynı senaryo solda birlik, Sosyalist Partide dirlik ve düzen olmazsa son derece olası.  Sonuçta Fransız faşizminin dişi yüzü hem sağı, hem de solu sarsmaya aday. Vay bu memleketin haline!