Ulusal-neoliberalizm, sosyal-neoliberalizm, aşırı sağ vs. Göçmenlerin bile desteklediği AfD faşist bir parti olabilir mi? Bu sorunun cevabını bulabilmek için hem AfD’nin hem de faşizmin tarihsel süreçlerini incelemek lazım

Faşizmin yeni yüzü
Almanya'da AfD'ye karşı protestolar yapılmıştı. (Fotoğraf: DepoPhotos)

Ezgi Güneytepe/Göttingen

“Yeni kızılın adı artık mavi!” sloganıyla sendikalara ve isçi temsilcilerine yerleşen AfD kadrosu, “mavi” sendikanın yollarını açmaya çalışıyor. Kızıldan kastedilen sosyalizm, maviden kastedilen ise ordoliberalizm. Bundan yaklaşık on yıl önce kurulan AfD’nin kökeni Yunanistan ile olan krizde bazı ekonomistlerin ve bilim insanının “Avrupa Birliği” anlayışlarını farklı yorumlamalarıydı. Bir grup AB’nin ihracatının derinleşmesini savunurken, diğeri ise orta sınıf sermaye fraksiyonları ile ulus-devlet egemenliğini daha güçlü bir şekilde vurguluyordu.

Kuruluş Aşaması

AfD kuruluş aşamasında sağ yelpazede herkesi kapsayan ulusalcı, sosyal bir “havuz partisi” iddiası ile fraksiyonlarında her kesimi temsil ediliyordu. Öyle ki 90’larda Alman Komünist Partisinin bilinen isimlerinden biri olan Robert Farle, AfD’den milletvekili bile seçilmişti.

Ulusalcıların yanı sıra, geleneksel muhafazakâr kesim de bu tarafa kaymaya başlıyordu.

2014 yılında liberal-muhafazakâr Bernd Lucke partinin genel başkanlığını ulusalcı-milliyetçi Höcke’ye karşı kaybetti ve AfD asıl ilkelerini sürekli daha fazla sağa kayarak göstermeye başladı.

Özellikle tarihsel bilince sahip faşistler, iktidara gelmek için muhafazakarların oportünist kesimlerine, küçük burjuvaziye ve sermayeye dayanmak zorunda kalacağını çok iyi biliyor. İşte bu yüzdendir ki, faşizmin görünen ve legal yüzü olan AfD kullanışlı bir aparat. AfD gibi derin bir yapı kendisine uygun bir kitle oluşturulduktan sonra, ortaya çıkan bir parti olarak bile düşünebilir. Bu durumu ortaya çıkaran başlıca nedenler arasında; İkinci Dünya Savaşın’dan sonra özellikle yargıda ve emniyet güçlerinde Nazi yapılanmalarının temizlenmemesi (Derin devlet bu yapılanmaları yedek bir güç olarak kullanıyor), neoliberalizmin vaatlerinin tükenmesi, sosyal devletin güçsüzleştirilmesi, isçi haklarının törpülenmesi, yoksulluk, Avrupa’da artan islamo-fobi (11 Eylül saldırıları dönüm noktası olarak görülebilir), kapitalist-emperyalist savaşlar sonrası artan göç dalgaları, dezenformasyonun yaygınlaşması, sosyalist solun kimlik siyaseti içinde kaybolması ve sınıfsal duruştan uzaklaşması, on yıllardır yürütülen anti-komünizm propagandası sayılabilir.

Böyle bir seçmen kitlesini oluşturmak çok ince düşünülmüş ve tasarlanmış tarihsel bir sürecin ürünü. Yukarıda sıralanan gerekçeleri genişletmek mümkün. Şüphesiz ki, böyle bir seçmen kitlesi bir tesadüf sonucunda ortaya çıkmadı. Alman devleti kendi toplumunun kılcal damarlarına kadar girme yeteneğine ve köklülüğüne sahip.

AfD ve Neo-Nazi Bağlantıları

Partinin hem Federal Almanya’da hem de eyalet düzeyinde aktif siyasetçileri arasında uyuşturucu kaçakçılığından, vergi kaçırmadan, yaralama suçundan ve banka soygununa kadar soruşturması yürütülen birçok yasadışılık var. Bu olaylardan en çok bilineni ise Ulm’de AfD listesinden belediye meclisine seçilen Markus Mössle’in 80’li yıllarda silahlı bir banka soygununa karışması ve ünlü bir Neo-Nazi ile Michael Kühnen ile irtibatta olması. Ayrıca NPD’nin (Nationaldemokratische Partei Deutschlands) listesinden milletvekilliği adaylığı bile mevcut. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.

Neo-Nazilerin bilindik bir partisi olan NPD stratejik değişiklerle legal ve illegal kanatlarla kendini genişletiyor. Almanya silahlı kuvvetlerinin ve polis teşkilatının içinde bulunan Nazizm ideolojisinin örgütlendiği bilinen bu gerçeğe karşı devletin kurumları yeterli önlem almadığını yıllardır tartışılıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazizm bu kurumlardan temizlenmeyerek, kullanışlı aparat olarak yedeklendi. AfD, NPD, Idenditäre Bewegung vs. aklımıza gelen her türlü faşist akımın birbirleri ile bağlantıları köklü ve “derin”.

AfD’nin Gücünü Nereden Alıyor
Kurulduğu günden bu yana AfD’nin nerelerden bağış aldığı tartışma konusu olmuş, bağışlara dair usulsüzlükler tespit edilmiş. AfD’nin arkasında hangi sermayenin durduğunu tespit etmek çok kolay değil. İsviçre gazetesi WOK’un haberine göre Mövenpick’ in sahibi milyarder Finck Junior AfD’nin gizli bağışçılarından biri olabilir. Seçmenin küçük ve orta sınıflar olduğu ile övünen AfD’nin siyasetçileri aynı zamanda gizli iş ortaklıkları ile de gündemden düşmüyorlar. AfD’nin Neo-Naziler ve öğrenci cemaatleri (“Burschenschaft”) üzerinden, paramiliter yapılar ile de bağları olduğu iddialar arasında. Zaten içinde bu kadar Neo-Nazi barındıran bir partinin silahlı örgütlenmelerle bağının olmadığı düşünülemez.

AfD’nin stratejisi

Yunanistan ve AB ile ilişkilerde daha ulusalcı perspektiften, sığınmacı düşmanlığına, islamo-fobiye kadar her türlü düşmanlaştırıcı ve ötekileştirişici araçları kullanan AfD, Almanya’da yüzde 18’lere kadar yükseldi. Adeta bir siyasi bukalemun gibi, kendini iktidara taşıyacak her şeyi kullanmaya açık bir parti. Hedef gösterdiği kesimlerden bile oy ve destek alması şaşırtıcı olmasa gerek.

AfD’yi bugün “aşırı sağ” olarak nitelendirmek, bu ideolojinin tehlikesini gözden kaçırmamıza neden olur. Seçmen kitlesinin yabancılardan, LGBT'lilerden vs. oluşması sadece stratejik bir hamle olarak görülebilir. Güç dengeleri değiştiği an bu faşist partilerin nasıl tehlikeli bir niteliğe ulaşabileceğini tarih bizlere gösterdi. Bir enformasyon savaşından geçtiğimiz günümüzde faşist partiler, gerçekleri çarpıtarak ve kafası karışık kitleye ulaşarak rasyonaliteden uzak siyasi bir zemin yaratıyor. İşte bu zemin korkunun nefrete, nefretin ise şiddete dönüştüğü bir geleceği bize işaret ediyor. Yabancıların ve LGBT'li bireylerin AfD gibi bir partiyi savunmalarının nasıl bir akıl tutulması ile karşı karşıya kaldığımızın göstergesi.

Kızıl, “Kızıl” Kalacak

“Yeni kızılın adı artık mavi” sloganıyla ortaya çıkan faşistlerin hiç bir şekilde emekçiden yana olmadığını biliyoruz. Emekçiler adına yaptıkları her siyasetin sermayeye yaradığını ve sosyalist söylemleri bir araç olarak kullandıklarını “Nasyonal-sosyalizm” sürecinde deneyimledik. Ancak tarih tekerrürden ibarettir “Kızıl, kızıl kalacak!