Fatura bizim değil iktidarın

ARZU HAZER / AVUKAT

Neredeyse her gün yeni bir kadın cinayeti haberiyle uyanıyoruz. Bugüne kadar pek çok gerekçe sunuldu öldürülmemiz için. Kısa etek giymememizden, alkol kullanmamamızdan, kendilerinden başkalarını sevmiş olmamızdan, bazen sadece kendileriyle olmak istememiş olmamızdan, boşanmak istemiş olmamızdan, her istediklerini yapmamış olmamızdan, kısaca ismine erkeklik dedikleri varlığımızı tehdit eden iktidarı kabullenmemiş olmamızdan gerekçeler devşirdiler. Öyle ki artık ne yaptığımızdan, nasıl yaşadığımızdan ziyade sadece kadın olarak ‘güçsüz’ görülmemiz bile öldürülmemizin gerekçesi olabiliyor.

Nasıl bu hale geldiğimiz sorusunun yanıtı, bir miktar geriye dönüp baktığımızda kolaylıkla bulunabilir. Gelinen aşamada artık nasıl yaşadığımızdan bağımsız, sırf kadın olduğumuz için öldürüldüğümüz düşünüldüğünde, hükümetin sorumluluktan kurtulmak için kadınları suçlaması ikna edici olmaktan oldukça uzakta görünüyor.
Kadınlar olarak güvende hissetmiyoruz. Kadınlar olarak sorumlulara güvenmiyoruz. Bu güvensizlik hali, kadınları medeni birer varlık olarak bile kabul etmeyen gerici iktidarın yıllarca süren kadınları suçlama, değersizleştirme, bağımlı ve itaatkâr kılma politikalarının daha anlaşılır olmasına ve su yüzüne çıkmasına neden oluyor. Bununla da kalmıyor. İktidar olmanın en önemli unsurlarından olan yönetilme konusunda rıza duyulmasını oldukça zayıflatıyor. Rızanın bulunmadığı yerde sürdürülebilir bir iktidarın varlığından bahsetmek oldukça zor olduğundan şiddet sahneye çıkıyor.

Sahneye çıkan şiddeti daha geçtiğimiz günlerde İstanbul’da, daha kısa bir zaman önce ise Ankara’da gördük. Şilili kadınlardan oluşan Las Tesis, geçtiğimiz günlerde kadınlara yönelik cinsel saldırı ve diğer şiddet türlerini protesto etmek için bir gösteri hazırlamış ve bu gösterinin görüntüleri oldukça kısa bir sürede yaygınlaşmış, pek çok farklı ülkeden kadınlar destek eylemleri gerçekleştirmişti. Ankara ve İstanbul’da da kadınlar bu kapsamda benzer figürlerle bir protesto gerçekleştirdiler. Her iki protestoda da kadınlara yönelik şiddetin sorumlusunun polisler, hâkimler, devlet ve başkan olarak belirtildiği gerekçe gösterilerek polis müdahalesi gerçekleştirildi. Bu müdahale elbette hukuka aykırıydı. Türkiye’nin taraf olduğu ve uygulamak zorunda bulunduğu İstanbul Sözleşmesi gereği kadınlara yönelik üçüncü kişilerden gelen şiddeti dahi önleme yükümlülüğü olan devlet, bizzat kendi kolluğu marifetiyle şiddetin uygulayıcısı oldu. Yine taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik kararlarına göre barışçıl olan gösterilere müdahale etmemesi gerekirken tamamen barışçıl olan, kadınların dans edip fikirlerini beyan ettikleri bu protestoya müdahale ederek kadınları gözaltına aldı. Sahneye çıkan şiddetin kendi hukukunu yok sayacak bir boyutta olduğu açık.
Yıllarca kadınlara yönelik şiddetin faturasını yine kadınlara kesen gerici iktidar, kadınların taleplerinin ve seslerinin böylesi toplumsallaştığı bir dönemde faturanın kendisine kesilebileceği korkusuyla saldırganlaştı. Kadınlara yönelik şiddeti protesto eden kadınları gözaltına almasıyla, cinsel şiddet mağduru olarak şikâyetçi olmak için yanına gelen kadına savcının, “Ben de kadınım sen de kadınsın. Ben neden tecavüze uğramıyorum da sen uğruyorsun?” sorusunu yöneltmesiyle kadınlara

“Şiddetin sorumlusu ben değilim, sensin” demek istiyor.

Bugün kadınlar yaşamak için, özgür ve korkusuz yaşamak için mücadele veriyor. İktidarın geri adım atması onun varlığına ilişkin bir tehditse kadınların geri adım atması da bir o kadar varlıklarına ilişkin. Sokakları tıka basa dolduran, hayata rengini çalan kadınlar geri adım atacak gibi de görünmüyor.
Haydi sallayalım dünyayı,

Durmadan dans edelim özgür ve korkusuz yaşamak için.