Saklanıyorum evet, gösterecek hiçbir şeyim yok yalnızlıktan başka, açılan bir kurşunkalem kokusu, indiriyor beni çocukluğun kırık bahçesine, fazlasıyla beyaz yakalı siyah önlüklü eski dünya

Fazlasıyla ölüm

Şeref Bilsel

Konuşmasam konuşmamış olurum, harflerin de boşlukta bir katı var, beni yazdıklarımdan sorarlar diye düşünüyorum fazlasıyla. Şairler, yalancı değil, onlara ancak yalana teşne olanlar inanmayabilir, her yerde inanmayanlar inananlardan fazlasıyla saklı. İhraç edilen ve mahkeme yolu kapatılan insanlar incir ağacı altında değil Boğa’nın hayaları önünde 62 haftadır toplanıyor fazlasıyla. Her yüzün altında öykü arama dönemi geçti, her öykü bir yüzle çıkıp geliyor fazlasıyla; devlet düşmediği yeri de yakıyor fazlasıyla. Şiire inanmadığımı artık söylememe gerek var mı, yıkıldı ayrılığı, hasreti, aşkı, ölümü dallarında kurdelelerle toplayan o şenlikli orman, fazlasıyla taş ocakları, derelerin, dağların, ormanların, denizlerin kardeşliğine sokulmuş hançerler fazlasıyla…

Gündüz kaybettiğimi gece buluyorum. Rüyalar rüyalar arasında. Gidip geliyorum fazlasıyla. İnsan hep mi geç kalır, sokağı çınlatan yalnızlığın evlere döndüğü saatlere. Ve içeriden seslenmelere: Seni sevmiyor olsaydım, sevmiyor olurdum kelimeleri ve kelimeler sevmezdi kelimeleri ve aşk damlamazdı gökyüzünden alnımıza fazlasıyla.Söyleyemedim yazdım, yağmur altında çıldıran su, bahçenin bana bakıp bakıp söyleyemedikleri… Söyleyemedim. Elleri gül dağıtmaktan yanmış, eski bahçelerin yaprakları üzerinde, yerde bulduğunu gökte saklamak istiyor, kalpsiz zamanlar görmüş fazlasıyla. Ağaca inanmış sonra… Sonra yüksek dallarına zamanın, uzağı gören telaşla. Konuşur sonra: “Bir felakete uğrayacaksam adım seninle anılsın” der.

Biz seninle uzun, eğri, esmer yürüdük belki. Taşları dinledik, rüyaları açtık, geceyi duyduk, şehre bakarken nefessiz biz seninle, kesik kesik yağan zamana doğru tırnaklarımızı yiyerek yürüdük. Küfürlü, yağmurlu, camlarla yüklü yürüdük. Gittin ama gitmemiş saydı seni kırlar, ağzını ayrılıklarla yırtan yarınlar. Biz seninle hiç karşılaşmamış olsaydık keşke, bende ölmemiş sözcükler kalırdı, severdim yine seni kedilerin bile uğramadığı bir köşede. Anlatmak istediklerimiz anlaşılmasın diye şiir var; karşı köşede fazlasıyla yoksul ölümü: “Kefen yetişmezmiş garip ölene/ Meğer yârin yazmasına saralar” (Ercişli Emrah)

Suriye’de savaş sürüyor. Korsika’da, Filistin’de, Afganistan’da… Ve savaşmak istiyoruz hâtırası bizde kalanlarla. Bu yüzden savaş devam ediyor. Dünya hiç bu kadar yakından bakmamıştı bize. Gürültünün ortasına otur ve susarak kaybettiğin ormanları düşün. Gece henüz yaratılmamıştı senin kederinden doğdu karanlık, döküldü asfalt ıssız patikalara. Gelip geçenler sana günaydın desin diye. Güzel gülen telaşlı kadınlar gelip geçti. Seni özlemekle mi geçecek kalbim, de bana hangi suları serinletmek için eğildin; gelmiş değil, gelecek olman, işte bütün mesele bu. Geçmişi bağışlıyor dalından ayrı düşmüş bütün ağaçlara. Eski kıyılarını unutamadığı geçmişi bağışlıyor. Islak güneş, batmak istemiyorsan tutun sırtımdaki kayalıklara. Gürültünün ortasında otur: Dinle dünyayı. Tüccar, tacir, bezirgan, emlakçı Trump tramp, trump tramp… iİnsanlaşmak istemiyorlar. Ve biz nasıl insan kalacağız bu gürültüde.

Bir elimle diğer elimi tutuyorum, elsiz kalıyorum fazlasıyla. Yürüyorum kalbi yok zamanlar içre bir taşa varıyorum, yüzümü görüyorum, suyu okuyorum fazlasıyla. Sen misin gelen yoksa ben mi erken kalktım kendimden.Ben bu çarşılardan kovulmadım. Ben bu arastalardan kovulmadım. Ben gitmedim ki kovulmuş sayayım kedimi fazlasıyla.

Herkes duman altında. öksüzlerin ahıdır bu duman, Suriye’den vicdanımıza hicret eden fazlasıyla. Kendi güzelliğinden köpüren ölüm, seyredilmenin bende bıraktığı tozu kaldıracak, dağlar yola çıktı insanlar rüyalar içinde kalacak fazlasıyla.

Beni yurtsuz kılan alfabe çarptıkça göğsüme çoğalıyor harf harf, benden söktüğünü dağda dikiyor; aşk, Allah’ın emri, ölüm olmasaydı fazlasıyla. Şarkılar kesik kesik, otlar büyüyor ama uzaklarda; şaraba, rakıya, yağmura doğru büyüyor yaşamak, fazlasıyla hızlı, cesur. Saklanıyorum evet, gösterecek hiçbir şeyim yok yalnızlıktan başka, açılan bir kurşunkalem kokusu, indiriyor beni çocukluğun kırık bahçesine, fazlasıyla beyaz yakalı siyah önlüklü eski dünya.

Ansızın çözülüyor dünyanın bize eklediği o büyük dalgınlık bir sahil kasabasında fazlasıyla. dalgalar yoktur onları var eden zihindir, çok üzülmüş insanlar var diye dalgalar dalgalar dalgalar fazlasıyla… Yeryüzü imkânsızdır ‘imkânım var’ diyen için çocuklar bunu bilir, büyürler ölmeye doğru, ağız tadıyla ölmek imkânsızdır fazlasıyla… Çözülür o büyük dalgınlık ansızın dünya başka bir yerde biz başka yerdeyiz artık, çocuklar bunu öğrenince anneler dalgalanır fazlasıyla. Ne diyorduk? Hakikatlerin üstünü kapatan gazeteyi açtım, bir haber: “Birmingham kentindeki çocuk hastanesinde 7 yaşındaki Jay Crouch’a tek operasyonla 5 organ nakledildi. Cerrahlar, 10 saatlik operasyonda, Jay’e 2 böbrek, bir karaciğer, bir pankreas ve kısmi bağırsak nakletti. Nakil olmazsa Jay ölecekti. Adı açıklanmayan 7 yaşındaki bir çocuktan alınan iç organlar Jay’e aktarıldı. İyileşen Jay, çoklu organ nakli yapılan en genç insan olarak tıp tarihine geçti.

28 yaşındaki annesi Katie Freeston, Jay’e artık ‘Süper insan’ diyor.” Ne güzel, Batı uygarlığı insanı yaşatmak için her yolu deniyor. Gazetenin bir sonraki sayfasında başka bir haber, saklanmış: “İngiliz Donanmasına ait denizaltılar, Akdeniz’de savaşa hazırlanıyor.” Ne de olsa pırasa gibi doğranacak çok sayıda Suriyeli çocuk boynunu uzatmış bekliyor uçsuz bucaksız bir insafsızlık ortasında, fazlasıyla!