Felaketleri çağıran sorumsuzluk
Fotoğraf: AA

Tayfun KAHRAMAN, Dr. Öğr. Üyesi
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).​

Bu ülkemizde yaşadığımız ilk sel değil, ilk deprem felaketi de değil. Kentlerimizde yanlışlarda ısrar edildikçe, bizler bu suçların hesabını sormadıkça, akıl ve bilimin gereklerini yerine getirip, yapılanları denetlemedikçe göz göre göre gelen bu felaketleri yaşamaya devam edeceğiz. Asıl kahredici olan ise sorumluların vurdumduymazca, riyakârca suçu her zaman başkalarına atarak kendilerini temize çıkarma çabaları. Kentlerimiz ve insanlarımız bu tabloda sürekli krizlerle mücadele ederek ayakta durmaya çalışıyor. Yapılı çevremiz o kadar kırılgan, o kadar sağlıksız ki bir afetin yaraları sarılmadan bir diğeri ile yüz yüze geliyoruz. Deprem gerçeğini görmezden gelen, imar afları çıkartan, bu da yetmezmiş gibi dere yatağında çadır kentler kuran bir iş bilmezlik ile yönetiliyoruz. Deprem öncesi önlem almayan, denetlemeyen, görmezden gelen bir yönetimden; Hatay’da Amik Gölü’nün içine, fay hattı üzerine havalimanı yapan bir zihniyetten bahsediyoruz. Dere yatağına bitişik karayolu tüneli yapan, yeterli menfez de inşa edilmediği için su basan yolda bu beceriksizliğin, ihmalkârlığın faturasını ise onlarca canımızla yine biz ödüyoruz.

***

Malum medyaya bakarsanız deprem asrın felaketiymiş, sellere asrın yağışları neden olmuş, ama asrın liderinin yapabileceği bir şey yokmuş. On binlerce insanımız ihmalkârlık, beceriksizlik nedeniyle değil; CHP, meslek odaları ve solcular kentsel dönüşüme itiraz ettiği için ölmüş. Vatandaşları solcular kandırıyormuş, dava ediyormuş; iktidar istemiş ama bu rantiyeciler izin vermemiş. Bakanlığa bağlı Karayolları’nın yaptığı tünelin asıl sorumlusu eski belediye başkanıymış, AKP’li büyükşehir belediyesi ve iktidarın hiçbir sorumluluğu yokmuş. Söylenenler itiraf gibi: İktidar yönetebilse yapacaklarmış ama ne yönetebilmiş ne de tedbir almış.

***

Tedbir almak ise tamamen yanlış anlaşılmış. Diyarbakır’da Dicle kenarına kurulan ve uzmanların uyardığı çadır kent için “Henüz bir sorun olmamasına karşın tedbiren tahliye edildi” diyen yetkililer, almadıkları tedbire karşı tedbir almışlar. Peki, tedbir almak için sorun olmasını bekleyenlere kimse çıkıp neden burası diye sormayacak mı? Su pompası getirip suyu tahliye etmek, yerine kepçe ile su boşaltmaya çalışan zihniyet de yine aynı zihniyet. İş bilmezlik, bilim tanımazlık, beceriksizlik at başı yarış halinde. Ailesini, sevdiklerini, evini barkını yitirmiş çaresiz insanlar güvenebilecekleri bir kamu otoritesi ararken kamu kurumları onlar için sel basacak alanlarda çadır kentler kuruyor. İnsanlar deprem travmasıyla çadırda hayat mücadelesi verirken bir yandan da su baskınları ile uğraşıyor. Kamu kurumlarına ve denetim yapıldığına güvenerek aldıkları evleri başlarına yıkılan güç bela canlarını attıkları çadırlarına su basan insanlar ne düşündüler, ne hissettiler acaba? Henüz sorun olmadı diyen yetkili ağızlara göre ne zaman sorun olacak, iş işten geçtikten sonra mı? Bu sorunları küçümseme, görmezden gelme hali aynı vurdumduymazlığın ve sorumsuzluğun ürünü. İnsanlarımız canlarıyla bedel ödeyene kadar ortada hiçbir sorun yok. O sorun iktidar kaynaklı ya da kurumların ihmali sonucu değil, muhalefetin, meslek kuruluşlarının yapıp etmesidir. “Geliyorum” diyen felaketlere kulak tıkayınca, kaçınılmaz felaket de kapıyı çalınca, yani “sorun olunca” elbette bunun sorumlusu da başkalarıdır. Çok değil daha dört ay önce o tünelin açılış töreninde kurdele kesenlerin, nasıl bir sorumluluğu olabilir ki? Bedelini canıyla, malıyla bizlerin ödemek zorunda kaldığı iş bilmezliğin ve beceriksizliğin fotoğrafıdır bu.

***

İktidarın literatürüne göre sorun çıkmadıysa tedbire, denetime gerek yoktur. Sorun çıkarsa da elbette suçlanacak birileri bulunur. Servet aktarmak üzere verilecek ihaleler varken, tedbir almak üzere kaynak aktarmanın önemi yoktur. Kent ve doğa yağmasının icraatçılık adı 2 altında çılgın projelerle meşrulaştırıldığı bu söylem; beton iktidarının ezberi haline geldi. Fakat yaşanan felaketlerde öldüğümüz için yine suçlu bizleriz.

Hepimiz vatandaş olarak kaderimizi belirleyen kamu otoritesine, hükümete güvenmek istiyoruz. Bizim yerimize karar vererek bilimin sesine kulak vermelerini, sorunlar ortaya çıkmadan tedbir almalarını ve her şeyden önce bizim yaşam hakkımızı korumalarını bekliyoruz. Aslında olması gerekenden fazla bir şey beklemiyoruz. Yalnızca bizler adına doğru kararlar vererek uyguladığına güvenebileceğimiz bir kamu yönetimi istiyoruz. Aklın ve bilimin hâkim olduğu tekniğe uygun bir yapılaşma düzenine, güvenli ve sağlıklı yaşam alanları ve altyapıya sahip olmak istiyoruz.

Buna karşın her şeyin en büyüğünü, en pahalısını aynı zamanda da en işlevsizini ve gereksizini yaparken gerçek sorunları ıskaladığımız, kamu kaynaklarını önlem almak için değil, servet transferi amacıyla heba ettiğimiz ortada. Anıtsal yapılar için görkemli açılış törenleri yaparken, yaşam alanlarımızı tehdit eden sorunları kapımızı çalana kadar görmezden geliyoruz. Bu kolaycılık ve iş bilmezliğin faturasını ise canlarımızla ödüyoruz.

***

Kaderimizi değiştirmek için öncelikle sözüm ona prestij projelerine, kullanılmayan köprülere, havalimanlarına akıtılarak yandaş müteahhit zengin etmeye ayrılan kamu kaynaklarını yapısal ve yaşamsal problemlerimizin çözümüne yönlendirmemiz gerek. İtibardan tasarruf olmaz denilerek devletin haşmetini simgelediği iddia edilen saraylardansa, devletin itibarının insana yaraşır, özgür ve güvenli bir yaşam düzeninde olduğunun bilincinde, halkın kul değil, yurttaş olarak görüldüğü aklın ve bilimin egemen olduğu, demokratik bir yönetim sistemine ihtiyacımız var.

Bugün yaşadığımız felaketler gösteriyor ki, mülkiyet ilişkilerini ve rantı kutsayan, yaşam hakkının öncelik ve kutsiyetini hiçe sayan iktidar; gerçek sorunlarla yüzleşmekten, onlara çözüm üretmekten çok uzak. Bunun karşısında bizim talep etmemiz gerekense hep birlikte ürettiğimiz değeri hakça bölüşerek birlikte yönetmek olacaktır. Hepimiz için güvenli mekânlarda yaşam hakkını savunmalı ve bunu gerçekleştirecek bir yönetim sistemi için gerekli siyasi iradeyi oluşturmalıyız. Bir sonraki kader denilecek deprem ya da sel felaketi gelmeden önce, kaderimizi kendimiz belirlemeliyiz.