“Felsefe eğitiminde sorunlar” MEB ve TTK’den başlar

Atalay Girgin

“Felsefe eğitiminde sorunlar” dendiğinde, konuyla ilgili olan birçok kişi, nereden nereye, neden, nasıl ve niçin baktığına bağlı olarak, öncelik sırası değişen ya da çakışan bir dizi sorun sayabilir.

Örneğin; kimisi, genel olarak memurlaşan/memurlaştırılan öğretmenin yeterlilik/yetersizlik sorunundan söz eder. Üniversitelerin felsefe bölümlerindeki akademisyenlerin bile felsefe memuruna dönüştüğü günümüzde, 657’ye bağlı felsefe öğretmenlerinin gönüllü ya da gönülsüz memurluğu ve çaresizliğinden dem vurur.

Kimisi, okuduğunu bile anlamayan öğrencilerin artan oranına dikkati çeker. Kimisi, toplumsal olarak da beslenen felsefeye karşı önyargının hem öğrenciler hem de ne yazıktır ki öğretmenler arasında da yaygın olduğunun altını çizer. Kimisi, felsefe ders kitaplarının içerik olarak öğrencilerin düzeyinin üzerinde olduğundan ya da tam tersine iyice basitleştirildiğinden söz eder, kimisi de felsefe eğitimindeki sorunu üniversite sınavlarında yeterince soru sorulmamasına indirger.

Yukarıda belirtilen sorunlara başkalarını da eklemek mümkündür. Ancak bu sorunların tamamı bile genel olarak eğitimde ve özel olarak felsefe eğitiminde çözüm mercii olması gereken MEB ve Talim Terbiye Kurulu’nun yarattığı sorun(lar) kadar etkili olamaz. Çünkü bu kurumlar egemen eğitim anlayışı doğrultusunda hem genel olarak eğitimin hem de özel olarak ilgili dersin içeriğini belirler.

MEB ve TTK’ye egemen eğitim anlayışı, nesnel gerçekliğin olabildiğince bütünsel olarak öğrenciye kavratılmasını içermez. Aksine, var olan gerçekliğinin bilgisini bölerek parçalayarak sunar. Öğrencilerin büyük bir bölümü, nesnel gerçekliğe ilişkin farklı derslerde kendisine sunulan ya da aktarılan bilgiler arasında bağ bile kuramaz. Aslında yalnızca öğrenciler değil, aynı zamanda öğretmenler de… Hatta kılavuz olarak öğrenci ve öğretmene verilen ders kitaplarında da bu bağ kurulmaz.

Oysa sistematik eğitim-öğretim içerisinde seçmeli ya da zorunlu olarak yer verilen ya da verilmeyen her dersin (her bilgi ya da bilim dalının) konusu genelde varlık, özelde ise varlığın kendisine konu edindiği, yani nesne kabul ettiği alanıdır. Varlık, bölünüp parçalanarak konu edinilen alan ya da alanlardan ibaret değildir. Onu, yani varlığı felsefenin dışında bütünsel anlamda kendisine konu ve problem edinme iddiasında olan herhangi bir ders ya da bilgi alanı da yoktur.

Dolayısıyla doğal ya da toplumsal gerçekliğe ilişkin tek tek her derste aktarılan bilgilerin bir potada değerlendirilip sorgulanabileceği alan, temel işlevi öğrenciyi felsefi düşünmeye yöneltmek olan felsefe dersidir. Felsefi düşünmeden de kast edilen şey, öncelikle öğrencinin kavramlar arası bağlar kurarak sorular sorabilmesi, çıkarımlar yapabilmesi, kendisini ifade edebilmesidir. Keza kendisine sunulan ya da karşılaştığı bilgileri, kavramları neliği ve gerçekliği temelinde düşünerek, anlamaya yönelmesi ve gerektiğinde eleştirel değerlendirmeye tabi tutabilmesidir.

Ancak, MEB ve TTK’nin belirleyip biçimlendirdiği ders kitaplarındaki bilgisel içerik, felsefe eğitiminin temel işlevi olan felsefi düşünmeyi kolaylaştırmak, bu bilgilerin bir potada eritilmesini koşullamak bir yana, olabildiğince zorlaştırıcı bir niteliğe sahiptir. Hatta her ders aracılığıyla kazandırılabilecek olan felsefi soru sorma alışkanlığını sağlama ve kavram bilgisini bile öğrenciye kazandırma işlevinden uzaktır. Hal böyleyken, mevcut eğitim anlayışından kurtulmadığı sürece, MEB ve TTK’nin ne genel olarak eğitimde ne de özel olarak felsefe eğitiminde karşılaşılan sorunların çözüm mercii olması mümkündür. Keza genel sistematik eğitim içerisinde felsefe eğitiminin sorunlarının aşılması da mümkün değildir.

MEB ve buna bağlı olarak TTK yetkilileri de sanırım bunu kavradıklarından olsa gerek, “Bilgi Kuramı” dışındaki tüm felsefe grubu derslerini seçme(me)liye dönüştürerek, şimdilik sorundan, daha doğrusu felsefeden kurtulmayı seçmişlerdir.