Felsefede bir esinti

ASYA SELVİ

Bu kitabın bir hikâyesi yok. Çünkü aşkın, hakikatin ve sonsuzluğun zamanı yoktur, dolayısıyla hikâyesi de olmaz. Aşk, hakikat ve sonsuzluk sadece özgürlükte varolur. Özgürlük ise zamanın hükmüne itirazdır. Ve özgürlük bize her şeyi anlatır…”

Sevinç Türkmen, yayınlanan ilk kitabı Aşkın Ontolojisi ile felsefi derinliği ve düşünsel pratiğini, akıcı ve yalın bir dille, özgün bir tarzla okurlarıyla buluşturdu. Son dönemde ilgiyle okunan ve kavranmaya çalışılan filozof Spinoza’nın başta Ethica adlı eseri olmak üzere felsefesi temel alınarak kaleme alınan kitap, bir aşk deneyimi aracılığıyla doğa, arzu, erdem, hakikat ve özgürlük üzerine yeniden düşünülmesini ve bunların taşıdıkları manaların özümsenmesini sağlıyor. Yazarın okurla birlikte, aşkın özgürleştirici doğasını ve felsefeyle kesiştiği anda sonsuzluğu hissettiren evrensel etkileşimini anlama çabası, kitabın kahramanları Maria ve Bento’nun duygu ilişkisinde vücut buluyor. Sürekli okuyan, yazan, öğreten ve öğretirken öğrenen Maria; ‘şey’lerin doğasını bilme arzusunun yanı sıra, varlığımızı sayesinde sürdürdüğümüz ‘doğa’da olmaktan büyük bir neşe ve olumlama duyuyor, doğa ile buluşmasını adeta bir şölen gibi anlatıyor. Maria’nın gençlerle yaptığı felsefe tartışmaları, düşüncenin sınırlarını zorlayan kışkırtıcı sorular ve birbiriyle çarpışan yanıtlar sayesinde okurun zihninde güçlü çağrışımlar oluşmasına ve yeni ufuklar açılmasına olanak sağlıyor.

Kitap; felsefedeki ‘düşünce ve uzam, beden ve ruh, birey ve toplum…’ gibi ayrımlar aracılığıyla, yaygın olarak soyut olan yüce ve sonsuz, somut olan ise değersiz ve sonlu görülen yaklaşımlara meydan okuyarak bu ikiliklerin doğasının ortak olabileceği önermesiyle birinin diğerine göre atfedilen üstünlük niteliklerini tartışmaya açıyor. Bir insana hükmetmenin yolunun onun bedenine hükmetmekten geçtiğini ifade eden, nesnel koşulların düşünceyi belirlediğini savunan pasaj; ezilen işçi, kadın ve ötekilerin neden isyan etmediklerini ve sürekli gönüllü rıza ürettiklerini anlamamıza yardımcı olabilecek tartışmalar içeriyor. Metne göre felsefenin, sadece belirli bir aristokrat zümreye veyahut akademik çevreye ait düşünsel bir etkinlik olmadığını, herkesin gündelik hayatını kolaylaştıran bir etkinlik olduğunu ve bilhassa siyaset uğraşı içerisinde olanların etkinlik gücünü artıran mücadele pratiklerinden biri olduğunu söylemek kaçınılmaz. Keza kitaba bakarak sanatın ve müziğin insan hayatında yarattığı olumlu etki ve dönüştürücü güç hakkında kesinlik ifade eden fikirlere ulaşabiliriz.

Kitapta toplumlarda ‘Tanrı, din, devlet, iktidar vb’ otoriter güçler, kitleleri yönetmeye yarayan ve özgürlükleri sınırlayan unsurlar üzerine sürdürülen diyaloglar, okura eleştirel bir yaklaşım sunma olanağı veriyor. Tartışmalarda geçen ‘özgürlük ve zorunluluk’ kavramlarıyla ifade edilen ilişkilerin bağıntıları düşünüldüğünde, bu kavram çiftinin bir paradoksu barındırmadığı ve esasen özgürlüğün zorunluluğun yasasına yani doğaya uymakla mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Tabii ki Spinoza’nın bahsettiği anlamda bir ontolojinin konusu olarak doğadan bahsediyoruz. Bunun yanı sıra metinde ‘özgürlüğün olmadığı ve gerçekleşmesinin önünde sayısız engelin olduğu durumda, özgürlük mücadelesinin özgürlük kadar erdemli olduğu’ savından hareketle, bugün devrim koşullarının olgunlaşması için sarf edilen her türlü çabanın, küçük ya da büyük verilen her türlü emeğin ve mücadelenin devrim kadar önem ve anlam taşıdığını iddia edebiliriz.

Aşkın Ontolojisi, özünde Spinoza düşüncesinin gelişmesine katkı sunmayı arzulayan, kimi unutulmaya yüz tutmuş değerlere yeni soluklar kazandıran, özgürlüğün olanaklılığı üzerine yeni kapılar aralayan, bir toplumsal cinsiyet olarak ‘kadın’a farklı varoluş deneyimlerinin bilgisini aktaran, bir “arzu” olarak devrimin siyaset kadar felsefeyle mümkün kılınacağını savunan, okuyucuda feraset ve dinginlik hissi uyandıran bir eser olarak felsefeden yükselen bir esinti ile bu zor zamanlarda bize ferahlık ve güç katıyor.