Fidan’a özel ‘reform’larla yargı şaibe altında

Mustafa Karadağ

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman, “yükseği” alınmış HSK’nin 27 Kasım 2020 tarihli kararıyla Yargıtay üyeliğine atandı. Bu atamalarla ilgili değişik yorumlar yapıldı. Bazıları, bu iki ismi Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün kızağa çektiğini, kimileri tasfiye edildiklerini, kimileri de terfi ettirildiklerini söyledi. İnternete bu iki ismi yazan herkes, benzer yorumları görebilir. Yolsuzluk, rüşvet iddiaları dile getirildi, ama hiçbirisi hakkında bir soruşturma açılmadı ya da biz bilmiyoruz. Masumiyet karinesi gereği, an itibariyle iki isim hakkında da yolsuzluk yaptılar, rüşvet aldılar diyemeyiz.

Yargıtay’a atanmalarının hemen ardından Fidan, neredeyse daha göreve başlamadan 1 Aralık’ta Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday olduğunu açıkladı. Yargıtay atamalarının bir günde olup bitmediğini, en azından bir hafta on günlük bir süreci kapsadığını dikkate aldığımızda ne tesadüf, Yargıtay’daki AYM üyeliği seçimi 24 Kasım tarihinde, 17 Aralık’a ertelenmişti. Arkasından kamuoyunda üst düzey bir yargı mensubunun “hakkında özel bir sırrı öğrenen ve bunu dile getiren” eşine şiddet uyguladığı konuşulmaya başlandı. Eşinin, Fidan’ı HSK’ye şikâyet ettiği, şikâyetin sadece şiddet değil, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile ilgili olduğu haberleri yapıldı. HSK, alel acele ve mesai saatleri dışında böyle bir dilekçenin kendilerine ulaşmadığını açıkladı. Oysa, şikâyet edilenin Yargıtay Üyesi olması nedeniyle, “Şikâyet mercii ben değilim, Yargıtay Başkanlığı’dır” demeyle yetinebilir ya da sessiz kalabilirdi. Öğretmen hanımın bir ceza şikâyetinin olup olmadığı, ifadesine başvurulup vurulmadığı ise meçhul. Zira kadına yönelen şiddeti haber alan, polis, savcı, mülki makam, ASPB il teşkilatı veya aile mahkemesi hâkimi ya da herhangi bir kişi, bulunduğu konum dahilinde bu iddiaların gereğine tevessül etmekle yükümlü.

Bir tarafta bunlar olurken, diğer tarafta siyasi iktidar bir hukuk, yargı reformu yapacağını dillendiriyordu. Şimdilik sadece şu söylenebilir: Hak, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi bilinci bu iktidarın fıtratında yok. 18 yıl içinde bu durum defalarca görüldü. Kamuoyu, reform adı altında yapılanların bir “kotarma harekâtı” olduğuna çok defa tanık oldu. Netice itibariyle; iktidar ve yanaşması dışındaki yapılar, aslında yargıdaki düşünce biçiminin değişmesi, bağımsızlık ve tarafsızlık bilincinin, etik değerlerin gelişmesi ile birçok sorunun çözülebileceği ve asıl çözümün demokrasinin yeniden inşası ile ilgili bir anayasa değişikliği olduğu konusunda hemfikirler.

Yeniden AYM üyeliği seçimine dönecek olursak, dile getirmek istediğimiz konu, reform konuşmaları ile ilişkilendirdiğimiz “etik” değerler. Ve ironik bir tesadüf, AYM üyeliği seçiminin olduğu gün Yargıtay Etik Kurulu seçimi de var.

Öncelikle söylemek gerekir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Fidan’ın bir suçlu olduğunu kimse söyleyemez, ama bir de meşhur sözümüz vardır: “Şüyu vukuundan beterdir.” AYM, Türkiye’de en üst yargı kurumudur, kararları tüm Türkiye’yi, yani tüm kurum ve kuruluşlar ile kişiler için bağlayıcıdır. Bazı etik kurallar hiçbir yerde yazmaz ama herkes bilir. Bazı şaibeler aydınlanmadan bireyler önemli görevlere getirilmezler. Bu tüm dünyada uygulama bulan ilkelerden biridir. Hele ki kadına yönelen şiddet, bir AYM üyesine atfedilebilecek ya da onun için uygun görülebilecek bir davranış değildir. Behemehal bu iddiaların seçimden önce açıklığa kavuşturulması, sadece hukuken değil, ahlaken de bir zorunluluktur. Şu kadar ki, Ahmet Şık ve BirGün gazetesi hakkında yapılan suç duyurusunun şaibenin giderilmesi olarak kabulü ise kabul edilebilir değildir.

İkinci olarak, seçim dediğimiz şeye ilişkin bir değerlendirme yapmak gerekir. Kamuoyunda Fidan’ın Yargıtay’da yapılan seçimden çıkacağı ve Cumhurbaşkanı tarafından AYM üyeliğine atanacağı konuşulmakta, bu konuda haberler yapılmaktadır. Bu haberler yargıya olan güveni azalttığı gibi Fidan’a da zarar vermektedir. Suçu sabit olmayan bir kişi, liyakat anlamında da şaibe altında bırakılmaktadır. Cumhurbaşkanına ait seçim/atama kriterleri İrfan Fidan üzerinden tartışılır kılınmaktadır.

Seçime ilişkin başka ve önemli konu ise seçmenlerin, yani Yargıtay üyelerinin adayların kişilik ve mesleki liyakati ile ilgili olarak, seçmeye yeter bilgi sahibi olup olmadıkları hususudur. Bu konu seçmen durumundaki Yargıtay Üyelerini de töhmet altına sokan bir durumdur. Zira, daha seçim olmadan kamuoyunda, Fidan’ın Yargıtay’a atanmadan evvel, Cumhurbaşkanı tarafından AYM üyeliğine atanacağının belli olduğu ve özellikle seçimden çıkma şansı yüksek bazı adayların, adaylıktan çekileceği konuşulmaya başlamıştı. Nitekim, bu yazı yazıldığı sırada iktidara yakın ve güçlü olduğu söylenen İsa Çelik ve Yusuf Kuzu ile Nevzat Karababa’nın adaylıktan çekilmeleri hiç kimse için sürpriz olmadı.

Bu seçimin, Yargıtay üyelerinin tercihlerini işaret edilenden yana mı tanıyıp bildikleri adaylardan yana mı kullanacaklarını göstermesi bakımından önemli olduğu muhakkak. Seçmenlerin maruz kaldıkları baskıya direnip direnemeyecekleri bakımından da önemli. Bir başka önemi ise her biri yüksek yargıç olan seçmenlerin bir yargıç hassasiyetiyle, hukuka, etik kurallara uygun karar verme bilinciyle davranıp davranmayacakları.

Belki de Yargıtay üyelerinin yapması gereken şey, Fidan’ı AYM üyeliğine seçilmesinin arkasından konuşulacak şaibelerden kurtarmak, ona bu şansı vermektir.