Fidel’in kanıtladığı şudur: Komünizm doğru hipotezdir ancak tarih komünizmin tarafında değildir, onu gerçekleştirmek için eylem, eylem için de cesaret, disiplin, kararlılık, bir de pusula gerekir

Fidel kazanacak, çünkü

ONUR BEHRAMOĞLU

Yerel bir eylemin militanının, kendisini bütün insanlığın tarihsel özgürleşmesinin faili olarak tasavvur edebilmesi gerekirdi, buna cüret etmiş ve başarmıştır.

“Siyasetçiler gibi dünyanın her gün değiştiğini, bu değişimlere ayak uydurmamız gerektiğini söylemenin bir anlamı yok. Ekonomiyle, iktidar paylaşımıyla, geniş kalabalıkların maddi ve entelektüel yoksulluklarıyla ilgili temel yasalar iki yüzyıldır hiç değişmedi. Bize düşen, piyasanın aldatıcı ajitasyonundan ayrı bir değişim başlatmaktır” diyen Alain Badiou’nun teoride söylediğini pratikte gerçekleştirmiş, komünizm fikrini askeri zafer saplantısından arındırıp gündelik hayatın çeşitli alanlarındaki kazanımlarla dolaşıma sokmuş, küresel ekonominin sürdürülebilirliğini sağlamaya indirgenmiş siyaseti-sürekli bir şeyler yapmaya karar verip karar vermekten başka hiçbir şey yapmaya gücü yetmeyen demokrasi anlayışını-serbest piyasa mitini reddetmiştir.

Kapitalizmin hakikati, insan ihtiyaçlarını daha verimli biçimde karşılamak değil, meta-para-meta döngüsünün kendi içinde amaç haline gelmesidir, Kapital’den beri biliyoruz bunu. O halde mülkiyet meselesine bakmak gerekir. Kapitalizm onu özelleştirip kutsayarak taşıyıcısı olan sosyal sınıfa teslim eder, sosyalizm ona karşı çıkıyor gibi yapıp merkezileştirerek kendi seçkinlerine verir, komünizm ise mülkiyetin yapısını ve anlamını tarumar eder. Gerçekleştirmek istediği hedefe ulaşabilmesi için bildiğimiz insandan başka türde bir insana ihtiyaç vardır, işte onun örneğidir Fidel. Bir ömür boyu parasız-mülksüz yaşamış, kapitalizmin arzu kışkırtıcısı tüketim mantığının karşısına yepyeni bir mantıkla dikilmiş, liberalizmin bencil özgürlük tahayyülüne kolektivist bir insan özgürlüğü anlayışıyla yanıt vermiştir. Hırsızlığa, işsizliğe, adaletsizliğe karşı çıkan ancak bunun kötü politikacılardan kaynaklandığını sanan insanlara sorunun sistem olduğunu göstermiş, bir toprak sahibinin oğlu olarak doğmasına rağmen her ânını bir komünist olarak yaşamıştır.

Mao’nun sözüdür: “Komünist hareket olmadan komünizm de olmaz.” Bunu, “Komünist parti olmadan komünizm olmaz, komünist devlet olmadan komünizm olmaz” şeklinde okuyanlar Stalin övgüleri düzmeye devam ederken, tarihin gördüğü en büyük mücadele adamlarından biri olarak Fidel, “Etik sadece ahlaki bir mesele değildir. Masum insanların feda edilemeyeceği ilkesi bizim felsefemizdir. Stalin’in öngörüsü vardı, bazı yararlıkları oldu ama otoriter, gaddar ve baskıcı yöntemler kullanmıştır. O, ülkenin 1941’de milyonlarca Alman askeri tarafından istila edilmesinin en büyük sorumlusudur. İçeride yaptıklarından söz etmiyorum, bunlar zaten bilinir: Güç istismarı, baskı, insanın putlaştırılması. Oysa bir devrimcinin havsalası haksızlığı almaz. Alamaz” diyebilmiş, yaşarken bir tek heykelini bile diktirmezken komünist hareketin sürekliliğini eylemlilikle-bilimsel çalışmayla-öncü atılımlarla sağlamıştır.

Burjuvazinin örgütlü iktidarının (yani mevcut devletin), kapitalizmin, bozuk düzenin korkunçluklarını sabahtan akşama kadar tekrarlayan demokratlar kahvelerini yudumlamaktayken, 1953 yılında, plaka numarası 50 315 olan bej bir Chevrolet ile birkaç ay içerisinde elli bin kilometre kat edip bin iki yüz gençten oluşan küçük bir ordu yaratmış, bu orduyla Moncada ve Bayamo kışlalarını basmış, saldırı başarısızlığa uğrayınca teslim olmayıp dağlara çıkmış, yakalanıp öldürülecekken “Ateş etmeyin, fikirleri öldüremezsiniz!” haykırışıyla askerleri durduran Yüzbaşı Pedro Sarria sayesinde hayatta kalmış Fidel’in kanıtladığı şudur: Komünizm doğru hipotezdir ancak tarih komünizmin tarafında değildir, onu gerçekleştirmek için eylem, eylem için de cesaret, disiplin, kararlılık, bir de pusula gerekir. “Kristof Kolomb’un pusulası olmasa hiçbir yere varamazdı. Ben pusulamı Marx ve Lenin’de, bir de, dört bir yanı sarmış o kibir ve hırsın ortasında ‘Dünyanın tüm ihtişamı bir mısır tanesine sığar’ diyen Marti’nin ahlakında buldum” diyen Fidel, 2 Aralık 1956’da seksen iki adamla bir kez daha ülkesinin topraklarına ayak basmış, an gelmiş savaşı sadece yedi tüfekle sürdürmüş, hiçbiri askeri okuldan geçmemiş bir insan topluluğuyla düzenli orduyu yenebilmiştir.

Gelin tarihin olağanüstü anlarından birine gidip, Moncada Kışlası önünde çatışan Fidel’e kulak verelim: “Ortada kaldım. Sokağın ortasında tek başıma, yapayalnız. Bu gibi durumlarda inanılması güç şeyler olur. Orada, kışla girişinin karşısındaki sokakta tek başımaydım. O anda ölüme karşı tamamen kayıtsızdım sanırım. Sonunda bir otomobil kurtardı beni. Artemisa’dan Santana adında bir delikanlıydı. O zamandan beri onunla konuşup, nasıl olup da o kurşun cehennemine girdiğini sormak istemişimdir. Pek çok başka durumda da olduğu gibi, insan bunu yapmak için önünde yüz yıl olduğunu düşünür… Ama ne yazık ki Santana öleli on yılı geçti.”

Fidel öleli birkaç gün oluyor. Romalılar ölüme, ‘ad plures ire’ (çoğunluğun yanına gitmek) derlerdi. Yaşarken ayrıcalıklı azınlıkların yanında saf tutanlar aslında çoktan ölmüş, ezilen yığınlarla omuz omuza savaşanlarsa ölüyken bile yaşıyor gibidirler.

Hasta La Victoria Siempre! Adios Comandante!

NOT: Yazımı yazdığım gün, 2 Aralık 2016, ustamız Ahmet Telli’nin 70. yaşını kutluyoruz. “Yüreğinin pas tutmakta olan kıvrımları / sarsılsın bir an öfkenin gökgürültüsüyle / beyninin her hücresi bir gerilla gibi / kuşansın pusatlarını ve sokağa çıksın / ve bir hançer gibi saplansın / puştlukların ihanetlerin bağrına / Bak o zaman nasıl bitecek yanlışlar / ve cehennemleşen yalnızlığın / Sevdalar duman olmayacak o zaman / Hüznün isyan olmuştur çünkü / Hüznün isyan olmalıdır” dizelerini ezberimden yazıyorum, masamda duran resmine bakarak Fidel’in.