Fikrimin İnce Gülü öldü bugün

AYSEL KORKUT

Epey bir zamandır bekliyordum bunu. Telefonda numarasına rastladıkça aramak istiyor ama arayamıyordum. Eşinin vefatından sonra hiç aramadım. Baş sağlığı dilemeye ne elim vardı ne de dilim. O zaten aramazdı. Konuşamadık.

Yazarları çatısının altına toplayan, sonra da onları derinlere gömen yayınevlerinden biri, Adalet Ağaoğlu’nun eserlerini de bünyesine almış, birçoklarına yaptığı gibi daha yaşarken onu da gömmeye çalışıyordu. Son konuşmamız bu süreçte oldu. O gün, yayınevinden uzun uzun şikayetlendiğini hatırlıyorum. Sonra yayınevi değiştirdiğini işittim.

“Yetmez ama evet!” deyişine şaşırmıştım, çünkü beynim, onun daha öngörülü olduğunu düşünüyordu ya da gönlüm öyle olmasını istiyordu. Ancak birçokları gibi öfkelenmedim, kendisini bir kalemde silip atmadım, lince katılmadım… Yine de biraz öfkelenmiş olmalıyım ki yangınını söndürmek için su da taşımadım. Aslında “Yetmez ama evet!” derken de sonrasında pişmanlığını dile getirirken de onu gerçekten anlamıştım. En azından öyle olduğunu sanıyorum.

Hayatı boyunca yazdı. Artık yazamıyordu. Yani aslında zaten çoktan ölmüştü. Geçen her gün onun için gereksiz bir uzatmaydı. Bunu biliyor ve artık ölüm haberinin geleceğini çoktandır hissediyordum. Hazırlıklı olmak üzülmeye engel mi? Hayır.

Geçen ay üçlemesini okudum bilmem kaçıncı kez. Üçlemenin üçüncü kitabı olan Hayır’da, baş kahraman Aysel, o sıralar, Aydın İntiharları ve Geleceğin Başkaldırısı adlı bir araştırma üzerinde çalışan -ki bu kahraman gerçek hayatta biraz Leyla Erbil’dir- bir bilim insanıdır. Ankara’nın önemli üniversitelerinden birinden atılmış, geri alınmış, yine atılmış bir profesör. İkinci kahraman Tezel de bence özünü Tezer Özlü’den alır. Kahramanların bir diğeri Ali’de ise Ahmed Arif’in izleri görülür.

Sağ onu zaten anlayamazdı, nitekim anlamadı. Kitaplarında bazı solculara sıkça çattığı için sol da pek tutmadı kendisini.

Adı lazım değil bir başka yazar, Bir Düğün Gecesi’nin çalıntı olduğunu iddia edip durdu. O da “Eğer çalıntıysa bu kitaba Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü veren seçici kurul bunu niye görmedi?” diye kitabını savundu.

Güçlüydü, dişliydi ve çok da iyi yazardı ancak hiçbir zaman baş tacı edilmedi. Onca güçlü bir kalemi olmasına rağmen, toplumda bir mankenden, bir futbolcudan veya uyduruk bir şarkıcıdan daha fazla tanınamadı.

Tezer Özlü de çok öfkeliydi kendisine. Bir yandan, dönemin yazarlarını -bir kısmı Köy Enstitüsü çıkışlı oldukları için- “Köylüler” diye hakir gören kentsoylu satırlar yazarken Leyla Erbil’e gönderdiği mektuplarında, Adalet Ağaoğlu’na da sıkı çatıyordu. Belki Leyla Erbil de öfkeliydi, ancak bunun dışavurumunu ben bilmiyorum. Varsa da okumamışım.

Adalet Ağaoğlu’nun Leyla Erbil’e yaptığının çok benzerini yıllar sonra Elif Şafak da kendisine yaptı. Adalet Ağaoğlu birine kapısını açmış, içeri buyur etmiş fakat o misafir tarafından ihanete uğramıştı. Bu, onun gibi birisi için çok ağırdı. İki açıdan ağırdı. Bir, bu olay, kendisinin Leyla Erbil’e yaptığını geri dönüp düşünmesine ve kendisiyle yüzleşmesine sebep olmuştu. İki, birisine güvenmiş ve o kişi tarafından ihanete uğramıştı. Her ikisi de ağırdı.

Hayır’ı okurken onu niye aramadığımı da anlar gibi oldum. Aramıyordum, çünkü onun artık bütün kapılarını kapattığını içten içe biliyordum. Bunu şu satırlardan sezdim:

Layana:

"Yalnız yaşamayı nasıl başarıyorsunuz, ne olur bana da öğretin."

Aysel:

"Lütfen bir daha kapımı çalmayın. Telefon da etmeyin."

Layana:

"Boş kata birinin geleceğini söylemişlerdi. Günlerdir bekledim.

Sizi beklemiştim."

Aysel:

"Yukarda mı oturuyorsunuz?"

Layana (umutla):

"Evet. Çok yalnızım. Girebilir miyim?"

Aysel (iki arada bir derede):

"Az önce de geldiniz. Sonra telefon ettiniz. Size, yorgun olduğumu söyledim, değil mi?"

Layana:

"Beş on dakikacık... "

Aysel (ansızın, kesin):

"Hayır. Beni yalnız bırakın!"

Layana (yakaran bakışlar):

''Akşam gelebilir miyim?"

Aysel:

"Hiçbir zaman."

“Bu çiçekleri de götürün.”

Layana:

“Onları sizin için topladım.”

Aysel:

“Benim için hiçbir şey yapılmasını istemiyorum.”

. . . bağlanış, sözveriş, önünde sonunda kopacak bir ilişki... istemiyorum.

-Kara saçlı Layana yirmi beşlerindeydi. Tavanda mikadan kuşları sallanıyor. -

Karl:

"Geride bıraktığı mektubunda kuşların size verilmesini istiyor.

Almak hoşunuza gider miydi?"

Aysel:

"Evet. Ayrıca çok üzgünüm."

Karl:

"Ben de. Böyle olacağını düşünmemiştim."

Layana... Kara saçlı Layana...

“Yalnız yaşamayı nasıl başarıyorsunuz, ne olur bana da öğretin.”

***

Büyük bir yazardı Adalet Ağaoğlu. Türk edebiyatının mihenk taşlarından birisiydi. Benim gözbebeğimdi. Bana “Genç hayranım.” derdi ve o, bunu dediğinde ayaklarım yerden kesilirdi, çünkü bu söz kendimi gerçekten genç sanmamı sağlardı.

O insan yutan yayınevine gitmekle iyi etmemişti. Bunu sonra kendisi de gördü ve değiştirmeye çalıştı ancak bu, fazlaca işe yaramadı. Çünkü o malum yayınevi kendisini yarı beline kadar toprağa gömmüş bulunuyordu. Ve artık o da gömüldüğü o yerden çıkmak için çırpınacak kadar genç değildi. Yine de teslim olmayı reddetti ve en azından yayınevini değiştirdi.

Bazı yayınevlerinin neden böyle davrandıkları üzerine tez bile yazılabilir, ancak konumuz bu değil.

Bugün, şu saate kadar on adet Ölmeye Yatmak satmış D&R. Akşama kadar kim bilir daha kaç tane satacak… Sağlığında satılmayan kitapları şimdi kapış kapış gidecek Adalet Ağaoğlu’nun. Bu tuhaf durum için de kitaplar dolusu yazılabilir.

Aydın İntiharları ve Geleceğin Başkaldırısı incelemesini yapan bilim insanı kahraman gibi, Edgar Allan Poe, Aleksandr Belyaev* benzeri Açlıktan Ölen Yazarlar’ı inceleyecek bir başka bilim insanı kahraman daha gerekiyor aslında edebiyata. Adalet Ağaoğlu değil artık ama bir başkası yaratır belki bir gün o kahramanı…

Adalet Ağaoğlu, Ruh Üşümesi’ni yaşamış, Göç Temizliği’ni yapmış, Hayır’da o sandala binmiş ve çekip gitmişti. Çoktan gitmişti. Şimdiki gidişi o yüzden sürpriz değil fakat çok üzücü. Fikrimin İnce Gülü öldü bugün. 91 yaşında bir çınar öldü. Onun ölümüyle birlikte Cumhuriyetin ilk yıllarına şahitlik etmiş son yazarımız da gitmiş oldu. Çok üzgünüm. Edebiyatımızın başı sağ olsun.


* Barış Özcan’ın “Su Altında Yaşanabilir mi?” başlıklı videosu sayesinde -teşekkür ederim- öğrenip tanıştığım yazar.