Ortalama bir sporsever FIFA’nın nasıl bir kurum olduğunun bilincinde. Ayrıca FIFA, ilk defa insan hakları sicilinin tartışmalı olduğu bir ülkede Dünya Kupası düzenlemiyor.

Filler tepişir, çimenler ezilir

Eren TUTEL

2022 Dünya Kupası Katar’da tartışmaların eşliğinde başladı ve turnuvanın bir haftasını bugün geride bırakacağız. Kupa öncesinde Katar üzerine yapılan tartışmalar turnuva sürecinde de devam ediyor ve pek de bitecek gibi değil. Tartışmalar Katar’ın insan hakları sicilinden başlayıp oradan turnuva öncesi statlara getirilen içki yasağına, daha sonra da LGBTİ+’ya karşı gösterilen tahammülsüzlükle had safhaya çıktı.

Tüm bu gelişmelerden sonra topun ağzındaki kurum olan FIFA’ya karşı yapılan eleştiriler bir hayli sert bir tonda ilerliyor. Kısaca durum artık Batılı ve Doğulu zenginler arasında bir çıkar çatışmasına dönüştü. FIFA’nın para uğruna temel insan haklarının olmadığı bir yerde organizasyonu düzenlediğini ifade eden Batı, Katar’da yaşananları bir Şark-Garp çatışması olarak yansıtmaya çalışırken Doğu tarafı ise Batı’nın bu tavrını ‘kronik ırkçılık’ olarak yorumlayıp kendi kültürlerine saygı duyulmadığını belirtiyor.

İki taraf da elbette meseleye yüzeysel ve kendi kitlelerini memnun edecek şekilde bakıyor. Öncelikle FIFA, kurulduğundan bu yana temel mottosu ‘Quid pro quo*’ olan bir yapı. Bu kurum rüşvet ağlarının hâkim olduğu, amiyane tabirle söylemek gerekirse ‘parayı verenin her zaman düdüğü çaldığı’ bir yer. FIFA neoliberal düzende büyüdü, gücüne güç kattı, zenginleşti ve oyun popülerleştikçe bu rüşvet ağını genişletti. Yani Katar’dan önce de sonra da hiçbir organizasyon temiz olmadı, olmayacak. Aslında bunları burada tekrarlamamızın pek bir anlamı yok; ortalama bir sporsever FIFA’nın nasıl bir kurum olduğunun bilincinde. Ayrıca FIFA, ilk defa insan hakları sicilinin tartışmalı olduğu bir ülkede Dünya Kupası düzenlemiyor.

1938 ve 1978’de neler oldu?

Bunlardan ilki 1938’de Mussoloni’nin yönetimindeki İtalya’da düzenlenen organizasyon. Kupa faşist rejimin propaganda malzemesine dönüştü ve turnuvayı ‘şaibe’ iddiaları altında İtalya kazandı. Bu arada belirtmekte fayda var, 1938 Dünya Kupası’ndan iki yıl önce 1936’da da Nazilerin hâkimiyetindeki Almanya’da da olimpiyat düzenlenmişti. Anlayacağınız IOC’nin de FIFA’dan pek bir farkı yok. 1978’de ise bütün itirazlara rağmen organizasyon aşırı sağcı Jorge Rafael Videla’nın cuntasının yönetimindeki Arjantin’de düzenlendi. Tabii 1938’e göre teknoloji bir hayli gelişmişti ve kupa, insanları stadyumlarda canice öldüren bir rejimi aklama çabasına dönüştü. Eduardo Galeano kült eseri Gölgede ve Güneşte Futbol’da o günleri şöyle özetliyor: “Buenos Aires’in Monumental Stadı’ndaki açılış töreninde marşlar çalınırken, Generel Videla, Havelange’ye nişan taktı. Oradan birkaç adımlık mesafede Arjantin’in Auschwitz benzeri işkence ve yok etme merkezi Mekanize Piyade Okulu’nda birtakım masum işler çevrilmekteydi. Ve oradan birkaç kilometre uzakta da uçaklar mahkûmları diri diri denizin dibine yolluyordu.” Tüm bunlar yaşanırken dönemin FIFA Başkanı, “Sonunda dünya Arjantin’in gerçek görüntüsünü görme fırsatını bulacak” derken özel davetli eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ise, “Bu ülkenin parlak bir geleceği var” ifadelerini kullanıyordu. Ve bu sürecin sonunda ne oldu dersiniz? Tabii ki kupayı Arjantin şike iddiaları arasında kazandı, tıpkı İtalya gibi. Yani FIFA’nın gerçek yüzünü öğrenmek için oturup Netflix’teki belgeseli izlemeye ve şaşırıyormuş gibi yapmamıza gerek yok.

Katar’da yaşananlar

Değinmemiz gereken daha önemli konular var. Bu FIFA’dan önemli ve Katar’da yaşanan şeyin Şark-Garp kavgası ya da kültürel bir çatışma olmadığının, çok daha evrensel bir olgu olduğunun başka bir kanıtı. Turnuva başlamadan önce sıklıkla bahsettiğimiz ancak başladığı andan itibaren hemen hemen herkesin unuttuğu göçmen işçilerden bahsediyorum. Katar 2022 tamamen onların emeği, alın teri üzerine inşa edildi ve bazıları çalışırken hayatlarını kaybetti. Tam ölüm sayısı halen bilinmiyor ancak bildiğimiz bazı şeyler var, onlardan bazılarının hikâyeleri. Örneğin stadyum inşaatlarında çalıştığı sırada 43 yaşında yaşamını yitiren Madhu Bollapally. Eşini ve 13 yaşındaki oğlunu bırakıp gittiği Katar’da oda arkadaşları tarafından yerde cansız bedeni bulunuyor. Kavurucu sıcaklarda hiçbir önlemin alınmadığı yerlerde çalışan Hintli Bollapally’nin ölüm nedeni kalp krizi ve kayıtlara doğal ölüm olarak geçiyor. Eşinin aktardığına göre Bollapally’nin daha önce hiçbir sağlık problemi yokmuş. Bollapally’nin ailesine 6 yıllık çalışmasının karşılığında 114 bin Hint rupisi yani günümüz kuruyla 25 bin 993 TL ödeniyor. Bir canın bedeli yalnızca yıllık 4 bin 332 TL…

Geçelim Bangladeşli Mohammad Shahid Miah’ın hikâyesine. Henüz 30’larının başında olan Miah, Katar’da çalıştığı sırada elektrik akımına kapılıyor ve yaşamını yitiriyor. Ailesinden alınan bilgiye göre tazminat olarak hiçbir ödeme yapılmamış ve aile ne Katarlı yöneticilerle ne de Miah’ın çalıştığı şirketle bir bağlantı kurabilmiş. Henüz 20’sindeki Nepalli Ghal Singh Rai ise para biriktirip daha iyi koşullarda yaşamak için Katar’ın yolunu tutanlardan. Güvenlik ve temizlik işçisi olarak çalışan Rai, koşullara dayanamayıp intihar ediyor.** Daha yüzlerce, binlerce kaybolan insanın öyküsü Katar’ın stadyumlarında yatıyor.

Günde 18 saati bulan çalışma saatleri, kavurucu güneş altında zorlu mesailer. Hijyenin olmadığı inşaat halindeki izbe yerlerde toplu halde konaklama… Birçoğu ne yaşadıklarını anlatacak fırsata sahip olamadı. Bu yüzden yaşananların bir kültürel çatışma olarak gösterilmesi doğru değil. Katar, şu an dünyanın bir prototipi olarak ayna işlevi görüyor. Tıpkı Katar’da olduğu gibi dünya serveti de çok küçük bir zümrenin elinde toplanmış durumda ve her geçen gün bu zümre daha da zenginleşiyor. Özetle filler tepişirken çimenler ezilmeye, 22 kişi bir topun peşinde koşmaya, biz ise onları heyecanla izlemeye devam ediyoruz.

* Bir şey için bir şey

** https://www.theguardian.com/global-development/2021/feb/23/revealed-migrant-worker-deaths-qatar-fifa-world-cup-2022