“Bazı arkadaşlarım ‘Ya çok politik olmuş’ dediler. Evet, politik oldu çünkü Yaşar Kemal zaten politik bir adamdı. 17 yaşında komünist olmaktan hapse girmiş bir çocuktan söz ediyoruz”

"Film politik oldu çünkü Yaşar Kemal politikti"

ÖYKÜ ÖZFIRAT

Oyuncu ve yönetmen Aydın Orak’ın yönetmenliğini yaptığı Yaşar Kemal Efsanesi belgeseli 27 Temmuz’da Başka Sinema’da izleyiciyle buluşuyor. Uzun bir arşiv araştırmasının ardından ortaya çıkan eserde, Yaşar Kemal’in hayatına dair hiç bilinmeyen yönleri öğreniyor sevenleri. Yaşar Kemal’i genellikle kendi sesinden, yer yer de dış ses olarak Halil Ergün’den dinlediğimiz belgesel, izleyenlerin salondan umut dolu çıkmasına neden oluyor. Yaşar Kemal Efsanesi’nin yönetmeni Aydın Orak ile belgesel üzerine konuştuk.

Yaşar Kemal belgesel filmi çekme fikri nereden çıktı?

Öyle bir Yaşar Kemal filmi yapayım gibi fikir yoktu bende. Yaşar abi ile 2005’ten 2015’e kadar, yani ölümüne kadarki süreçte tanışıyorduk zaten. Bir araya geliyorduk gerek telefonla gerek yüz yüze. Bir süre sonra arayayım dedim fakat cenazesini kaldırdık. Hala telefonu bende kayıtlıdır. Sonra ona olan özlemimi gidermek için bir film yapayım dedim. Zaman zaman izleyip, mutlu olayım diye… Fakat bir yerden sonra iş biraz büyümeye başladı. Biyografisini araştırmaya başladım, Adana’ya gittim, çeşitli dostlarıyla görüştüm ve onunla ilgili arşiv taramaları yaptım. Büyük bir arşiv kaynağı çıktı karşıma. Daha önce onunla ilgili hiç bilmediğim, duymadığım şeyler çıktı ortaya. Ve sonuç itibariyle ilk hali 4 saatlik olan bir belgesel çıktı. Sonra onu bir belgeselin ortalama izleme süresine indirmeye çalıştım. Fakat 4 saatten indire indire 2 saate indirebildim. Daha fazla kıyamadım. Hala da benim için çok eksik yönleri var dâhil edemediğim. Bu haliyle festivalleri gezdik ve vizyona hazırladık.

Bilmediğimiz şeyleri araştırmada öğrendim

Yaşar Kemal hakkında daha önce bilmediğiniz ve arşiv taramasından öğrendiğiniz yeni bilgiler var mı?

Onlarca var. Babasının üvey kardeşi tarafından gözlerinin önünde öldürülmesi olayını bilmiyorduk. Ya da işte tek gözünün kör olduğunu hepimiz bilirdik ama herkes başka rivayetlerde bulunuyordu. Kimisi kaza diyordu, kimisi doğuştan diyordu ve direkt ona da sormuyorlardı. Gözünün de kurban kesiminde eniştesinin bıçağının fırlaması sonucu gözüne saplanması ile bu hale gelmesi olayı da bana ibret verici geliyor. Ulaş Bardakçı’ya yazdığı şiir de keza öyle. O şiiri de yeni yayınlanan şiir kitabı “Bugünlerde Bahar İndi”de yayınlandı. O türkünün, ona ait olduğunu kitap yayınlandıktan sonra öğrendik. Bu türküyü hepimiz biliyoruz gerek Zülfü Livaneli’den gerek Grup Yorum’dan dinlemişizdir. Fakat hiçbir kaynakta sözün Yaşar Kemal’e ait olduğu yazmıyordu. Filmde bunun gibi Yaşar Kemal’e ait birçok anekdot var. Filmi izledikçe onu hiç tanımadığımızı anlıyoruz. Herkesin hayatına Yaşar Kemal bir noktada değinmiştir. Gerek bir kitabıyla gerek bir sözüyle gerek bir fotoğrafıyla. Fakat o kadardır, yani yüzeysel değmiştir. Benim 10 yıllık bir iletişimim dostluğum olmasına rağmen ben de o kadar detaylı bilmiyordum onun biyografisini. Filmi yaptıkça öğrendim. Babasının üvey kardeşi tarafından öldürülmesi ve sonradan ona bir kan davası empoze edilmesi konusu vardı onu filme dâhil edemedim. Ailesi onu çocuğu öldürmeye yönelik ikna etmeye çalışıyordu fakat o oralı olmadı ve daha çok gidip doğayı dinlemeyi tercih etti. Ve bu onu bu kan davasından kurtarmış oldu.

Yaşar Kemal zaten “Kimsecik” üçlemesinde o çocuğun psikolojisini irdeliyor. O da anlamaya çalışıyor aslında. Babası 1.Dünya Savaşı sırasında Van’dan Çukurova’ya göç ettikleri dönemde yolda ölüme terk edilmiş bir çocuğu tekrar yaşama kazandırıp daha Yaşar Kemal doğmadan onu sahipleniyor. Ve bir yerden sonra çocuk, Yaşar Kemal babasıyla namaz kılarken onu sırtından hançerliyor. Yaşar Kemal o çocuğa kin gütmektense onun psikolojisini anlamaya çalışıyor.

Şu ana dek 1500 kere izledim

Film çeşitli yerlerde gösterildi. Geri dönüşler nasıldı?

Ben şimdiye kadar yaklaşık 1500 kezdir falan izliyorumdur filmi. Ve her gösterimi aynı heyecanla gidip izliyorum. Sonuçta bu benim yaptığım eser diye bakmıyorum. Yaşar Kemal’i izliyorum. Filmi her izlediğimde beni motive ediyor. Katarsise uğruyorum ve bir tür arınma gerçekleşiyor bende. Film sonrası sokağa daha umutlu çıkıyorum. Onun için her gösterimi özellikle gidip izliyorum ve sıkılmadan izliyorum. Sonrasında söyleşiler de çok sohbet havasında geçiyor. Herkes Yaşar Kemal ile anılarını anlatıyor. Teknik kısmını zaten ortaya serecek değilim çünkü çok klasik anlatım biçimiyle yapmayı tercih ettim. Üst ses kullandım Halil Ergün seslendirdi. Kendisi anlatıyor, kendisinin eksik kaldığı yerlerde Halil Ergün tamamlıyor. Benim izleyebileceğim benim duygularıma hitap eden bir film çıksın ortaya istedim. Bunu tüm klişeleri de kullanarak yaptım.

Arşiv bilgilerinin derlenme süreci ne kadar sürdü?

Toplamında 2 yıl sürdü. Gerek o eserlerin okunması, arşiv taranması, kurguyla beraber 2 yıl sürdü. Çok geniş bir çevresi olmuş, dolu dolu yaşamış herkese dokunmuş herkesle fotoğrafı var.

Elimde Yaşar Kemal’in 10 bölümlük 1’er saatlik bir belgesel yapılabilecek bir malzeme var. Fakat bunla yarın bir gün bir seri için, bir DVD için ya da bir televizyon kanalı için böyle bir şey istenirse yapılabilir. Ben bana dokunduğu kadarını kullandım. Sonuçta her yönetmen farklı bir şey yansıtır. Ben bir de Yaşar Kemal’in edebiyatını çok masaya yatırma taraftarı değilim. Onun için bu işin uzmanlarıyla görüşüp “Yaşar Kemal” şöyle büyük bir yazardı demeyi doğru bulmadım. Onu tartışmaya bile açmadım farkındaysanız. Daha çok ona söz hakkı tanıdım. Başkası onun hakkında konuşsun değil o kendisini bize anlatsın istedim. Eksik tarafları da yine onun yazdıklarından bir metin oluşturup tamamladım.

Film Avustralya ortak yapımı. O bağlantı nasıl gerçekleşti?

Nova Films bizim iş ortağı olduğumuz bir şirket. Sahibi benim yakın dostum. Onları Türkiye’de yaptığım bütün filmlere iş ortağı olarak dâhil ediyorum. Onlar da Avustralya’da ortak oluyorlar. İşin ekonomik bir yüzü yok. Tamamen iş ortaklığı. Filmin Avustralya’daki hakları, oradaki festivaller, gösterimler vs onlar ilgileniyor. Türkiye’ye dâhil olmuyorlar yani. Ekonomik ortaklıktan çok bir iş ortaklığı durumu var.

Musa Anter’in anılarını oynadığınız sahneler var filmde. O görüntüleri koyma fikri nereden ortaya çıktı?

Musa Anter’in oyununda geçen ve direkt Musa Anter’in ağzından anlatılan bir oyun. Ben orada oynuyorum diye koymadım. Çünkü mesela Metin Belgin bir şiir okuyor filmde. Çeşitli insanlar onunla ilgili bir şeyler okuyor. O bölümü ben oynuyorum diye değil Musa Anter, Yaşar Kemal’i anlatıyor diye koydum.

Filmde Venedik’te sahnelenen piyesinden bahsediliyor. Ödül adaylıklarına bakarsak yurt dışından ilgi nasıl sizce Yaşar Kemal’e?

Yaşar Kemal’in kitapları zaten neredeyse bütün dünya dillerine çevrildi. Neredeyse bütün dünyanın da kütüphanelerinde var. Bütün dünya tanıyor. Nasıl ki bugün 2 kitap okumuş herkes Tolstoy, Dostoyevski isimlerini biliyorsa, bence dünya da Yaşar Kemal’i biliyor.

Nürnberg Film Festivali’nde filmi gösterdik. Ve genelde %99 Almanlar izledi filmi Almanca altyazılı olarak. Onlar çok ilgiyle izledi mesela.

Yaşar Kemal hep tepki verdi

Filmde vurgulanan bir söz “Türkiye’de kimsenin düşünce suçundan cezası olmamalı” sözü. Daha bugüne baktığımızda aynı durumları görüyoruz. Bu size belgeseli hazırlarken neler hissettirdi?

Asla otosansür uygulamadan yaptığım bir belgesel film. Bazı arkadaşlarım “Ya çok politik olmuş” dediler. Evet, politik oldu çünkü Yaşar Kemal zaten politik bir adamdı. 17 yaşında komünist olmaktan hapse girmiş bir çocuktan söz ediyoruz. Ölüm oruçlarından, Türkiye’deki Kürt hareketi durumundan, Diyarbakır Cezaevi ‘ne, Hrant’ın durumuna, Sivas konuşması vs. Türkiye’de bu tarz durumlara hep tepkisi oldu. Ve hep mahkemelerde ya kitapları yargılandı ya kendisi söylediği sözlerden yargılandı. Tabii ki düne baktığınız zaman, yani Yaşar Kemal’in yaşadığı dönemden bahsediyorum 2000’lerden önce diyelim, ,insanlar daha cesurdu bence. Daha zor şartlar olmasına rağmen yani bu ülke 90’ların karanlık dönemlerini biliyor, JİTEM’i biliyor, faili meçhulleri biliyor. Ölüm oruçlarının en sert olduğu dönemleri biliyor. O günlere göre bu günler daha sinik geçiyor bana göre. O en zor dönemlerde bile Yaşar Kemal gibi yazarlar kalkıp her şeye rağmen bir basın açıklaması yapıyordu. Mesela 90’ların ilk yarısında Gündem Gazetesi bombalandığında şimdi adını sayabileceğimiz bugünkü popüler kültürün isimlerinden baya bir kişi İstiklal Caddesi’ne çıkıp Gündem Gazetesi dağıttılar. Bugün bu şekilde tepki geliştirecek yazarlar da yok ortada. Yine de filmin sonunda insan bir umutla çıkıyor. Her şeye rağmen bu dünyada böyle insanlar oldu. Böyle insanlarla aynı yüzyılda yaşamak şerefine sahip olduk. Ve “Bitmedi sürüyor o kavga ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” sözü bizi motive ediyor.

Yeni kuşakların böyle insanları görmesi gerekiyor. Hep mahkemelerde geçmiş bir ömür. İnsan filmin sonunda Yaşar Kemal bu düzinelerce kitabı hangi ara yazdı diye soruyor kendine.

İnce Memed’i nasıl yoklukta yazdığını görüyoruz filmde. Soba yakacak yakacağı yok ama eldiven takıp o daktiloyla yazmış bir insandan söz ediyoruz.

Ben de Mardin’in Nusaybin ilçesinde doğmuş bir insanım. Sınırda yokluğun en dibini görmüş bir insan olarak bazen bugünkü yakınmalara şaşırıyorum. Öldük, bittik, mahvolduğu ben hayatım boyunca kabul etmedim bu umutsuz sözleri. O döneme göre bugün daha bitik değiliz, daha bitmedik yani. Yaşar baba da diyor: “İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır.” Bizi motive edecek bir umut bulmamız gerekiyor. “Bir karanlıktan geldik bir karanlığa gidiyoruz ama iyi ki geldik” diyor. Bu bence bizim bir ilkemiz olmalı. Yani yoktan geldik yoka gidiyoruz. Ya hiç gelmeseydik peki? İyi ki geldik bu dünyaya. Motive kaynağım Yaşar Kemal’dir Musa Anter’dir, Hrant Dink’tir. İnce Memed’in Abdi Ağa’ya karşı mücadelesidir beni motive eden.

Yılmaz Güney ile Yaşar Kemal alanlarında çok sembolik isimler. Onların arasındaki ilişkiye dair neler öğrendiniz araştırmalar sonucunda?

Filmin kurgusu belli bir aşamaya gelmişti ve ben hep şunu düşündüm, her şey bir rivayetle başladı. Dedim ki “Ya nasıl olur da iki Çukurovalı kendi alanında sembolleşmiş insanlar Yaşar Kemal ve Yılmaz Güney şimdiye kadar aynı karede görülmez”. Çok araştırdım bunu kafaya taktım. Yani illa ki bunların bir buluştuğu nokta olmalıydı. Nasıl olur da Yılmaz Güney Yaşar Kemal’in herhangi bir eserinin filmini çekmemiş yani, olamaz bu dedim. Peşini bırakmadım aylarca belki yıllarca. En sonunda o noktayı buldum. Çok önemli sinemacılar izledi filmi Adana’da ve o bölümde ağladılar. Çünkü o bölüm hiç kimsenin bilmediği bir şey.

Bugün Yılmaz Günay varsa, Yaşar Kemal sayesinde vardır. Yılmaz Güney serüvenini başlatan ilk kıvılcım nasıl Yaşar Kemal tarafından başlatılmış işte gidip filmde izleyip görsün seyirci. Efsane bir anekdot.

Ödül almaya gitmesi çelişkili değil

“Bu devleti bağışlamayacağım” sözü filmde de vurgulanıyor. Daha sonrasında Yaşar Kemal’in Cumhurbaşkanlığı ödülünü alırken görüntülerini görüyoruz filmde. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben her zaman çelişkilerin giderildiği tek yerin eylem alanı olduğunu düşünüyorum. Eylem alanından kaçıp bir şey söylemeyi doğru bulmuyorum. O ödül törenine gidip hiçbir şey söylemeseydi o zaman eleştiri konusu olabilirdi fakat o ödül törenine gidip gündeme dair, siyasete dair, yüzyıla dair, insanlığa dair, doğaya dair bütün fikirlerini dobra dobra söylemesi bence daha doğru ve daha etkileyiciydi. Onun için oraya gitmesini doğru buldum. Oraya gitmeseydi bugün filmde onun o sözlerini en yetkili mercilere karşı söylemesini göremeyecektik. Gitmeseydi de onun tercihi olurdu. Eleştiriyor olsaydım da filme yine koyardım o bölümleri.

Film nerelerde vizyona girecek?

Bizim dağıtımcımız Başka Sinema. Başka Sinema’nın belli başlı lokasyonları var. Biraz talebe göre şekilleniyor. Mesela Kars’ta bir sinema salonu sahibi filmi dağıtımcımızdan talep ettiğinde film oraya da gidiyor. Onun için biraz sinema salonlarının talep etmesi gerekiyor. Bazı yerlerde seyirci de talep edebilir. Seyirci gidip “Yaşar Kemal Efsanesi” gelecek mi diye talep oluşturursa sinema da doğal olarak bu talebi karşılıyor. Türkiye’de belli başlı büyük şehirlerde girebiliyor. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır gibi yerlerde girecek. Bizim gibi daha bağımsız ve politik filmleri daha çok sendikalar, öğrenci birlikleri özel gösterimleri seyirciye ulaştırıyor. Ama tabii sinemada daha iyi şartlarda izlemek daha doğrudur.