Finansal kararlar alınırken biyoçeşitliliğe dikkat edilmesini sağlamalıyız. Bu ancak bir değişim yaratmamıza bağlı. Biyoçeşitlilik üzerindeki yıkımı aşabilir ve doğal kaynakları korumanın getireceği kazancı açığa çıkarabiliriz.

Finans ve biyoçeşitlilik

Robin Smale

Finans kurumları, büyük kazanç getiren varlıklara yatırım yapmanın önemini bilir, en azından bu bir varsayım. Fakat mesele biyolojik çeşitlilik ve ‘doğal varlıklarımız’ olduğunda birçok yatırımcı bunlara halen ‘sınırsız kaynak’ muamelesi yapıyor. Doğal varlıklarımız sayesinde erişebildiğimiz hizmetlerin ücretsiz olduğu varsayılıyor. Halbuki Covid-19 salgını, insanın doğal yaşamın belirsizliklerinden bağımsız olmadığını bize gün be gün hatırlatıyor.

TÜKENİŞ TEHDİDİ

Doğal yaşamın insan eliyle yok edildiği bir gerçek. Tüm hızıyla da devam ediyor. Dünya Vahşi Yaşam Fonu’nun Yaşayan Gezegen raporuna göre, 1970 ile 2016 yılları arasında gezegenimizde doğal yaşam ortalama yüzde 68 oranında küçüldü. Türlerin nüfusu bir anda azaldığında, bir sonraki aşama tükeniş oluyor. Hükümetlerarası Bilim-Politika Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Platformu’na göre yaklaşık bir milyon tür, önümüzdeki on yıllarda tükeniş tehdidiyle karşı karşıya kalacak. Acilen harekete geçmemiz ve biyoçeşitliliği öldüren uygulamalarla mücadele etmemiz gerek.


Vahşi yaşamın karşı karşıya olduğu tehditlerin ve tükeniş tehlikesinin farkında olan siyasiler genellikle eylem çağrısı yapıyor fakat gerekli önlemleri yürürlüğe koymaktan geri duruyorlar. Halbuki iklim değişikliği ile mücadelede elde edilen başarılar gösteriyor ki, yurttaşlar liderlere baskı yaptığında eylemsizliğin siyasi maliyeti yeterince ağır olabiliyor. Avrupalı siyasiler iklim değişikliği özelinde cüretkar hamleler yapmaya ikna oldular. Bağlayıcı yenilenebilir enerji üretimi anlaşmaları yapılıyor, karbon vergilerini yürürlüğe konuyor. Çünkü dünyayı birkaç derecelik ısınmadan kurtaracak önlemleri almanın kendi görevleri olduğunun farkına vardılar.

BÜTÇELER ERİYOR

Biyoçeşitlilik mücadelesinin geleceğinde de benzer kararlar, bu kararlarla beraber gelen benzer fırsatlar var. Siyaset ve bilim, bu konuda ve doğal varlıklarımız konusunda da gitgide aynı sonuçlara varmaya başladı. Problemin varlığı da, kaynağı da siyaseten tanınıyor. Fakat bütçeleri eriyip giden hükümetler mücadelenin bir sonraki aşamasını nasıl finanse edeceklerini bilmiyorlar.

Finansal kurumların yeşil yatırımlara yönelik desteklerini daha şeffaf kılacak ve gereken finansmanı bu alana çekecek denetim ve raporlama mekanizmaları araştırılıyor. Piyasalar da değişime adapte olmak zorunda kalıyor. Çevresel, sosyal ve yönetimsel konulara eğilen fonlara aktarılan kaynaklar bu senenin ikinci çeyreğinde 1.1 trilyon dolar seviyesine ulaştı.

İŞ HACMİ

Sivil toplum sesini duyurmayı başarıyor ve daha hızlı değişim talep ediyor. Portfolio Earth isimli kurum geçtiğimiz ay Tükenişin Finansmanı isimli bir rapor yayınladı. Dünyanın en büyük 50 bankasının ‘biyoçeşitlilik etkisi’ yüksek olan sektörlerdeki rolüne yoğunlaşıyor ve tarım, ormancılık, madencilik, balıkçılık, altyapı ve ulaşım sektörlerine yakından bakıyor. Dünyanın en büyük üç bankasının bu alandaki iş hacmi dahi 550 milyar doları geçiyor. En büyük 50 bankanın rolü ise 2.6 trilyon dolar seviyesinde.

Değerlendirmeye dahil edilen bankaların pek azı verdikleri finansmanın biyoçeşitlilik etkisini göz önünde bulunduruyorlar. Halbuki ‘ölçmek’ olumsuz etkilerin azaltılması için atmamız gereken ilk adım. Birkaç Avrupa bankası hariç hiçbir bankanın ‘en çok zarar veren’ şirketlere finansman sağlamaktan sakınmadığını görüyoruz.

RADİKAL DEĞİŞİKLİK

Tükenişin Finansmanı raporu finansal sistemin zayıflıklarına dikkat çekiyor ve günün sonunda bankaların bilançolarının da risk altında olduğunu söylüyor. Biyoçeşitlilik önündeki tehlikeler, üretkenlik önündeki tehlikelerle doğrudan bağlantılı (gıda üretimi, balıkçılı sektörünün çöküşü, vb.). Biyoçeşitlilik için Finans isimli oluşumumuzda biz, kuralların değişmesi için radikal değişikliğe ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz. Geçtiğimiz ay, bu alanda çalışan liderlere rehberlik edecek bazı tavsiyeler yayınladık.

Finans kurumları bu değişikliklerin birçoğunu kendi başlarına uygulayabilirler. Bu da onlara ‘öncü avantajı’ sağlayacaktır. Kurumlar öncelikle kendi faaliyetlerinin biyoçeşitlilik üzerine etkilerini ölçmeli ve raporlamalılar. Riskleri değerlendirmeliler. Risk verilerini erişilebilir bir şekilde paylaşarak şirketlere, yurttaşlara, denetçilere ve hükümetlere büyük resmi kavrayacak, biyoçeşitlilik ile reel ekonomi arasındaki etkileşimi kavrayacak veriyi sunabilirler. Biyoçeşitliliğin yitirilmesi ile karşı karşıya kalacağımız bir krizi de engelleyebilirler.

‘PARASAL GENİŞLEME’

Politika yapıcılara sunduğumuz temel önerinin üç boyutu var. Birincisi, kendi faaliyetlerinin biyoçeşitlilik üzerine etkisini ölçmeliler. Örneğinin ‘parasal genişleme’ adına altında sağladıkları finansmanın etkisini ölçmeliler. İkincisi, finansal denetçiler ülkelerinde faaliyet yürüten kurumların biyoçeşitlilik özelindeki uygulamaları ve sonuçlarını daha iyi denetlemeliler. Üçüncüsü, politika yapıcılar finans firmalarını ruhsatlandırırken takip ettikleri koşul ve kuralları güncelleyebilirler.


KURUMLARI DENETLEMEK

Hükümetler hukuki çerçeveyi değiştirmeli ve finansal kurumların bu alandaki ‘muafiyetini’ ortadan kaldırmalılar. Kurumlar biyoçeşitlilik özelinde de hesap verebilir olmalı. Finans kurumlarının hesap verebilirliğini sağlamak ve sermayelerini nasıl kullandıklarını denetlemek, ‘benzeri görülmemiş’ bir uygulama olmayacak. Suçlar ve insan hakları konularında denetçilik yapan kurumlar, finans kuruluşlarını ulusal ve uluslararası hukuk kapsamında zaten düzenli olarak denetliyor ve yaptırım uyguluyorlar.

Finansal kararlar alırken biyoçeşitliliğin dikkate alınmasını sağlamak için toplumları, ekonomileri ve gezegenimizi tekil bir sistem olarak değerlendirecek değişimi yaratmamıza bağlı. Biyoçeşitlilik üzerindeki yıkımı ancak böyle aşabilir ve doğal kaynakları korumanın getireceği kazancı ancak böyle açığa çıkarabiliriz.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Project Syndicate