Kopuklar romanı, doğayı sevmenin erdemli vazifesiyle yola çıkar ve hayal kurar. Hayalindeki tüm karakterler kitaplarının arasında, üzerlerine düşen vazife neyse onu yerine getirmek ya da getirmemek için hazırdırlar

Fırtına ve Atılım’dan klasisizme: Kopuklar

ALİ AYDEMİR


B. Güney Ulutaş’ın ilk kitabı, Kopuklar romanı, doğayı sevmenin erdemli vazifesiyle yola çıkar ve hayal kurar. Hayalindeki tüm karakterler kitaplarının arasında, üzerlerine düşen vazife neyse onu yerine getirmek ya da getirmemek için hazırdırlar
Nasıl Duende İspanya’nın ruhuysa Sturm und Drang (Fırtına ve Atılım) da Almanya’nın ruhudur. Fırtına ve Atılım, akıma adını veren, Klinger’in bir piyesinin adıdır. Aşırı heyecan ve duygusallık dolu bir atmosfere sahiptir. Ekolün en tipik örneklerinden biri sayılan Goethe’nin Goetz von Berlichingen adlı oyunudur. Bu oyunda tam elli dört ayrı sahne ve içinden çıkılmaz karmaşıklıkta bir kurgulama vardır. Bu ekole ait oyunlarda beş perde bulunur, üç birlik kuralının yer ve zaman birliği sağlansa da kimi zaman bu yapılmazdı. Bir grup genç yazarın on sekizinci yüzyıl akılcılığına karşı başlattıkları açık ve deneysel bir akımdı. Uygarlık değerlerini yadsıyan, doğayı yücelten hatta giderek kendini doğaya kaptıran, gizemci, şiirsel içeriğe hayran, duygucu, heyecan ve coşkunun kesinlikle bir ruh olduğuna inanan insanları etrafında toplamayı başarmış ve 15-20 yıl bu akımın etkisi devam etmiştir.

18. yy’da Almanlar çağının gerisinde kalmış bir toplumdu. Fransız ve İngiliz sanatından- edebiyatından ne kadar geriyse düşüncenin ifadesi açısından da o kadar geriydiler. Ama usun yerine duyguyu, nesnelliğin yerine öznelliği koyan bu akım, insanı (henüz hiç bilgileri olmasa da) Antik Yunan karakteri gibi düşlemiş, onu yüceltmiş ve bir tanrı gibi görmek istemiştir. Aristoteles’in insanı toplumsal bütünün bir parçası, ama aynı zamanda, onu dönüştürme potansiyeline sahip bir varlık, bir hayvan olarak ele aldığını henüz bilmemelerine rağmen doğayı öznel olarak savundukları için bu benzerliğe sadece yaklaşabilmişlerdir, Almanya’yı ve Alman oyun yazarlığını yeniden diriltmiş olmalarına rağmen seyirci tarafından çok az oyun beğeni kazanmıştır. Bunun nedeni oyunlardaki şok etkisidir. Konuların seçimi, sahnelemenin zorluğuyla birleşince içinden çıkılamaz bir hal almıştır. Sahip oldukları düşünceyi zenginleştirecek bir felsefelerinin bulunmaması bu akımda verilen eserlerde, son derece geniş bir düşünce ve ifade tarzına yer vermelerine neden olmuş bu durum seyirciye her zaman aktarılamamıştır. Örnek olarak, Schiller’in Haydutlar adlı oyunu son derece geniş liberal ve demokratik bir görüş sergilemektedir. Bu akımın en beğenilen oyun yazarları arasında Goethe ve Schiller’in erken dönem oyunları gelmektedir.

Tarih boyunca insanoğlunun deneyimlediği en yaratıcı tecrübe hayal kurmak olmuştur.

B. Güney Ulutaş’ın ilk kitabı, Kopuklar romanı, doğayı sevmenin erdemli vazifesiyle yola çıkar ve hayal kurar. Hayalindeki tüm karakterler kitaplarının arasında, üzerlerine düşen vazife neyse onu yerine getirmek ya da getirmemek için hazırdırlar. Fırtına ve Atılım sadece ruh olarak vardır, iyi bir arkadaş grubunu tanımlar. İyi olarak vardır, vahşi bir mit etrafında toplanmış olmalarına aldırış etmezler, o kadar iyi ve romantiklerdir ki, gerçekliğin sadece kendisi bile bu karakterleri ürkütmeye yeterken. Onlar hiç kimseye aldırış etmeden hatta kendilerine bile, dünyaya meydan okurlar. Sturm und Drang akımına verilmiş bir selamdır karakterlerin ve mekânların isimleri.

Zucco her ne kadar avukat olmayı başarmış olsa da ya da hayatının her dönemi zor ve sancılı geçse de kişiliğini çok aramamış ve karanlık düşünceleri temrin ederek yaşamıştır. İstanbul kadar bir ülkede geçer hikâye. Modern bir uygarlıkta Zucco’nun yarattığı, her an değişebilen, atmosferlerde ilerler, uygar toplumu bir ucundan bir ucuna dolaşırız.

Zucco, çok hızlı değişen bir ortamın içine acemice atladığı andan itibaren, arka planda olduğu varsayılan ama daha ağır seyreden bir hayatın içinden de kopmuş olur. Ve gerçek hayatın yerini sinemasal gerçeklik alır. Neden-sonuç ilişkisi ortadan kalkar, fizik kuralları görmezden gelinir, standart mantığa karşı çıkılır ve bir ihtiyaç olarak görüntüye başvurulur. Karakterlerden, kurgudan ve hikâyeden uzaklaşılır. Zucco’nun anlatmak istediği hikâyedir. Bu fırtına ve atılımdır. Özel olmasını ister. Ve bir sevgi hikâyesi koleksiyoncusuna mektup yazar. Roman, tam olarak bu şekilde başlar, sevgi hikâyesi koleksiyoncusu kadın yazarın beklemediği bir mektuba geri dönüş yapmasıyla. Zucco gibi bir karakterseniz, nerede olduğunuzun hiçbir önemi yoktur. Oradan oraya savrulanlar için şu an bir yerdeyseniz, sonra başka bir yerde olabilirsiniz, aniden başka bir yerde ya da eski yerinizdesinizdir. ‘Ben kimim?’ ‘Burada ne yapıyorum, ne işim var?’ ‘Ne öğreniyorum?’ gibi sorulara fırsat bulup cevap veremezsiniz. Sorunu çözmeyen sorulara travmatik bir eşiğe kadar cevap verilmez. Birikir, üst üste yığılır. Zucco’nun sürekli engellere takılıp kalması kötü talihinden kaynaklanmaz, onun için sadece kötü bir alışkanlık göstergesidir. Zucco, sadece niyeti ve inancı kadar erdemlidir.

Yaratıcılık, hayal gücü, rüya ve yalnız kalmaktan kaynaklanan değişimler. Travma, açlık hepsi benzersiz deneyimler olmasına rağmen halüsinasyona neden olabilirler. Zucco bu yüzden gerçekliği “insani niteliklerin gerçekleştirilmesi ve tamamlanması olarak”görmez. İnsan değerlerine bağlı kalmaz, aile nedir bilmez, o duyguyu yetimhanede hiç tatmamıştır.

Birgün talihin yüzüne güldüğünü düşünmesini sağlayacak bir görüşmeye davet edilir, annesinin yazmış olduğu kitabı bulmak için şehrin belediye başkan adayıyla bir anlaşma yapar. Artık “dedektif” olmuştur. Araması ve bulması gereken annesinin bıraktığı izlerdir. Bu yüzden de ilk iş olarak annesinin yakın arkadaşlarını aramaya koyulur. Zucco için başta önemsiz ve sadece bir anlaşma gibi görünen bu görev sonrasında beklenmedik bir dizi polisiye olaylara dönüşür. Tıpkı Sturm und Drang akımında olduğu gibi büyük bir hızla bir sahneden diğerine geçişlerle, bir film senaryosunun içindeymiş gibi aksiyon ilerler.

Goethe Sturm und Drang akımını reddederek klasisizme doğru yönlendiğinde Iphigenia Tauriste oyununu yazmıştır. Bilinen mit çerçevesinde gelişen oyunda bir insanın dar ve bencil düşünce yapısından kurtulup geniş çerçevede, insanlık adına düşünmesi süreci anlatılır. Bu durum Kopuklar romanının başlangıcını aldığı ve içeriğini ona göre kurduğu Fırtına ve Atılım akımının romanda klasisizmle finali anlamına geliyor. Sürprizli bir final ve görsel sahneler seven okuyucular için eğlenceli ve bir o kadar da bilmecelerle dolu bir roman Kopuklar.

Son olarak Kopuklar siyasal olmayı hedeflememiş, atıf yapılan akımların genel özellikleri içinde işleyip şekillendirerek, kendi özgül koşullarında ne olabilecekse onu olmak istemiştir. “Her büyük tarihsel dönem bir geçiş dönemidir” diyor Lukacs, “bunalımların, yeniden yıkımların ve yeniden doğuşun çelişik birliğidir; çelişik olmasına karşın yine de birleşik bir süreç boyunca daima yeni bir toplumsal düzen ve yeni bir tip insan doğar.”