Çok sayıda farklı kültürlerden esinlenerek Flamenko'ya apayrı bir soluk getiren, efsanevi müzisyen ve gitarist Manuel Molina hayata gözlerini yumdu. 70'lerin hippi kültüründen ve uzak doğu felsefesinden etkilenen Molina, tutkusu ve şiirsel besteleriyle de tanınıyordu

Flamenko'nun 'çiçek çocuğu' yıldızlara gitti

Manuel Molina, gitarının tınılarına Romanların şairi Federico Garcia Lorca’nın – çoğu eseri gibi halk şarkılarından esinlenen ve nice Flamenko parçaya uyarlanan mısralarından – “Öldüğümde, beni gitarımla gömün, toprağın altına…” sözlerini eşlik ettirmeyi pek bir severdi.

Flamenkoya getirdiği taze bakış açılarıyla yeni bir soluk kazandıran ve tutkusuyla daima dinleyenleri büyüleyen efsanevi müzisyen Manuel Molina hayata gözlerini yumdu.

Molina, Flamenko müziğinin ana öğelerinden ölümü her gün şarkılarında yaşardı. “Eğer seçenek sunsalardı, şafak söktüğünde şarkı söylerken ölmek isterdim” diye söylerdii gitarıyla beraber. Ve aylar önce kanser teşhisi konduktan ve herhangi bir tedaviyi reddettikten sonra sağlığının kötüye gitmeye başlamasıyla bunun için kolları da sıvamıştı nam-ı diğer “Manuel Amca.”

Sadece bir hafta önce, kızı Alba Molina ile eski eşi – ve yıllarca sahne partneri – Dolores “Lole” Montoya onun için özel bir “veda konseri” hazırlığına girmişti. Konserde geçen sene yaşamını yitiren Paco de Luica dışında hala hayatta olan Falmenko’nun tüm isimleri yer alacaktı. Ancak Molina’nın sağılığı son günlerde hızla bozuldu ve bu sabaha karşı Sevilla’da hayatını kaybetti.

‘İNSANIN TANRI’YI ARAYACAĞI YER KİLİSE DEĞİLDİR’
Molina ve Lole, 1975’te, faşist Franco rejiminin son demlerinde İspanya demokrasiye geçiş döneminin kapısını aralamaya hazırlanırken çıkardıkları “Yeni Bir Gün – Bir Efsanenin Kaynağı” albümüyle giderek monotonlaşan bir sanata yepyeni bir soluk kazandırmıştı. Albüm sadece özbeöz Flamenko geleneklerinden değil, Arap kültüründen ve hatta rock&roll ile dönemin “çiçek çocuklarının” barış ve sevgi vurgularından esinleniyordu. Kimilerine göre adeta bir “devrimdi.” Ve ikili, tutucu Flamenkoculara inat o güne kadar kimsenin yapmaya yanaşmadığı deneysel parçalar çıkaracaktı.

Özellikle Manuel Molina, ilhamını farklı kültürlerde arıyordu. Daha sonra da Hinduizm ve uzak doğu felsefesinden çok etkilendiğini söyleyecekti. Çoğu flamenkocunun aksine, Katolik Hıristiyanlıktan uzak duruyordu. “Ben çoğu insanın inandığı Tanrı’ya inanmıyorum. Benim Tanrı’yla ilgili farklı fikirlerim var. Sevgi, aşk, saygı… Bütün bunlar Tanrı. Bir domates, su… bunlar da benim için Tanrı’nın bir parçası. Ben Katolik Okulu’nda büyüdüm ve çok tuhaf şeylere, sevgi, aşk ve saygı ile ilgili son derece çirken şeylere şahit oldum. Bu yüzden, çok üzgünüm ama bir rahibin Tanrı’sına inanamam. Kilise’nin kapısından girmem. Çünkü insanın Tanrı'yı arayacağı yer Kilise değildir. Tanrı müzikte, şiirde, sevgide, saygıda, bir öpücükte, bir sarılmada aranmalıdır. Ve hakikatte… Tanrı benim için budur” derdi.

Lole ile 1993 yılına kadar birlikte müzik yaparlar, ardından da her ikisi de ayrı çalışmaya başlarlar.

“Manuel Amca”yı tanıyanlar, onun kendine özgü, çok özel bir gitar çalma tarzı olduğunu söyler. Nitekim Molina gitarı dikey tutmasıyla ve esleri tınılar kadar iyi kullanmasıyla tanınır. Flamenko yapımcısı Ricardo Pachon, “Manuel Amca’yı dinlemek Romanların hayata verdikleri en esrarengiz anlamları ve müzikle yaşamayı öğrenmektir. Onda çok ince açılımlar vardır ama Paco de Lucia’nın dediği gibi, eski Flamenko gövdesinden de uzaklaşmaz. Bulerias çalmak için kendine özgü bir tarz edinmiştir. Flamenkoya’da yepyeni bir şiir katmıştır” diyor.

Molina, Flamenko hem bir yaşam hem de hissetme tarzı olduğunu söylüyor. Ayrıca ekmek kazanma şekli de… “Flamenko aynı anda gülmek ve ağlamaktır” ona göre. Bir meslekten ziyade, karışık duyguların müzikle, şarkılarla vücut bulması. “O yüzden sürekli yaratmaya çalışıyorum” diye de ekliyor, “Çünkü şarkı söyleyemeseydim yaşayamazdım, zaten yaşamak da istemezdim.”

Flamenko her zamankinden de daha hüzünlü, ama vasiyeti üzerine sevenleri onun için ağlamıyor. Ama belki şu mısraları mırıldanıyor:

“Hayatım su gibidir,
kaynağından fışkıran
ve dağlarda kaybolan
bir daha arkasına bakmadan
ben akan bir nehirde bir damlayım
diğerleri gibi olmak istiyorum.
Ben bardaktaki bir su değilim
Benimkisi su birikintisi olmak değil
çünkü özgürlüğü seviyorum
ben bir kumru olmak istiyorum
uçmak için bu hayata gelen…”