Cumhurbaşkanlığı seçimleri her yerde ‘déja vu’ olarak değerlendirildi. Hazirandaki milletvekili seçimleri ters yönde yeni bir ‘déja vu’ yaratabilir.

Fransa’da ders gibi seçimler

Prof. Dr. A. Raşit KAYA*

Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları hemen her yerde epeyce yankılandı. Ama bir sürpriz olarak değerlendirilmedi. BirGün’de de yer bulan çeşitli çözümlemelerde olduğu gibi doğru tanımlanıp, demokrasi açısından herkese bir uyarı olarak nitelendi. Aslında öngörülebilecek bir sonuç oldu. Seçimlerden neredeyse bir yıl önce yayınlanan kitabımda böyle bir sonuca doğru yüründüğünü yazmıştım. (Fransa’da Okumak, Fransa’yı Okumak, Ayrıntı Yayınları) Bunu öngörmek zor değildi. Zaten sonuç hem Fransa’da hem de başka yerlerde tam bir “déja vu” olarak değerlendirildi. “Déja vu” yaşanılan bir olayın daha önce de yaşanmış olduğunu anlatan bir deyiş olarak Fransızcaya yerleşmiştir.


Sol ve demokrat muhalefet partilerinin seçimlerin ilk turunda ortak bir aday konusunda anlaşamamasının sonucunda 1969 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de ikinci turda sağ bloktan iki aday yarışmış ve Pompidou cumhurbaşkanı seçilmişti. Bugün Déja vu denilmesine asıl dayanak gösterilen durum ise 2002 seçimlerinde sol/demokratik güçlerin ortak hareket yetisinden uzak ve neredeyse darmadağın oldukları bir ortamda yaşanmıştı. J.Chirac ve M.L. Pen’in babası J. M. Le Pen sağ blokun kazanan iki adayı olarak ikinci turda yarışmışlardı. Bu ortamda “faşo yerine dolandırıcıya oy verin” sloganları meydanları çınlatmıştı. “Kerhen” verilen oylarla Chirac 5. Cumhuriyet döneminde kayıtlara geçen en büyük farkla ikinci kez seçilmişti. Ama asıl kazanan ise globalleştiği söylenen dünyada artık Fransa’da da egemen yönelime dönüşen neo-liberalizmdi. Bir başka olgu ise Le Pen’in partisi neo-faşist Front National’in ilk parlamento seçimlerinde topladığı oylarla bundan böyle siyasal arenanın kalıcı bir öğesi olduğunun kanıtlanmasıdır. Jakoben/devrimci geleneğin temsilcisi olma iddiasındaki zamanın (sol) muhalefeti ise somut, net birlik programı koyamadığından tam bir düş kırıklığı yaratarak daha ilk turda saf dışı kalmıştı.

SAĞIN MANİPÜLASYONU

Varılan yerin kaçınılamaz bir yazgı olmadığı ise sonraki Mayıs 2012 seçimlerinde kanıtlanmış; seçime “çoğul sol” adıyla ortak bir (birlik) programı vaat ederek ve seçim ittifakı kurularak gidilmiş, François Hollande mevcut cumhurbaşkanı N.Sarkozy yerine seçilmişti. Ne var ki, bu kez de kuramsal dayanakları bilinen, bütüncül perspektiflere sahip bir program yapılmadığından, yapılamadığından geniş emekçi kitlelerin ekonomik konumlarında kayda değer bir iyileşme sağlanamamış, özellikle de işsizlik oranı çok yükseklerde kalmıştır. Çoğul sol iktidarının bileşenleri eşcinsel evliliklerin yasallaştırılması vb. temalar dışında “ortak” (uyumlu) icraat geliştirememişler; her bir bileşen kendi dar tabanının öncelikli/özgün temalarını vazgeçilemez olarak öne çıkarıp, uzlaşmaz tutumlar sergilemişlerdir. Sonuç olarak siyaset alanı adeta aralarında kolayca uzlaşabilen, hoşnutsuzlukları yabancı-göçmen karşıtlığı gibi popülist temalarla manipüle edebilen sağ, neo-liberalizmden yana partilere terk edilmiştir. E. Macron ve destekçileri böylece rahatça iktidara ulaşmışlardır.

Nisan 2022 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Mayıs 2017 seçiminin tam anlamıyla yeni bir déja vu’su yaşandı. Yalnızca seçimin sonucu değil, sonuca götüren güzergâhta atılan adımlarda da özdeşliği çağrıştıran bir süreç sergilendi. Sol muhalefet daha ilk turda elendi. Sonuç, “bağımsız” etiketli Cumhurbaşkanı Macron ve temsil ettiği güçlerin geniş halk kitlelerinin sorunlarını başarıyla çözen bir performansları olmasından kaynaklanmıyor. Günümüzde Fransa’da da egemenlik kuran neo-liberal, küresel kapitalizmin kendisini yeniden üretme kapasitesini büyük ölçüde yitirdiği gözlemlenebiliyor. İçsel çelişkilerini, açmazlarını aşmasına olanaklar sunabilecek hegemonik bir merkez de oluşturulamamış durumda. Böyle bir ortamda bile neo-liberal birikim tarzının Fransa’daki kararlı temsilcisi E. Macron, bir kez daha uç sağın temsilcisi M. Le Pen ile yarıştı ve ikinci kez seçildi.

Le Pen’in oy oranı da epey artarken solun daha ilk turda yarış dışı kalması şimdi yeni bir stratejinin inşa edilmesini gerektiriyor, sorumluluğunu yüklüyor. Solun en yüksek oy alan adayı Melenchon “Halk Birliği” etiketine yaraşır bir biçimde solu toparlayamadı. Sol, seçime neredeyse atomize olarak bölünmüş, farklı sesler vererek katılmıştı. Ortak ses verecek bir somut programın oluşturulması gereği artık yadsınamıyor. Böyle bir sorumluluk, tüm bileşenlerine ortak ses çıkarabilecek somut bir program yapılması yükümlülüğünü getiriyor. Ortak noktaların somut olarak belirtileceği yeni bir program gerekiyor. Öncelik özverili mücadele, gerisi teferruattır demenin yetmediği, yetmeyeceği çok açık. On yılların başat ulusal ve uluslararası gelişmeleri ana akım sağ akımlar ve partiler arasındaki ayrışmaları, farklı duruşları büyük ölçüde azalttı. Sola açılabilecek potansiyeldeki merkez parti ve hareketlerin sağa viraj almalarına uygun yeni fırsatlar yarattı. Fransa’da yeniden uç veren (neo) faşizan Le Pen hareketi de özünde neo-liberal uygulamaların oluşturup, yönlendirdiği sorunlardan kaynaklanan yabancı düşmanlığı, sığınmacı/göçmen işçiler, islamafobi, güvenlik endişeleri ile güçlü ve kararlı yönetim güzellemeleri gibi temalarla oy oranını artırdı. Böylece, emekçi sınıflar ile küçük sermaye gruplarının çıkarları etkili bir biçimde dile getirilemeden ikinci tura geçildi. Geniş kitleler ya tutucu ya da faşist ikileminin tuzağına düşürüldü. Kısacası, ölümü gösterip sıtmaya razı edildiler. Şimdilerde oyları artmış olsa da M. Le Pen’in söylemlerini ılımlılaştırmış olmasıyla avunarak teselli buluyorlar.

Sıra 12-19 Haziran’daki milletvekili seçimlerine geldi. Bu seçimler kuramsal olarak ters yönde yeni bir “déja vu” yaratabilir. Yeniden seçilen cumhurbaşkanı ve destekçileri daha önce de tanık olunmuş biçimde, iktidarı sol muhalefetle paylaşmak zorunda da kalabilirler. Nitekim, Boyun Eğmeyenler, Komünistler ve Yeşiller ilk andaki kararsızlıklarını hızla aşarak seçim ittifakı oluşturmaya karar verdiler. Saflarında hâlâ farklı sesler olsa da Sosyalist Parti de bu ittifaka katıldığını açıkladı. Şimdi sol muhalefet ortak bir hat örgütleyerek Halkın Yeni Ekolojik ve Sosyal Birliği etiketiyle kampanya yürütecekler. Bu ittifak kazanırsa başbakanlığı Boyun Eğmeyenler’in lideri Mélenchon üstlenecek.

ÇIKARILACAK DERSLER

Karmaşık, değişik ittifaklara açık yapısı ve yerel öğelerin önemli, hatta belirleyici olabildiği bir seçim sistemi çerçevesinde ortak bir anlayış iradesi ile davranış kodlarının belirlenip, duyurulması kuşkusuz sonuca ulaşma açısından çok önemlidir. Seçimler kazanılırsa ortaya çıkacak tablo da çok önemlidir. Ama ittifak iktidara ulaşırsa uygulamaya konulacak program üzerinde önceden anlaşmış olmak daha çok önemlidir. Şu ana kadar ilan edilmiş olan seçim ittifakı somut bir eylem ve hükümet programı üretebilmiş değil. “Hüsran” ile karşılaşılabilinir! Fransa’da bu durum daha önce yaşanmıştı. Geçmiş pratikten ders alınıp alınmadığı her yerde olacağı gibi Türkiye’de de dikkatle izlenecek. Türkiye’deki gelişmeler irdelendiğinde Fransa’da gelişmelerder alınabilecek, alınması gereken dersler de var.

Temel hak ve özgürlükler ile demokratik hukuk devleti gibi yaşamsal önemde konuları sorun olmaktan büyük ölçüde çıkarabilmiş kültürün egemen olduğu Fransa, Türkiye gibi değil diye düşünülebilir. Ama Fransa’da bile oluyorsa Türkiye’de daha kolay gerçekleşebilecek benzer durumlar olabilir. Kazanılan başarılar bir anda bozgunlara da dönüşebilir. Özgür seçimlerin yapılıp yapılamayacağı konusundaki kaygıların aşılacağını ve Türkiye’de oluşturulmakta olan seçim ittifakının da yarışmayı kazanacağını umarak Fransa’nın deneyimlerinden yararlanmak gerek. Bu, ancak Fransa’daki muhalefetin seçim ittifakına göre bileşenlerinin nitelikleri bir birinden çok daha derin çizgilerle ayrışan “altılı masa” ittifakının somut durumun somut çözümlemesini yaparak ve sekterliğe kapılmadan net bir program belirlemesine bağlı olduğu Fransa’nın geçmiş deneyimlerinden kolayca çıkarsamalar yapılarak görülebilir. Başarılı olunduğunda hüsrana uğrama olasılığı böylelikle önlenebilir. “Keşke” böyle ya da şöyle yapmasaydık denilmez.

*Siyaset bilimci