Emmanuel Macron siyaseti değiştirmek yerine oy tabanına odaklandı, merkez siyasetin söylemlerini benimsedi. Teoride bunun solda bir boşluk yaratması gerekiyor. Ancak adaylardan hiçbiri henüz bu boşluğa talip olamadı.

Fransa'da siyaset daimi kriz içinde

Mathias BERNARD

Fransa'da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dört ay kaldı ve parti adayları çetin kampanyalar yürütüyor. Emmanuel Macron henüz adaylığını resmen açıklamadı. Buna rağmen sık sık konuşmalar yapıyor ve başarılarından söz ediyor, görevine devam etmesinin önemini vurguluyor.

Macron kampanyasını henüz başında sayılır fakat ülkede siyasi iklim şimdiden hiç olmadığı kadar çalkantılı. Fransa seçimlere giderken bu tür bir siyasi iklim hiç yaşamamıştı. Ülke siyasetinde yaşanan yapısal kriz ve süregelen salgının yarattığı belirsizlik de gerilimi tırmandırıyor.

2017'DEN BUGÜNE DENGELER DEĞİŞTİ

2017 seçimlerinin de hiç 'sıradan’ olmadığını söylemek gerek. Kazanan aday, ülkeyi 1960’lı yıllardan beri sırayla yöneten iki başlıca partinin adayı olmadı. Seçimin sonucu, sağ-sol ayrımı üzerinden tanımlanan Beşinci Cumhuriyet döneminin sona erdiğinin habercisi gibiydi.

Yapılan son 10 seçimde yalnızca üç defa yaşanan bir şey olmuş, seçimlerin ikinci turuna kalan adaylar ‘geleneksel sağ’ın ve ‘sosyalist sol’un adayları olmamıştı. Ülkeyi yönetme kabiliyetine sahip olduğu düşünülen iki büyük parti olan Parti Socialiste ve Les Republicains oyun dışı kalmıştı. Le Pen ve solcu aday Jean-Luc Mélenchon gibi ‘tepkisel’ adaylar seçmene daha cazip görünmüştü.

Seçmenin bu şekilde ayrışması, ikinci tura kalan adayların ilk turda yüzde 25 oy bile alamamış olmasını açıklıyor. Ülkenin başlıca partilerinin zayıflaması, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yapılan parlamento seçimlerinde de Macron’un lehine sonuçlandı. Yeni başkan, parlamentoda da çoğunluğu yakalamış oldu. O dönem çeşitli analizler kaleme alan uzmanlar Fransa siyasetinin ‘hem soldan, hem sağdan’ beslenen bu yeni çoğunluk etrafında şekilleneceğini düşünüyorlardı.

Beş yıl sonra, bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. Fransız seçmen artık daha da ayrışmış bir vaziyette. Macron görevi esnasında tabanını genişletmeyi başaramadı. Anketler yüzde 20-25 dolaylarında seçmen desteğine işaret ediyor. Mayıs 2019’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Macron’u destekleyen koalisyon oyların yüzde 22,5’ini almıştı. Aralık 2021 anketleri de Macron’un 2022 seçimleri için potansiyel oyunu yüzde 24 olarak ölçmüştü.

Macron siyaseti değiştirmek yerine mevcut oy tabanına odaklandı, merkez siyasetin söylem ve politikalarını benimsedi. Teoride bunun ‘solda’ bir boşluk yaratması gerekiyor fakat henüz adaylardan hiçbiri bu boşluğa talip olabilmiş değil.

SON SEÇİMLER İÇİN ADAY SAYISI ARTTI

birleşmeyi başaramadı. 2012 ve 2017 yıllarında Jean-Luc Melenchon altında birleşen ‘düzen karşıtı sol’ dahi, şimdi iki ayrı aday ile ilerliyor. Melenchon, La France Insoumise partisinin adayı iken, Komünist Parti’nin adayı Fabien Roussel oldu. Merkez sağ tek bir adayla, Valerie Pecresse ile ilerliyor, aşırı sağ ise 2002’den bu yana ilk defa iki ayrı aday çıkaracak; Marine Le Pen ve Éric Zemmour. Adayların bu denli çeşitli olması seçim sonuçlarını daha da öngörülemez kılıyor, ikinci tura kimin çıkacağını tahmin etmek güçleşiyor.

Tarifini yaptığı ‘merkez’ siyaset tabanını tek başına temsil eden tek aday Emmanuel Macron. Fakat geçmişte ikinci defa seçilmek için kampanya yürüten diğer adaylar ile karşılaştırıldığında, yerinin hiç sağlam olmadığı anlaşılıyor. Son dönemde hem sağdan, hem soldan çeşitli tepkiler aldı. Dolayısıyla ‘önde giden aday’ pozisyonu oldukça kırılgan.

19'UNCU YÜZYILDAN BERİ SİYASETE YABANCILAŞMAK

Partilerin içinde bulunduğu siyasi kriz Fransız demokrasisine 1980’lerden bu yana damga vuran bir soruna işaret ediyor; siyasi temsil sorunu. Fransızlar 19'uncu yüzyıldan bu yana siyaset kurumuna giderek yabancılaştı, kitle partileri ve oy hakkı konularına mesafeliler. Aday sayısı azalıyor, seçim katılımı düşüyor. Bunun iki başlıca sebebi var. 1981’den bu yana iktidara gelen hükümetler büyük hayal kırıklıkları yarattı, siyasetçilerin imajı çeşitli skandallarla kirlendi. Siyasetçiler en iyi ihtimalle ‘sözünden dönen’ ve en kötü ihtimalle düpedüz ‘yozlaşmış’ şahsiyetler olarak algılanıyor. Toplumun bireyselleşmesi ise kişisel, gündelik tercihleri örgütlü siyasetin önüne koyuyor.

Macron’un 2017 zaferini de siyasi temsil krizine bağlayabiliriz. O zamanlar ‘eski dünya’ dediği düzeni temsil eden liderlere karşı galip geldi çünkü ‘sistemin dışından gelen’ yeni bir aday görüntüsü çiziyordu. Yenilik vaat ediyordu. Fakat Fransız siyasetini kalıcı olarak yeniden yapılandırmakta başarısız oldu, siyasi söylemleri ve uygulamaları dönüştüremedi. Bu da ‘siyaset krizi’ algısını daha da pekiştirdi.

GELENEKSEL SİYASETİN ARABULUCU ROLÜNE RET

Sıradan insanlar ve Fransız toplumunun yüzleştiği gerçeklere yabancı kalan elitler arasındaki uçurum genişlemeyi sürdürüyor. Birçok insan için ise Macron elitleri temsil ediyor. Kendinden öncekiler gibi mevcut cumhurbaşkanı ve partisi de popülarite yakalamakta başarısız oldu. İktidara gelişinden birkaç hafta sonra görev onayı düşüşe geçti ve nadiren yüzde 40’ın üzerine çıktı.

Fransız toplumunun memnuniyetsizliğinin diğer bir dışavurumu da düzenlenen eylemler oldu. Bilhassa son yıllarda insanlar geleneksel siyasetin arabulucu rolünü reddediyor, sıradan Fransızların ihtiyaçlarından kopuk siyasi kararlar karşısında hiddetleniyor ve hatta zaman zaman şiddete başvuruyorlar.

2016 yılında dönemin Cumhurbaşkanı François Hollande Nuit Debout eylemleriyle karşı karşıya kalmıştı ve liderlik ettiği yeni çalışma yasası sokaklarda protesto ediliyordu. Kasım ve Aralık 2018’de Marcon’un karşı karşıya kaldığı ‘sarı yelekliler’ eylemleri ise bambaşka bir boyuttaydı. Siyasi erk ve kırsal kesimlerde yaşayan sıradan Fransızlar arasındaki ayrım hiç bu kadar keskin olmamıştı. Kentlerin dış kesimlerinde ya da kırsal bölgelerde yaşayanlar giderek yoksullaşıyordu.

Eylemler karşısında Macron’un ‘sıradan Fransızlar’ ile diyaloğa girme gayesiyle yeni bir katılımcı mekanizma denediğini, ulusal düzeyde istişareyi mümkün kılmaya çalıştığını gördük. Fakat bu mekanizmanın somut siyasette hiçbir sonucu olmadı ve nihayetinde süreç çıkmaza girdi.

SEÇİM KAMPANYASINDA PANDEMİNİN ETKİLERİ

Ansızın patlak veren sağlık krizi, yürütme organının meşruiyetine bir nebze katkıda bulunduysa da Fransız siyasetinin içinde bulunduğu krizi dindirmedi. 2021’in sonbahar aylarında sokağa dökülen eylemciler Fransa’nın sağlık pasaportu uygulamalarına karşı çıkıyorlardı ve benimsedikleri yöntemler sarı yeleklilerin yöntemleri ile benzeşiyordu. Bu esnada yapılan yerel seçimlerde seçmenin sandığa gitme oranları hiç olmadığı kadar düşüktü.

Cumhurbaşkanlığı seçimi de sağlık krizi ikliminde yapılacak. Kampanya yürüten partililerin insanlarla temas kurması, seçmenin sandığa gitmesini sağlaması zor olacak.

Fransız toplumunda giderek artan gerilim, seçimlerin belirleyici unsuru olacak. Kampanyanın ilk aylarında gördüğümüz ‘sistem karşıtı aday bolluğu’ bunun bir tezahürü. Siyasi tartışmalarda ‘ulusal kimlik’ olgusunun giderek daha sık öne çıkması da aynı gerekçeye bağlanabilir. Diğer yandan, yeni fikir ve uygulamaların ortaya çıkışına henüz tanıklık etmiş değiliz. Fransızların siyasete tekrar yakınlaşmaları için belirleyici olan olgu da bu olacak.

The Conversation'dan çeviren Fatih Kıyman