Festivalde kendini ispatlamış ustaların yanı sıra, Cannes seçicileri, ardı ardına gördüğümüz Bertrand Tavernier ile Çad’lı yönetmen

Festivalde kendini ispatlamış ustaların yanı sıra, Cannes seçicileri, ardı ardına gördüğümüz Bertrand Tavernier ile Çad’lı yönetmen Mahamat-Saleh Haroun örneğinde olduğu gibi, yeni ve yenilikçi sinemadan örnekleri de resmi yarışma bölümlerine almayı adet edinmiştir. Ortak noktaları arka fondaki iç savaş olsa da ilki aşk, tutku ve iktidar susuzluğunu, ikincisi ise onur, baba oğul ilişkisi ve devletin acımasızlığını işliyor.
Tavernier’nin 1976’dan beri Cannes’a yedi filmi resmi seçkiye alınmış olsa da, 1984 yılında ‘Un dimanche à la campagne/Kırda bir Pazar’la aldığı en iyi yönetmen ödülüyle sadece bir kez ‘şeref kürsüsüne’ çıkmış. Cannes’da bu yıl yarışan ‘Montpensier Prensesi’, geçtiğimiz yıl ABD’de çektiği ilk film ‘In the Electric Mist’ ile çok farklı çizgide. Tavernier bunu şöyle açıklıyor: “Amerikan filmimden sonra derinlemesine ‘Fransız’ kokan bir film yapmak istiyordum. Duyguları ele alma yönüyle, tarihle ilişkisiyle, diliyle, dekorları ve kültürüyle tamamen Fransız bir eser ortaya çıkartmak istiyordum.” Öykü 17. yüzyıl yazarı Madame de La Fayette’in, 16. yüzyılda geçen bir olayı anlatan aynı adlı metninden uyarlanmış. 1562 yılında başlayan film, 9. Charles’ın Fransa’sında geçiyor. Tavernier, tahta yakın soylu çevreler içindeki imkânsız ve zoraki aşkların arka fonunda, Katolikler ile Protestanlar (kendilerine ‘Reformcu’ demeyi tercih eden) arasındaki din savaşlarını işliyor. 2 saat 19 dakikada yönetmen filmin ana kahramanı prensesi dönemin baskılarına boyun eğmeyen, yaşadığı dünyayı sorgulayan, doğaya ve bilgiye meraklı bir kadın olarak yansıtıyor. Aldığı eğitim ve kendisinden beklenenler ile tutkuları ve arzuları arasında bocalayan kadının tarafını tutan Tavernier, açıkça feminist bir duruş sergiliyor ve bunu basın konferansında da ifade ediyor. Dönemi canlandırmaya çalışmak yerine dönemin ruhunu vermeyi başararak başeser olmasa da, izleyenlerin bir kısmı filmi sıkıcı bulsalar da, Tavernierseverlerin keyifle izleyeceği iyi bir ‘mahsul’ çıkmış ortaya.
VE ÇAD CANNES’DA
Cannes yönetimi neredeyse her yıl Afrika’dan ‘festivallik’ bir eser bulup, ‘Belli bir bakış’ seçkisine alıyor. Ancak resmi yarışmada çok nadiren ‘terfi’ olan Kara Kıta sinemasını bu yıl Mahamat-Saleh Haroun’un dördüncü uzun metrajı ‘Bağıran Adam’ı temsil ediyor ve böylece Çad Cannes tarihine ilk olarak geçiyor. Ellili yaşlarının sonlarında eski bir yüzme şampiyonu olan Adam, yıllardır başkent N’Djamena’da bir otelde havuz sorumlusu olarak çalışmaktadır. Oğlu Abdel’i de yanına yardımcı alan Adam, otelin el değiştirmesiyle yerini oğluna bırakmak zorunda bırakılır ve aşağılandığını hissederek bunu çok kötü yaşar. Arka planda ülkede süren acımasız iç savaş iktidarı tehdit etmektedir. Zayıflayan hükümet halktan ‘savaş için bir gayret’ göstermesini talep etmektedir. Bu ‘gayret’ devlete para ya da aileden silah tutabilecek yaşta bir çocuk vermek olabilir (böylesi bir kurban arayışı nedense bizleri pek şaşırtmadı!). Parasız Adam oğlunu kurban eder, böylece eski işine de iade edilir. Babanın kararsızlığı ve çaresizliği etkileyici ancak 20 yıldır Fransa’da yaşayan yönetmen oyuncularını zorla Fransızca konuşturarak, filmin siyasi ve eleştirel yönünü yeterince irdelemeyerek çok ilginç olabilecek bir eserin yanından geçmiş. Ancak kapanış gecesi Afrika’dan bir ödülün geceye çeşni katabileceğini düşünenler de olacaktır kuşkusuz!