Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor.

Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor. Başarısız sonuçların faturası böylelikle “yabancı” hocalara kesilmiş oldu. Avrupa’nın beşinci büyük ligi olma iddiasındaki Spor Toto Süper Ligi’nin hâlâ tanınmayı talep ediyor olmasındaki çelişki kimsenin dikkatini çekmiyor. Hem beşinci büyük olmayı hem de tanınmayı talep edenler, farkında olmadan ya ülkeye getirilen teknik adamların sadece 4 büyük ligi izleyebilme kapasitesine sahip olduklarını ya dördüncü ile beşinci arasındaki farkın ciddi bir uçurum olduğunu ya da Avrupa’nın sadece dört büyük ligden oluştuğunu, beşincisinin yalan olduğunu gizliden kabul etmiş oluyor. Her ligin kendi yerel farklılıklarının önemli olduğunu kabul etmekle birlikte futbolun doğrularının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Beşiktaş-İBB Spor maçının başından sonuna ev sahibi takımın üstün bir maç çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Belediyeciler ikinci yarıda iki gol pozisyonuna girip ikisini de gole çevirdi. Aynı biçimde Galatasaray–Bursaspor maçında da Galatasaray’ın 90 dakika gol kovaladığını izledik. Bursaspor ilk yarıda iki pozisyondan birini, ikinci yarıda ise neredeyse girdikleri tek gol pozisyonunu değerlendirerek maçtan galip ayrıldı. Lafı çok uzatmadan şunu söyleyeyim, her iki teknik adamın da sahaya sürdükleri gol ayakları biraz daha becerikli olsa, bugünlerde konuşulacak olan şey teknik adamların ‘yanlışları’ olmayacaktı. Ama sorun kimilerince Türkiye’yi tanımak/tanımamak ekseninde konulunca şu soruyu da sormak gerektiğini  düşünüyorum, acaba ortada tanınacak sürekliliğe sahip bir Türkiye futbolu var mı? Bu soruyu yönetim-hoca ekseninde biraz açmak istiyorum.
Biraz geriye gidelim. Türkiye Karması’nın 2010 Dünya Futbol Şampiyonası’na katılamayacağı belli olduğunda Fatih Terim istifa etmiş, Federasyon da yeni teknik adam arayışlarına başlamıştı. O günleri anımsayalım, Federasyon’un aday kadrosunda birçok hoca vardı. Ancak çok az kişinin dikkat çektiği konu, Türkiye Karması’nın altyapı hocalarının da A takım hocasıyla birlikte gelip birlikte gittiğiydi. Bu durum ister istemez belli bir sisteme sahip olmasını istediğimiz Karma’yı besleyecek yeraltı sularının sürekli olarak yatağının değiştirilmesi sonucunu doğuruyor. Böylelikle Federasyon’un önümüzdeki yıl oynanacak U19 turnuvasında oynayacak genç futbolcular konusunda oluşturulmuş belleği de bir anda yok oluyor. Sadece bu da değil elbette, artık bir planlama konusu olan futbolda bu yıl U17’de oynayacak futbolcuların kaç tanesinin, hangi koşullar altında 2014 Dünya Kupası’nda Türkiye Karması’nda forma şansı bulabileceğine ilişkin envanter de yitip gitmiş oluyor. Yani tüm Türkiye’yi ilgilendirebilecek Karma konusunda, Türkiye bile Türkiye’yi tanıyamıyor, bilemiyor. Guus Hiddink’in kuracağı sistemin onun gidişinden sonra da sürüp sürmeyeceği konusunda herhangi bir güvencemiz var mı?
Bir ülke futbolunda yerel karakteristiğin önemi yadsınamaz; ancak olduğundan daha da fazla bir şeymiş gibi göstermek de herhangi bir fayda sağlamaz diye düşünüyorum. Federasyon ve kulüpler bazında futbolun evrensel doğrularını yerine getirmek konusunda fazlaca ağırdan aldıktan sonra ülkeye gelen teknik adamları bizi tanımadıkları için başarısız olmakla suçlamak pek de hakkaniyetli olmuyor. Fenerbahçe son 12 yılda (A. Yıldırım’ın görev süresi) tam 13 hoca değiştirdi (Daum iki kez geldi). Beşiktaş, 10 yılda 9 değişiklik yaptı (sadece 6 yıllık Demirören karnesinde 6 hoca var). Galatasaray tabelasında da son 10 yılda 9 farklı hoca görüyoruz (F. Terim iki kez geldi). Andığımız toplam 31 hocadan 19’u yabancı, 22’si yerli. Yani sadece yabancılar değil; yerli hocalar da Türkiye’yi tanımakta biraz zorlanmış olmalılar ki, süreklilik sağlayamamışlar. Teknik adamlar, yönetimin isteklerini yerine getirmeye başladıklarında kendi sistemlerinden vazgeçerek başarısızlığa mahkûm oluyorlar. Yönetime direnen hocaların ömrü de zaten malumumuz.
Türkiye’de futbolu yönetenlerin görev delegasyonu konusunda net bir başarısızlık sergiledikleri aşikâr. Bu zihniyeti bugüne kadar Fatih Terim (sadece Galatasaray’ın ilk döneminde), Mustafa Denizli (Fenerbahçe’de değil, Beşiktaş’ta), Ertuğrul Sağlam (Beşiktaş’ta değil; Kayseri ve Bursa’da) ve Şenol Güneş (Karma’da değil yeni Trabzon’da) dışında kimse aşamadı. Ne Löw ne Del Bosque ne de Rijkaard... Bu yıl önümüzde bir Fenerbahçe örneği var. Delegasyon konusunda önemli bir adım atarak ‘özkaynakları’nı harekete geçirdiler. Önce sportif direktörlük, ardından hocalığa getirilen Aykut Kocaman’ın performans seyri ve kulübünün ona göstereceği tahammül düzeyi belki de ülkemizde gerçek bir yönetim devrimine dönüşecek. Ya da aynı tasın aynı hamam kurnasına doldur boşalt taktiğine talim edeceğiz.