İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Yüzgeç ülke gündemini değerlendirdi. Yüzgeç, "AKP döneminde projeler neredeyse beş katı daha maliyetli ama yargı engeli iktidar tarafından ortadan kaldırıldı. Projeler kontrolsüz kaldı" dedi.

Garantili projeler kontrolsüz

Hüseyin Şimşek

48’inci Genel Kurul sürecini geçen hafta tamamlayan İnşaat Mühendisleri Odası’nda (İMO) Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç, BirGün’e konuştu. Genel Kurul sürecinden ülke gündemine ve AKP’nin “Çılgın projeleri”ne kadar çok sayıda konuda değerlendirmelerde bulunan Yüzgeç, “Önümüzdeki iki yılın yetkisini Genel Kurul’da aldık. Motivasyonumuz yüksek, mesleğimizin ve ülkenin yakıcı sorunlarına karşı mücadelemiz sürecek” dedi.

İMO Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç’in BirGün'ün soruları üzerine yaptığı açıklamalar şöyle:


“48’inci dönem Genel Kurulu, pandeminin yarattığı ortamın kısmen rahatladığı bir dönemde yapıldı. Uzun süredir örgütsel faaliyetlerde yüz yüze etkinlik yapamıyor olmanın getirdiği sıkıntılar vardı. Genel Kurulla bunu aştık. Normal delege sayımızın üzerinde bir katılım vardı. Yaklaşık 730 civarında delegemiz olmasına rağmen katılım 900 civarındaydı. Aktivitesi yüksek, güzel bir süreç oldu. Bu anlamda memnunuz. Önümüzdeki iki yılda da bize motivasyon sağlayacak.

GENEL KURULDAN ÖNE ÇIKANLAR

“En yakıcı sorunumuz işsizlik, yoksulluk ve pahalılık. İnşaat mühendisleri arasındaki işsizlik oranının yüksekliği, meslek genelinde yaklaşık yüzde 30’a tekabül ediyor. Bu, gençlerde ve kadınlarda ise yüzde 50’lere ulaşıyor. 2012’de yüzde 6’larda olan işsizlik oranı 2020 itibarıyla yüzde 19’a, 2021 yılı itibarıyla da yüzde 28,5’a yükseldi. Böylesine artan işsizleşme beraberinde yoksulluğu getiriyor. İnşaat mühendislerinin yüzde 75’i ücretli çalışıyor. İşsizliğin varlığı, ücretli çalışanların da haklarının azalmasına ve ücretlerinin düşmesine sebebiyet veriyor. Yüzde 75'i ücretli çalışan kitlemizin yüzde 72’i yoksulluk sınırının altında ücretlerle çalışıyor.

İMO’DA YENİ DÖNEM

“Sorunlarımız sadece sektöre ilişkin sorunlar değil. Genel olarak Türkiye'nin içinde bulunduğu yönetim anlayışının bize dayatmış olduğu sorunlarla karşı karşıyayız. Sistemin tercihiyle ilgili sorunlarımız var. Önümüzdeki dönemde de Türkiye bir değişim potansiyeline girecekse değişecek olan ya da yenilenecek olan ülkenin yönetim kadrolarından zaten birinci derecede talebimiz politikaların kamucu olması. Talebimiz, doğanın, çevrenin korunduğu bir düzeni sistemi öncelemeleridir. Eğer böyle olursa zaten birçok sorunun kendiliğinden çözüleceğine inanıyoruz.

İKTİDARIN TUTUMU

“20 yıllık AKP iktidarları boyunca ezelden beri var olan sorunlar daha da katmerleşti. Bu sebepten mevcut iktidarın sorunlarımıza çözüm olabileceğini düşünmüyoruz. Tam tersine tercihlerini sermaye transferine ya da yeni zengin yaratmada araç olarak kullanılan müteahhitlerden yana kullandıkları için ve mühendislik hizmetlerine maliyet artırıcı unsur gözüyle baktıkları için iktidara inanmıyoruz. İktidarlar eğer bir miktar kamucu bir politikaya yönelirlerse güvenli, sağlıklı yapılaşma açısından önemli adımlar atılmış olacaktır. Çok yüksek oranda işsiz mühendis var. Aynı zamanda da ülkede mühendislik hizmeti açığı var. Güvensiz, sağlıksız yapılaşma, depremlerle karşımıza çıkıyor. Depremlerin ülke ekonomisine getirdiği yük, alınabilecek önlemlerin karşısında devasa miktarlar olarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki güncel basit çıkarlar uğruna bu ülkenin kaynakları heba ediliyor.

garantili-projeler-kontrolsuz-998716-1.
Taner Yüzgeç



İKTİDAR BİZLERDEN RAHATSIZ

“İktidarın biz ve bizim gibi kurumlardan olan rahatsızlığı çok açık. Bugün TTB için de aynı sorun söz konusu. Geçen yıl barolar için öyleydi. Onun haricinde aslında ülkede, toplum adına bir şeyler söyleyen, yanlışları olduğu gibi ifade etmeye çalışan kurumlar hedef tahtasına oturtturuluyor. Çünkü yaptıkları işi sorguluyorsunuz, ‘Yaptığınız iş planlamanın dışında. Tek başına bir anlam ifade etmiyor ama bir şeyin parçası olmak zorunda. Yaptığınız işin maliyetleri çok yüksek. Yaptığınız işin getirisi götürüsünden daha az’ diyoruz. Bu bilgilerle kamuoyunun karşısına çıktığımızda iktidarın genel propagandası olan, ‘Bizim dev projelerimize takoz koyuyorlar’ cümlelerinin muhatabı oluyoruz. Yasa çıkartarak karşınızda konumlanıyorlar ya da mümkün olduğu kadar faaliyetlerinizi, etkinliklerinizi kısıtlamaya çalışıyorlar. Denetim yetkilerimizi, yargıya başvurma yollarımızı elimizden alıyorlar. Bizi maddi açıdan boğmaya çalışıyorlar, üyemizle aramızdaki tüm bağları koparmaya çalışıyorlar. Var olan yetkilerimizi çeşitli yönetmeliklerle elimizden almaya çalışıyorlar. Tabii en büyük tehditleri de ‘Sizin yasanızı değiştireceğiz, sizi ortadan kaldıracağız’ şeklinde tehditlerle karşımıza çıkıyor. Tabi bu durum yeni değil, son 10 yılın getirdiği bir şey. Daha önce bu FETÖ aracılığıyla yapılıyordu. Propagandalarını bunun üzerine oturtuyorlardı. Nasıl ki kendi muhalefeti olan partileri eleştiriyorlarsa bizi de aynı şekilde eleştiriyorlar. Konumumuzu doğru değerlendirmiyorlar. Oysa biz toplum adına denetim görevi üstlenmiş bir kurumuz. Anayasal görevlerimiz gereğiyle de bu böyle.

OSMANGAZİ KÖPRÜSÜ ÖRNEĞİ

“Örneğin Osmangazi Köprüsü’nün açılışında Cumhurbaşkanı, TMMOB’un bu tür projelere engel olmak için çaba sarf ettiğinden bahisle, ‘Bundan sonra artık mahkemeler yoluyla da yapamayacaksınız’ dedi. Osmangazi Köprüsü için 1990'lı yıllarda ihaleler yapılmıştı. Yine yap, işlet, devret modelinde olan ve ihale bedeli bir milyar dolar ila iki milyar dolar civarında olan ihaleler o dönem yargı yoluyla daha uyguna sunulan diğer teklifler olduğu için iptal edilmişti. Bugün ise Osmangazi Köprüsü’nün ülkemize maliyeti 10 milyar doların üzerinde. Yani AKP döneminde neredeyse beş katı daha maliyetli ama yargı engeli iktidar tarafından ortadan kaldırıldı. Projeler kontrolsüz kaldı.”

SİYASİ ATMOSFERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Artık tüm kesimler tarafından genel bir tespit var. Bu da ülkemizin demokratik bir ülke olmadığı. Eskiden ne kadar demokratikti tartışılır ama o niteliği bile artık kalmadı. Otokratik ve faşizan bir niteliğe dönüştü. Yandaş olmayan herkes tarafından bu gerçekler ifade ediliyor. Hal böyle olunca bu düzenin korunabilmesi amacıyla da elbette ki baskı araçları devreye girmiş durumda. Hukuk tamamen araçsallaştırıldı. Bütünüyle iktidarın güdümüne girmiş görüntüde. Böyle olunca da zaten hak arama yollarının en önemli ayaklarından biri ortadan kalktı. Diğeri de toplumsal muhalefet araçlarıdır. Protesto hakkıdır. Bugün meydanların insanlara kapatıldığını da görüyoruz. İnsanlar bir yandan yargı yoluyla haklarını arayamazken bir yandan da sokaklar aracılığı ile de bu haktan yararlanamıyor. Bunun haricinde zaten çok yoğun bir siyasal propaganda mekanizması devrede. Yalan ve dezenformasyonla genel bir zihin bulanıklığı oluşturma içerisindeler. Ekonomik koşulları bile çarpıtıyor, gerçek olmayan örneklerle örtmeye çalışıyorlar. Siyasal İslamcı bir karaktere sahip olan yönetim, bunu eğitim aracılığı ile hem topluma empoze etmekte hem de bunu İslam’ı kullanarak toplumun ses çıkarmamasını, atıl halde kalabilmesini sağlama çabası içerisinde. Bunların her birisi toplumdaki adaletsizliği yaygınlaştırma çabalarıdır. Bunların sadece son dört yıl boyunca onlarca farklı örnekleri ile birlikte karşımıza çıktığını görüyoruz. Kuvvetle muhtemeldir ki önümüzdeki değişim sürecine kadar da bu durum böyle gidecek ama İMO’nun da TMMOB’un da bu durum karşısında aldığı yer bellidir. Dünyadaki savaşlara karşı çıkmıştır. Toplumsal barış, bilimsel gelişme ve demokratik işleyiş için laiklik ilkesini önemsemiştir. Demokratik bir anayasanın, çoğulcu parlamenter rejimin tüm meslek alanları için de son derece önemli olduğunu ifade etmiştir. Var olan cinsiyet eşitsizliğinin sürekli vurgulayıcısı olmuştur. Evrensel ve adil bir hukuk düzeni için mücadele etmiştir. Eğitim kurumlarının başta üniversiteler olmak üzere sorunlarla karşı karşıya olduğunu, YÖK’ün kaldırılması gerektiğini dile getirmiştir. Sendikalar, meslek örgütleri üzerindeki engellerin kaldırılmasını arzu etmiştir. Bunlar da önümüzdeki dönemler boyunca dile getirilecektir.

***

SEKTÖRDEN SORUNLAR

İnşaat sektörü, ülkenin lokomotif sektörü olarak lanse ediliyor. Yaklaşık 200 civarında alt sektörü harekete geçiren bir sektör. Aslında gelişmiş ülkelerde inşaat sektörü hiçbir zaman lokomotif sektör değildir. Olmamalıdır da. Bu Türkiye’nin hali hazırda bir türlü alt yapısını tamamlayamamış ve üretim karakterini de yapıya, inşaat faaliyetlerine yönelik oturttuğunun göstergesi. İnşaat sektörü sonuç itibari ile sonlu bir alandır. Bir şeyleri yaparsınız ve biter. İhtiyacı karşılar. Ama tarımsal ve sanayi alanlarındaki üretim süreklidir. Buradaki üretim daha kıymetlidir. On yıllar boyunca izlenen politikalar aslında, inşaat sektörünün ön plana çıkması, işsizliğe çare ve alt yapıdaki eksikliklerden kaynaklanmıştır. Ama bu bir yandan da politika meselesidir. Çünkü sektör zenginleşme aracıdır. Devlet eliyle zengin yaratma açısından inşaat sektörü son derece önemlidir. Yeni zenginlerin de mevcut iktidarları muhafaza etmedeki maddi kaynaklar için de önemli araçlar arasındadır. Ancak özellikle son 5 yıldır denizin bittiğini görüyoruz. Bunun önemli alanlarından birisi, rant alanları olan konut alanları, yani özel sektör aracılığı ile yapılan konutlar, diğer yandan da devlet ihaleleri idi. Burada sadece beşli çete meselesi değildir. İhale sistemi, 200’ün üzerinde değişti. AKP iktidarı boyunca ortalama ayda bir değiştirildi. Değişikliklerin hemen hepsi de müteahhitlerin önünü açmak için yapıldı. Nitelikli inşaat üretimine yönelik değişikliklerden ziyade bu türlü ilişkileri düzenleyen niteliğe dönüştü. Bütçedeki paralar bitince deniz de bitti. Varlıkların tamamı betona ve atıl yatırıma dönüştü. Bugünkü enflasyonun tetikleyici unsurlarından birisi de inşaat sektöründeki konut arzının fazlalığında görüyorum. Bir yandan konut fazlanız var diğer yandan konut fiyatlarında fahiş artışlar var.

Bir çelişki daha var. Bugün konut ihtiyacı hala fazlasıyla var. 2002 ile 2020 yılları arasında kiracı sayısı yüzde 10 arttı. Ev sahipliği oranı ise yüzde 13 azaldı. Bu, aslında toplumsal olarak fakirleştiğimizin de göstergesi. Durum, ihtiyacın varlığını gösteriyor ama diğer yandan da konut fazlalığını, plansızlığı ve sadece rant odaklı hareket edildiğini de gösteriyor. Hal böyle olunca konutlar satılamaz duruma geldi. Faizler düşürülerek konut stokunun tüketilmesi çabasına girildi. İktidarın faizleri düşük tutma çabası aslında İslam inancından değil, piyasadaki konut fazlalığından kaynaklı. Çünkü onun yeniden satılıp sermayeye dönüşmesi ve oradan inşaata dönüşmesi, bu döngünün devam etmesi gibi bir hayalleri var.