Üs’sün içinde biraz aşağıda iğde ağaçları vardı. Gittik oradan biraz iğde kopardık. “Polis,” dedi Hatay. “Kaçın!” “Hepimiz hızla çıktık kesik yerden.

Gâvurların Or’da-8: Haytalar
Fotoğraf: Unsplash

Erdal ATEŞ

O akşamüstü Üs'teki çocuk parkının yanı başındaki sahada beyzbol maçı vardı. Sahanın yüksek direklerindeki büyük lambalar, ışıl ışıl yanıyordu. Seyirciler, merdiven şeklindeki oturma yerlerinde yan yana yerlerini almışlardı. Ben Hatay, Vedat ve Zafer onları izliyorduk toprak bir tepenin başında. Bir yandan da ayçekirdeği çitliyorduk. Kalabalıkta gözümüze çarpan ilginç şeyleri, parmağımızla birbirimize gösteriyorduk. Maç başlamıştı. Oyuncular deli gibi koşuşturuyorlardı. Bir oyuncu, beyzbol topuna öyle bir vurdu ki top, sahanın dışındaki su deposuna doğru gitti. Tok bir sopa sesi havada yankılandı. Biz de ayağa kalktık. Heyecanla vaaa... vooo, diye sesler çıkardık. Tabii kimsenin bizden haberi yoktu. Biz tel örgünün dışındaki istenmeyen seyircilerdik. O toprak yığının üzerinden, onları izlememiz bile suçtu. Ne işimiz vardı orada? Ne yapmak istiyorduk orada onları izlemekle? Maç heyecanla devam ediyordu. Hava iyice kararmıştı. Maç sahası, gündüz vakti gibi aydınlıktı. Hatay, pantolonundaki sapanını çıkardı. Misket kadar bir taş buldu yerden. Bunu sapanla sahadaki seyircilere doğru fırlattı. Bir an bağrışmalar duyuldu. Bize doğru bakıldı. Hepimiz korku ile eğildik. Toprak, moloz yığınlarının olduğu kapkaranlık bir yerdeydik. Kimse bir şey anlamadı bu taştan. Ama tedirgin oldu oradakiler. Böyle durumlarda Amerikan polisleri hemen bizim olduğumuz yere gelirlerdi. Yine öyle oldu. Bir devriye arabası, Üs'sün içindeki ağaçların kenarındaki o yoldan göründü. Tam bizim hizamızda durdular. Arka tarafımızdaki çukur yerlere saklandık. İki polis indi arabadan. El fenerlerinin o uzun ve güçlü ışığını bize doğru yönelttiler. Sesimizi çıkartmadık. Kendimizi göstermedik. Yukarıya, su deposuna doğru gittiler. Vedat oturduğu toprak yığınından aşağıya kaydı. Tel örgülerin dibine işedi. Sonra bize seslendi. “Buradaki tel örgüler kesilmiş!” Biz de indik. Gerçekten de teller kesikti. Hepimiz buradan Üs'se girdik çıktık. Üs'sün içinde biraz aşağıda iğde ağaçları vardı. Gittik oradan biraz iğde kopardık. “Polis,” dedi Hatay. “Kaçın!” “Hepimiz hızla çıktık kesik yerden. "Birimiz girsin, iğde toplasın” dedi Hatay. Diğerlerimiz gözcü olalım.

“Kim girecek?” dedim.

Vedat, “Elliye kadar sayıyorum,” dedi ve başladı saymaya. Elli, Zafer'de bitti. O girecekti içeriye. Küfrede küfrede girdi kesik telden. Zafer'i bekliyorduk. Onun getireceği iğdeleri. Epey zaman geçmişti. Zafer bize laf ata ata iğde topluyordu. Toprak tepede oturan biz üç arkadaş da Zafer'den pek hoşlanmazdık. Vedat’ın yine aklına bir fırlamalık geldi. Uzun uzun güldü. Ne zaman böyle gülse, bizi de güldürecek bir şeyler söyler ya da anlatır. Yine öyle oldu.

“Şu aptala bir oyun oynayalım,” dedi.

Ben ve Hatay kıkırdayan Vedat’a baktık. Ne oyunu, der gibi. O sürdürdü konuşmasını.

“Şimdi bu salak, tellerin yırtık olduğunu biliyor ya. Hiç korkmadan türkü söyleye söyleye iğde topluyor orada. Polis gelse hemen kaçabileceğini biliyor. Şu telin yırtık yerini dikelim. Çaktırmadan.

“Tamam,” dedik. “Ama önce iğdeleri alalım.”

İndik aşağıya…

Yırtık yerden Zafer’e seslendik. Geldi. Topladığı iğdeleri aldık. Biraz daha toplamasını söyledik ona. Sonra sırayla bizim gireceğimizi söyledik. Kabul etti. Gitti. Ben ve Hatay, toprak yığınına çıktık oturduk. İğde yiyorduk. Vedat, yerden bulduğu tel, ip parçaları ile tel örgünün kesik yerini dikiyordu. Aynı polis arabası göründü. Zafer'i uzaktan gördüler. Hemen hızlıca yaklaştılar. Zafer yavaş yavaş tel örgülere, kesik yere yöneldi. İki polis indiler arabadan. Onlar da şaşırmışlardı. Üs'te bir çocuk vardı. Her halinden buralı olduğu belliydi. İki polis birbirine baktı. Zafer'in sesini duyduk. Polislere bakıp, “Gelin, gelin, ananızı s*keyim!” dedi. Güya onlara posta koyuyordu. Nasıl olsa hemen kesik yerden tüyecekti aklınca. Polisler koşmaya başlamıştı. Zafer kesik yere geldi. Ama bulamadı çıkacağı yeri. Onu izliyorduk. Eli ayağı boşaldı birden. Deliye döndü. Ha bire ellerini tellere sürtüyor. O kesik yeri arıyordu. Acıdım haline. Sonra onun bana yaptığı, böyle benzeri şeyler geldi aklıma. Acıma duygum yitti. Zafer, kesik yerden umudunu kesti. Başladı kedi gibi tırmanmaya tellere. Şişko biriydi. Ona rağmen bir solukta çıktı tepeye. Tellerin en üstünde üç sıra dikenli tel vardı. En kötüsü de bunlardı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Bu dikenli tellere takıldı. Bağırıp çağırıyordu. Biraz uzağa kaçtık. Zafer kendini dışarı attı. Polisler geldi Zafer'in yanı başına, ama öbür tarafa atlamıştı bizimkisi artık. Telsiz sesleri havada uçuştu. Maç izleyenlerin bir kısmı da bizim tarafa bakıyorlardı. Birkaç dakika içinde, olduğumuz yerdeki toprak yoldan, polis arabaları göründü. Toz olduk oradan, mahalleye geldik. Vedat pis pis gülüyordu. Zafer'e ne olduğunu merak ediyorduk.

Sabah ekmek almak için bakkala gidiyordum. Zafergil'in evin önünden çekinerek geçtim. O yoktu bahçelerinde. Gelirken Zafer'e yakalandım. Çok kötü bakıyordu bana. Gittim yanına. Çok kızgın görünüyordu. “Hepinizin a*ına koyacağım,” dedi.

“Benim suçum yok,” dedim. “İster inan ister inanma”

“S*ktir git,” diye karşılık verdi.

“Bütün olanlar Hatay ve Vedat’ın yüzünden. Onlar yaptılar.”

Yumuşar gibi olmuştu. Sakin bir sesle “Sen niye haber vermedin bana?”

“Bilmiyordum. Toprak tepedeydim ben.”

Kafasını öne eğdi. Ellerini, bacaklarını, kalçasını gösterdi. Her yeri çizik, kesik içindeydi. Bakkaldan akide şekeri almıştım. Külahı çıkardım. Kırmızı ve sarı iki şeker verdim. Yumuşadı bizimkisi. Ekmek torbasını gösterdim. “Ekmek yer misin?”

Zafergil bakkaldan ekmek almazlardı. Evde kalın bazlamalar yaparlardı. Zafer, fırın ekmeğine bayılırdı. Kıtır kıtır yerdi. Ekmek onun için yaş pasta gibiydi. Çıkardım bir ekmek. Başından kocaman kopardım. Keyfi yerine geldi arkadaşımın. Yalayıp yuttu ekmeği. Gözlerime sevgi ile baktı.

“Senin yapmadığını biliyordum,” dedi. “Sen yapmazsın bana böyle şeyler.”

Sonraki günlerde öğrendim Zafer'in tel örgülerden atladıktan sonra neler olduğunu. Zafer, sesini duymuş, toprak yoldan gelen polis arabalarının. Biraz aşağısında, çukurlukta dikenler varmış. Oraya gizlenmiş. Polisler gelmiş. Üs'ten fenerlerle bakmışlar. Görememişler. Öveçler tarafına seğirtmişler. O sıra Zafer topallaya topallaya çıkmış kaçmış. “Korktun mu?” diye sorduğumda, “Ne korkacağım!” dedi. “Onlar beni fenerle ararken ben dikenlerin içinde iğde yiyordum.”