Tek adamdan çoklu baroya giden bu sistemin ardında, avukatların tek olanın iradesine uygun baro yönetimlerinde çoğunluk olamayışının hıncı yatmakta. İnsanla yapılamayanı, yasa ile yapmak...

Gaza bulanan cübbeler mi? Savunma hakkı mı?

AV. ŞENAL SARIHAN

Avukatlık Yasası’nın maddelerinde değişiklik yapan teklif, yoğun tartışmalara karşın AKP ve MHP milletvekillerinin oyları ile kabul edildi. Türkiye’nin tüm barolarını ayağa kaldıran bu değişikliğe karşı, iktidar çevreleri tam bir duyarsızlık içinde. Barolar, net ve açık bir biçimde “Çoklu Baro"nun adalet karşısında çifte standarda kapı açacağını, yargının üçayağı açısından da bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerini ortadan kaldıracağını anlatmaya çalıştılar. Sözün yetmediği yerde, toplanmak, yürümek, oturmak gibi diğer ifade yöntemlerine başvurdular. Anayasa’dan başlayarak Avukatlık Yasası’na uzanan hukuk belgeleri ile yapılan değişikliğin, yalnızca avukatları bölmek değil, adaleti yok etmek olduğunu haykırdılar. Dinlenilmedikleri gibi kaba güçle, copla, biber gazı ve barikatlarla engellendiler. Tarihi bir ağırlığı olan cübbeleri ile yerlerde sürüklenenler oldu. Baroların yapmak istediği salt kendi mesleklerinin savunulması mıydı? Hayır! Onlar, halkın haklarını özgürce savunabilmenin, siyasi anlayışlara göre parçalanmış baro sisteminde olanaksız olacağının bilinci ile gece gündüz direndiler. İç hukukumuz dışında, dünya avukatlarının ortak deneyimlerinden süzülen Havana Kuralları da akıllarındaydı. Diğer adı; “Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler” olan bu metnin ön sözünde Avukatların meslek örgütlerinin önemine işaret edilirken önce avukatların hangi görevi yaptığının altı çizilir. Avukat; “Tüm insanların sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel veya kişisel ve siyasal nitelikteki insan hakları ve temel özgürlüklerin yeterli bir biçimde korunması, herkesin bağımsız hukukçuların sağladığı adli hizmetlere etkili bir biçimde ulaşma hakkına sahip olmasını gerektiği” için vardır. Avukatların meslek örgütleri ise, "Meslek standartlarının ve meslek ahlakının yüceltilmesinde, üyelerin baskıya, haklarının yersiz olarak kısıtlanmasına ve ihlal edilmesine karşı korunmasında ihtiyacı olan herkese adli hizmet sağlanmasında hükümet ve diğer kuruluşlarla adaletin ve kamu yararının daha fazla gerçekleştirilmesinde hayati bir role sahiptir.”

Yasayla ortaya çıkacak olan barolar, bir yandan siyasi ya da inançsal ayırımlara göre örgütlenmenin kapısını aralarken diğer yandan mesleği, adeta bir ticari firma anlayışına teslim ederek rekabetçi ve piyasacı bir yapılanmanın yolunu açacaktır. Oysa Havana Kuralları’nın “Adli Hizmetlere Ulaşma” başlıklı bölümünde, Hükümetlere verilen görev şöyle ifade edilmiştir: “Hükümetler, ırk, renk, etnik köken, cinsiyet, din, dil, siyasal veya başkaca bir fikir ulusal ve toplumsal köken, doğum ve ekonomik veya başka statüye dayanan bir ayırımcılıkla hiçbir ayırım yapmaksızın, egemenlik yetkisine tabi olan ülke içinde bulunan herkesin, avukata etkili biçimde ve eşit olarak ulaşma hakkını sağlayan etkin usulleri ve ihtiyaçlarına yanıt verebilecek mekanizmalar” kurar."

Bugün yasa, tam da bu ilkelerin aksine bir uygulamanın “temelini” atmaktadır. Ancak temel çürüktür. Ülkemizin idari yapısı ve mesleğin, adalet gereksinimi olan herkese eşit sunulması zorunluluğu karşısında, siyaseten zaten ciddi bir kutuplaşma içinde olan ülkemizde, halk için en etkili hak arama merkezi olan avukatlık mesleği, hak temelli bir hizmet alanı olmaktan çıkacaktır. Böylece adalet dağıtımında temel unsur olan sav, savunma ve hüküm” üçlemesinde, hak arayanın sarıldığı tek dal olan avukatlık mesleği, hukuku değil, taraftarı savunan bir münazacıya dönecektir. Bu bölünme adaleti çürütür. Bireylerin hak aramalarını engelleyerek “ hukuki güvenlik” ilkesini yok eder… Avukat, sözüne güvenilen kişi olmaktan çıkar. Hak arayanın ya da savunanın serbestçe avukat seçme hakkına gölge düşürür. Hukuka ve hakka değil, “yakına- tanıdığa” inanan eğilimleri besler. İktidara yakın olduğu zannedilen yargıçlar için aynı anlayıştaki barolardan avukat seçmeye yönelim artar. İç hukukumuzda ve ulusal üstü hukuk belgelerinde korunan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş olur.

Barolar, aynı zamanda “Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları” dır. Anayasa’nın 135. Maddesi'nde, meslek birliklerinin “Belli bir mesleğe mensup olanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetleri kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ve halk ile ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak … amacıyla kurulduğu” belirtilmiştir. Yasa, bu maddeye de aykırıdır. Çoklu barolarda ortak anlayış, ortak menfaat, ortak değer ve ahlak birliği nasıl sağlanacaktır? Ortaklık, her ayrı baro içinde toplanan avukatların mı yoksa tüm baroların ortak değerleri üzerine mi kurulacaktır? Tek adamdan, çoklu baroya giden bu sistemin ardında, avukatların, tek olanın iradesine uygun baro yönetimlerinde çoğunluk olamayışının hıncı yatmaktadır. İnsanla yapılamayanı, yasa ile yapmak. Ne yazık ki tek adam döneminin “hukuk pratiğidir.” Bu konuda sürekli izlenen yol, hakka ve hukuka değil, tekil iradenin istemlerine uygun yasal düzenlemelere yönelmek biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Ancak avukatlar şunu iyi bilmektedir ki yasa, hukuk değildir. Hukuk da “İnsan haklarına dayalı" olmadığı sürece “halk için hukuk” olamaz Adında “adalet" olan bir partinin adil olamadığı gibi...

Yasada gözden kaçan ya da özelikle görünmez kılınan 7. Madde, yargı bağımsızlığı için ciddi bir tehdit taşımaktadır. Bilindiği gibi bugün kadın yargıç ve avukatlar, dinsel inançlarına göre türbanla duruşmalara katılabilmektedirler. Ancak yeni düzenleme ile, duruşmalara girişte cübbe dışında herhangi bir kılık kıyafet zorunluluğunu kaldırılmaktadır. Örneklersek; çarşaf ya da poturla, şalvar pantolon, uzun sakal ve fesle ya da peçe ve benzeri dinsel simgelerle duruşmalara girilebilecektir. Mahkeme salonlarından ne bekliyoruz? Kılık kıyafet özgürlüğü mü? Etkilerden uzak bağımsız yargı mı? Şimdi cübbe, sis perdesinin adıdır. Ankara Adliyesi önünde baro başkanları ve avukatlara sıkılan gazın sisi, şimdi de Avukatlık Yasası’nın üzerine inmiş bulunuyor. Bu sisi dağıtmak, yine avukatlara düşecek. Yılmak yok.