Medya, deprem sınavını geçemedi. İlk andan itibaren birçok yayın kuruluşu insan haklarını hiçe sayarak haber yaptı. Göz göre göre gelen depreme ‘Asrın felaketi’ denildi. Bu durum müteahhitlerin savunmalarına zemin oldu.

Gazeteciliğin fay hatları da kırıldı
Fotoğraf: Gazeteciler Cemiyeti

Semra KARDEŞOĞLU

53 bini aşkın canı yitirdiğimiz Maraş depremlerinin üzerinden bir yıl geçmişken medyanın bu süreçte verdiği sınava da göz atmakta fayda var. Marmara depremini gazeteci olarak yaşamış olanlar açısından dahi öyle kolay kolay unutulur, atlatılır bir süreç olmadı. Depremden bir süre sonra 'Depremde gazetecilik' konulu paneller düzenlendi, sempozyumlarda da sunumlar yapıldı. Olayın ilk boyutu bir "Afet gazeteciliği" eğitimi verilmemiş henüz yeni muhabirlerin sahaya gönderilmesi oldu. Kendileri o ortamda nasıl koruyacaklarını dahi bilmeden sahada yer almak kolay iş değildi. Birçok meslektaşımız büyük risklerle karşı karşıya kaldı. Dondurucu soğukta, yatacak güvenli bir yer dahi bulamadan çalıştı deprem bölgesinde.

Biliyorsunuz Van depreminde sağlam denilen Bayram Otel'de kalan iki muhabiri, otelin artçı depremde yıkılmasıyla yitirdik. Bir başka nokta bölgeden ilk haberleri geçecek olan gazetecilerin de depremzede olması sorunuyla karşı karşıya kalındı. 40'a yakın meslektaşımız hayatını kaybetti.

‘ASRIN FELAKETİ’ SAVUNMASI

Sonrası... İlk andan itibaren birçok yayın kuruluşu insan haklarını hiçe sayarak haber yaptı. Bir kere göz göre göre gelen deprem için ‘Asrın felaketi’ ismi uygun bulundu. Bu başlık. "E ne yapalım 100 yılda bir gelen felakete rastladık. Yani bizim kusurumuz, eksikliğimiz değil" mesajını veriyordu açık açık. Öyle ki bu, onlarca canın yitirildiği apartmanların müteahhitleri, mühendislerinin yargılandıkları davada savunma zeminleri oldu. "Yani ben binayı çok sağlam yaptım ama deprem 100 yılda bir gelen çok büyük bir depremdi" cümlesi duyuldu duruşma salonlarında.

MUCİZE KURTULUŞLARA ÇEVRİLEN KAMERALAR

Canlı yayınlarda kamera ışıkları "Mucize kurtuluş"lara odaklandı. Tekbir sesleriyle 3 gün sonra enkazdan çıkarılan çocuklara yoğun ışıkla yeni travmalar yaratıldı. "Kurtarıcı"ların yeleklerini kuruluş adı yazan arka kısmı kameralara göre ayarlandı. Ama ne o gün ne de sonrasında bir binada 150 kişinin ölümünden kim sorumlu, belediye başkanı, kaymakam, vali, bakan, cumhurbaşkanı ve 22 yıldır iktidarda olanlar kameraların kadrajına giremedi. O kadraj sadece gösterilmesi makul olan kareyle sınırlı kaldı. İktidara yakın yayın organının canlı yayınında "Söylememesi" gerekeni söylemeyen depremzededen derhal uzaklaşıldı, yayın kesildi. Sonra yakınlarını, geçmişini, geleceğini kaybetmiş depremzedenin 20 metrekarelik konteyneri öyle bir anlatıldı ki konteynerde yaşamayan hayıflandı. Saatlerce enkazda ses veren yakınlarının kurtarılmasını bekleyenlerin çığlığı yerine "Tüm yetkililer kurtarma ekipleri ilk andan itibaren sahadaydı. Her şey kontrol altındaydı" yalanına inanılması beklendi. Yaşanan acı azmış gibi hüzünlü müzikler eklendi görüntülerin üstüne. Binlerce kişi henüz kayıp çocuklarına, yakınlarına ulaşamamışken resmi bir açıklama yapılamadı. Bilginin sadece 'resmi' olanı yayınlandı. Tüm bunların yanında bulunduğu tüm baskı ortamına rağmen gerçeği az da olsa yansıtmaya çalışan vicdanlı gazeteciler de vardı. Elbette çok sınırlı imkanlara rağmen doğruya ulaşmaya çalışan ve gazeteciliğin ezilenin, kimsesizin sesini duyuramayanın sesi olmayı gerektirdiğini unutmayan gazeteciler de hep var olacak. Biz de BirGün’de depremlerin ardından bunun için çabaladık. Görülmeyenlerin, duyulmayanların sesini duyurmaya çalıştık. Usulsüzlükleri gösterdik. Manşetlerimizde bunlara yer vermeye gayret ettik. Bundan sonra da halkın sesini duyurmaktan vazgeçmeyeceğiz.