Çağan Irmak’ın yeni filmi kılık kıyafetlerdeki pırıltıyla Türk popçularından çok, ABBA’yı ve glam rockçıları hatırlatıyor... Film, Vesikalı Yarim’le (1968) başlattığı bu dönem, iki kız kardeşin rekabetinin temellerini anlatıyor

Geçmiş zaman güzellemesi

UNUTURSAM FISILDA

Sinemamızda nostalji rüzgârları esiyor. Bir dönemin Yeşilçamı’na saygı duruşunda bulunan “Pek Yakında”  için “Ama, ne çağ o çağ, ne biz o biz, ne de film o film”, diye yazmıştım. 60 sonları ve 70’lerin Türk popuna selam çakan “Unutursam Fısılda” (UF) için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Biri bugünde, biri de aynı kahramanların gençliğinde geçen iki bölümlü UF’nin 70’leri, yani eskiyi anlatan bölümü tam bir klişeler geçidi. Türk popuna dair görüntülerden çok, BBC’nin “Top of the Pops” programını hatırlatan görüntüler eşliğinde bolca Kenan Doğulu imzalı 70’ler Türk popu dinliyoruz. Bu şarkılar belki birkaç dinleme sonrasında akılda yer edebilir ama filmdeki dinleme sırasında açıkçası bir kulağımdan girip diğerinden çıktılar. Kayda değer durmadıkları gibi, dönemin ruhunu da yansıtmaktan uzaklar. Kılık kıyafetlerdeki pırıltı da Türk popçularından çok, ABBA’yı ve glam rockçıları hatırlattı bana.   Filmin Vesikalı Yarim’le (1968) başlattığı bu dönem, iki kız kardeşin rekabetinin temellerini anlatıyor. Hatice (Farah Zeynep Abdullah) ile Hanife (Gözde Cığacı) aynı “delikanlı”ya aşık olurlar. Tarık adlı bu delikanlıda yanlış bir castingle Mehmet Günsür oynatılmış. Aşağı yukarı 20 yaşında olması gereken Günsür 40 yaşında gözüküyor film boyunca. Oysa kızkardeşlerde Abdulah ve Cığacı rollerinin gerektiği yaşta yani 17-18 yaşında görünüyorlar. Tarık, lise önünde avlanan sübyancılara benziyor.
 
KARNAVAL EDASIYLA DAKİKALAR GEÇİYOR
Neyse... Tarık’ın seçimi, sağlıkçı Hanife değil kendisi gibi pop müziğe meraklı Hatice oluyor. Hatice (sonradan Ayperi) ile Tarık pop müzikte şöhrete ulaşırken, Hanife kendisini haksızlığa uğramış, mağdur edilmiş bir kaybeden olarak görüyor. Film “Bir Yıldız Doğuyor”un duraklarından bir karnaval edasıyla geçip gidiyor. 
 
‘BABAM VE OĞLUM’ DÖNÜŞÜ
Oysa filmin günümüzde geçen ve filmi açan sahneleri vaatkârdı. Yaşlanmış Hatice (Hümeyra), kıçından sigara çıkaran eşek biblosunu “al, başka yerde bulamazsın” diyerek haciz memuruna verirken, seyirciyi tavlamıştı. Hatice, hem içine düştüğü maddi sıkıntı hem de Alzheimer’e yakalandığı için ablası Hanife’nin (Işıl Yücesoy) kasabadaki, evine dönüyor. Bir nevi “Babam ve Oğlum” dönüşü. Yıllardır haset biriktiren Hanife, Hatice’yi hem konuk ediyor, hem de öfkesinin keskinliğini yitirmemesi için kendi kendisini telkin ediyor. Kardeş rekabeti, kardeşler arasındaki aşk/nefret ilişkisi verimli bir alan. Buradan çok şey çıkacak diye umut ediyoruz. Ama çıkmıyor. Başta ne varsa, sonrasında da o var. Alzheimer’den, hafıza/kimlik filan gibi temalardan da bir şey çIkmıyor. Her şey tereyağdan kıl çeker gibi kolayca çözülüyor. 60 sonları ve 70 başlarının toplumsal olayları filmin ne kadar uzağında kaldıysa, bugünün ruhu da filmin uzağında kalıyor. 
 
BÜYÜK BÜTÇE RİSKLİDİR
Çağan Irmak’ın sanatçı pırıltısı kendisini arada sırada gösteriyor, asıl gözükense zanaatkârlık. Evet, iyi bir prodüksiyon denilebilir; film parlıyor. Ama bir filme ne kadar çok para harcarsanız, o kadar çok riskten kaçarsınız. Batacak olan para miktarının büyüklüğü güvenli sularda yüzmeye zorlar. UF’ye çok para harcanmış, dolayısıyla film sığ sulardan dışarıya çıkmaya cesaret edememiş. Ürün yerleştirmesi de cabası.