Sezon bittiğinde bundan en fazla duygusal yarayı alan biz futbolseverlersek, diğer bir yara alan elbette ki spor basınıdır. Her hafta hakkında yazılacak maç, maçta çıkan olaylar, kırmızı kartlar, hatalı kararlar, şampiyonluğa yürüyen takımlar, rekabet yoktur artık. Onun yerine transfer haberleri vardır ki bu da çoğu zaman sayfaları doldurmaya; doldursa da taraftarın ilgisini çekmeye yetmez. O yüzden de spor gazeteleri manşetlerinde hayal edemediğimiz isimleri okuruz mutlaka “bitti gibi” klişesiyle. Üşenmeyin de arama motoruna “bitti gibi” yazın. Çıkan sonuçlar sadece futbol üzerine. Sezon biter bitmez gazetelerin bitti gibi dediği dünya yıldızlarının takımlarıyla sözleşme yenilediğini okuyup beklentileri bir basamak düşürürüz. Bu, gerçek ve olası transfer haberlerine kadar sürüp gider. Bitti ile gibi hep yan yanadır.
Bu sene ise futbolcu transferleri kadar teknik direktör geliş-gidişleriyle meşgulüz.

Hem “Gitarını da al git” dediğimiz Slaven Biliç’in hem de İsmail Kartal’ın boşalan koltuğuna kimin geleceğini bekliyorduk. Biliç gitti yerine yakından tanıdığımız, bu toprakların çocuğu, adı Trabzonspor ile özdeşleşen fakat bir dönem hepimizin milli hocası olan Şenol Güneş geldi. Tam polemiksiz bir transfer diye düşünürken yaptığı “Hiç şampiyonluk görmedim” cümlesi ortalığı karıştırdı. Trabzon’u çalıştırırken “2010-11sezonu şampiyonu Trabzon’dur” diyen teknik adam sözlerinde muhtemelen resmi şampiyonluğu kastettiyse de kendisine “davaya ihanetten” tepki yağdı. Öte yandan Beşiktaş camiası durumdan memnun gibi. Her ne olursa olsun Şenol Güneş tavrı, duruşu ve yaklaşımı ile Türk futbolunda olması gereken figürlerden biri diye düşünüyorum. Beşiktaş ve tribünlerle kanının uyuşacağını düşünsem de burası Türkiye. Yönetimi var, basını var, başkanı var... Bekleyip göreceğiz.

Diğer köşede Fenerbahçe Olympiacos’u şampiyon yapan, kariyerinin baharında olması sebebiyle Kartal’a benzetilen Vitor Pereira’yı başa getirdi. Elbette hakkında yüzlerce yorum var. Hiçbir başarısı olmadığını iddia edenlere karşılık, her gittiği takımı şampiyon yapan “winner” özellikli bir teknik adam olduğunu söyleyenler ve hatta yeni Löw olacağına ithimal verenler... Portekizli teknik adam İstanbul’a gelip imzayı attı ve ilk isteğini kulağa fıkra gibi gelen cümle ile açıkladı: Bir kaleci, bir stoper, bir forvet!

Objektif gözle bakarsak Porto’yu şampiyon yapmasına rağmen sezon sonunda ayrılarak Al Ahli’nin başına geçmiş. Dubai takımını da şampiyon yaptığı söyleniyor. ( 9 galibiyet, 7 beraberlik, 4 malubiyet. Söyleniyor diyorum zira takımın resmi sitesinden dahi sağlıklı veri almak mümkün değil. ) Arap Yarımadası’ndan “başarıyla” ayrılıp oradan geçtiği Yunan takımını da şampiyon yapmasına rağmen yine gönderilmiş. Şimdi teknik bilgi ve beceri kısmından çok madalyonun diğer yüzü yani Pereira’nın kişiliğine bakalım. Porto’nun başındayken lig hakkında “kirli rekabet” yorumunu yapıp rakiplerini yendikten sonra ligin prestijinden bahsedebilen, ruhsal iniş çıkışları hızlı olan bir adam. Basın toplantısında durduk yere atar yapan, Fatih Terim’i mumla aratacak İngilizcesi ile gerginlik yaratan bir adam. Hakemler ve verilen kararlarla ilgili çokça ve hafif ayarsız konuşan bir adam. Rakip takım tribünlerine “çıkışa gel” hareketi yapan bir adam. Hızlı ve öfkeli kısaca. Öfke tek bir hedefe ve iyi bir amaca kanalize edildiğinde, rekabetçi bir ortamın avantajına olabilir. Fakat maalesef insan beyni böyle çalışmaz. O hızlı iniş çıkışlar, sonucunu düşünmeden yapılan fevri hareketler insanın hem kendisine hem de yapmak istediklerine zarar verebilir. Umarım yeni hoca geldiğinde “sahalarda görmek istemediğimiz türden hareketler”e imza atmaz. Malum zaten ortalık karışık...