Yüksek duvarlı sitelerinden çıkan çoğu varsıl muhafazakarlar, son dönemde ‘öteki’ olarak gördüklerinin yaşadığı Beşiktaş, Kadıköy’ü radarlarına almış gibi görünüyor. Bu değişimi sosyolog Dr. İrfan Özet yorumladı: Genç kuşak, ailelerinin aktardığı sert çatışmacı kutuplaşmacı dilden daha uzak. Kentte büyümüş jenerasyonlar Başakşehir gibi kentin çeperinde değil kozmopolitanlığın sunduğu fırsatlar dünyasında yer almak istiyor belki de.

Genç muhafazakârlar ‘öteki’ mahallelerde

Semra KARDEŞOĞLU

AKP tarihi aynı zamanda betonlaşmanın tarihi oldu. Bu betonlaşma ile gelen daha çok apartman, rezidans, site hayatı, sayısız etkenle birlikte kent kültüründe de onulmaz yaralar açtı. Toplumun farklı sınıflardan, farklı kültür ve inanışlardan kesimlerin birbiriyle teması adım adım kesildi. Bir dönem ülkenin renkli seçim sonuç haritasında olduğu gibi keskin çizgiler çizildi. Son yerel seçimin sonucu ise siyasette birçok şeyi değiştirdiği gibi kültürel alanda da değişiklikleri beraberinde getirdi. Şöyle ki; toplumun kısmen alım gücü daha yüksek muhafazakâr kesimlerinden özellikle gençlerin, oturdukları yüksek duvarlı sitelerden çıkarak sahil ilçelerinde ve ‘öteki’ dedikleri kesimle daha fazla iç içe oldukları semtlere artan ilgisi gözlemleniyor. Kimi zaman içkili restoranların ortasındaki bir çikolata- kahve dükkânı adres olabiliyor. Bunda elbette, tüketimin yeni öznesinin paralı muhafazakârlar olmasının da etkisi büyük. Sistem, onlardaki parayı bir biçimde tüketime dönüştürecek mekanizmayı kurmak zorunda. Aşırı pahalı başörtüler, janjanlı varaklı ev eşyaları, kristal kaseler vb.

Bu değişikliklerin bir anlamı olup olmadığını Aksaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. İrfan Özet’e sordum. Özet’in, “Fatih-Başakşehir/ Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus” isimli kitabı ses getirmişti. Değişime ilişkin soruları yanıtladı.

Başakşehir üzerine bir çalışma yaptınız? Bu ilçenin muhafazakârlar ve kentin bütünü için kritik noktası neydi?

Benim Başakşehir’i içeren saha araştırmam, ana hatlarıyla muhafazakârlığın merkezileşme hikâyesinin gündelik izdüşümleri üzerineydi. Muhafazakârlık paydasında buluşan kuşaklar için son 20 yılık AKP deneyimi, siyasal ve toplumsal düzeyde iktidar anlamına geliyor. Burada hatırlatmakta fayda var. Yükselen, sınıf atlayan topluluklarda gelişen güç-imtiyaz rutini, muhafazakârlık için de sözkonusu. Bu yönüyle modern zamanların bilindik “muhafazakâr” anlatısı da tersine dönmeye başladı. Araştırma yaptığım dönemde mahalle içinde giderek yükselen “muktedirleşme” arzuları, bu fotoğrafın büsbütün değiştiğini ortaya koyuyordu. Açılan yeni sayfada muhafazakâr kamunun temel refleksleri, giderek egemen topluluklara özgü zihniyet ve davranış kalıplarına büründü. Yani önceki düzeyde değişim vadeden sosyoloji aşınarak, “korumacı” ve “tekelleşmeci” eğilimlere açıldı.

Şimdi Başakşehir, bu dönüşümün belki de en net ifade alanı olarak öne çıkıyor. Bütünüyle site-kentlerden örülü bir yaşam alanı… Yerleşik sakinleri ise, özellikle araştırma yaptığım etaplar Başakşehir’inde, muhafazakâr kültürel kimlik kodlarıyla bütünleşen yüksek ekonomik sermayeleriyle öne çıkıyordu. İlçenin yüklendiği temsiller, geleneksel mahalle dünyasını buharlaştıran mekânsal düzeydeki yeniliklerle sınırlı değil. Aynı zamanda muhafazakârlığın kentli, eğitimli, orta ve üst sınıf kuşaklarının everileceği sosyolojiyi temsil etme imkânına sahip. Nitekim AKP deneyimi sonrası serbest piyasa, eğitim, iktidar-belediye ve cemaat networklerinin sunduğu imkân alanlarıyla dinamizm kazanan “beyaz muhafazakârlar”ın izleyeceği yörüngeyi görme de, Başakşehir önemli laboratuvar olarak öne çıkıyor.

Çalışmanın üzerinden 4 yıl geçti. Neler değişti sizce Başakşehir’de?

Bu soruyu retrospektif, yani mekansal hafızayı yoklayarak ve geriden bugünlere gelerek konuşalım. Başakşehir, Milli Görüş kadrolarının “Adil Düzen” idealini hayata geçirme adına, bir belediye girişimiydi. İlk zamanlar, doğru dürüst yerleşim yeri bulunmayan bölge, uygun maliyetiyle alt-orta sınıf muhafazakâr kitlenin yöneldiği sosyal konut havzası niteliğindeydi. 1999 Marmara Depremi sonrası kent içi göç hareketlerle bu sınıfsal ve kültürel doku biraz esnese de, varlığını korudu.

Şimdi, muhafazakârlığın 2000 sonrası yakaladığı kesintisiz iktidar deneyimi, Başakşehir’e özgü bu kompozisyonu da önemli ölçüde çeşitlendirdi. Özellikle yeni dönemde kurulan 4 ve 5. Etap’larla birlikte bölge, yükselen muhafazakârlığın sınıf ayağının da görünüm kazandığı bir alana dönüştü. Yani prestijli, lüks konut alanlarıyla tanışıyordu. Mesela 5. Etap’ta KİPTAŞ’ın inşa ettiği Kavacık, İstinye, Emirgan ve Tarabya gibi İstanbul’a özgü metaforların kullanıldığı orta-üst sınıfa hitap eden siteler yer alıyordu. Ama bunlar bile, etap içinde muhafazakâr sermaye grubu tarafından yapılan özel ve prestij adacıkları düşünüldüğünde, nispeten mütevazi kalıyordu. Yani özel sermayeye dayalı yeni kurulan projelerle, etaplardaki sınıfsal çıta her geçen gün yükseliyordu. Mesela 2017’de araştırmamın son yılındaki ziyaretimde, Mavera Sarayları, Beyzade Konakları, AK Residance gibi son derece pahalı ve lüks projelerle karşılaşmıştım.

Tabii şunu da ekleyelim. Sınıfsal konum yükseldikçe, buna uygun mekân ve yaşam alanı arayışları da hız kazanır. Araştırdığım dönemde 5. Etapta yoğunlaşan yeni lüks siteler, bu tür arayışlara önemli ölçüde cevap verebiliyordu. Ancak bunun “yetmediği” durumlar oluşabiliyordu. Mesela “3. İstanbul Projesi”, muhafazakârlığın “büyüklük” arzularına hitap ederken; “mahalle kahvesi”, “mahalle çeşmesi”, “çiçekli balkonlar”, gibi temaların olduğu “Evvel İstanbul” adlı proje ise, lüks yaşamla “mahalle nostaljisi”ni sentezleyen ilginç projeler olarak öne çıkıyordu. Dolayısıyla yükselen sınıfsal çıtayı karşılayan her yeni proje, kültürün ve kimliğin mekândaki varlığını, “imaj” değeriyle sınırlandırıyor.

Peki, onlar için cazibe merkezi halen Başakşehir mi? Adres değişmedi mi?

Sınıfsal, kültürel ve siyasal düzeyde değişiyor tabi. Fatih ve Başakşehir’e yön veren etkenler de farklılaşıyor. Bunlarda makro siyasetteki değişimlerin etkisi var. Bağdat Caddesi ya da Moda’da yaşamak isteyen ve yaşayanlar da var elbette. Özellikle muhafazakâr kesimin genç kuşakları merkezde olmak istiyor. Önceki kuşakların büyük bir sıçrama hırsı vardı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren aslında çeperde kalmış ve merkeze kavuşma isteyen bir kitle vardı. Yeni gelen kuşakların merkezileşmesi kültürel ekonomik sermaye düzeyinden yaşayıp deneyimlendi. Yeni kuşaklar kültürel tüketim alanlarından tatil anlayışlarına yaşamak, görmek ve göstermek istediler. Bu skala daha da açılmış olabilir şimdilerde. Ama yine de muhafazakârlar için halen bir çekim alanı Başakşehir.

Muhafazakârlar arasındaki sınıfsal ayrışma neler getirdi? Artık üst gelir grubunda yer alan muhafazakârlarla diğerlerinin oturduğu semtler bile değişti. Örneğin biri çocuğunu devlet okuluna zor gönderirken, diğeri yıllık 100 bin liralık okula gönderiyor. Siz çalışmanızı yaparken, böyle ayrımlar net miydi?

Esasında söylediğim gibi, giderek ivme kazanan ultra lüks ve yeni konut projeleriyle, muhafazakâr tabakalarda gelişen sınıf merkezli ayrışma fotoğrafı netleşiyor. Dolayısıyla bu, kapitalist moderniteye sert ve esaslı eleştiriler getirme iddiasında olan kültür motivasyonlu bir cereyanın, son tahlilde sınıf merkezli yaşamın ayartıcılığı karşısında yaşadığı tıkanmayı da gösteriyor.

genc-muhafazakarlar-oteki-mahallelerde-1005807-1.
Dr. İrfan Özet

İlginçtir, 2014’ten 2017’ye Başakşehir’deki çalışma sürecimde her geçen yıl, bölgenin kalbinde ve çevresinde gelişen yeni konut alanlarının özellikle üst sınıflara hitap eden sınırlarını ortaya koyuyordu. Bugün için İstanbul emlak piyasasının belirlediği fiyat standartları; orta sınıfın dahi erişemediği, yurt dışındaki taleplerle sınırlı bir çıtaya doğru ilerliyor. Başakşehir gibi steril alanlar da, neredeyse sadece zengin ve sınıf atlamış muhafazakar tabakalar eliyle bu kareye kimliği dahil etmiş oluyor. Aynı şekilde muhafazakârlığın kentli kuşaklarını çapraz kesen sınıf merkezli ayrımlarla ilgili tartışmaları, daha bir görünür kılıyor.

Muhafazakâr üst gelir grubundakilerin tüketim alışkanlıklarındaki büyük değişime ne diyorsunuz? Aşırı lüks otomobiller, lüks takılar, pahalı çantalar. Böyle “gösteriş” hali muhafazakârlıkla çok da bağdaşmayan bir kalıptı. Ne oldu ne değişti?

Evet, “bağdaşmayan” olarak ifade etiğiniz bu tutumlar, esasen İslam’ın sosyal yaşama dair normatif önermelerinde yer alan israfla ilgili yerleşik bir hafızadan hareket ediyor. Ama bununla birlikte, sınıfsal bir içeriğe de sahip. Modern Türkiye’nin uzun bir safhasında muhafazakârlık, büyük ölçüde taşra kökenli habitustan taşarak kentlerde varlık kazanmıştı. Ancak 2000 sonrası dönem makro düzeyde deneyimlenen iktidar ve merkezileşme, ister istemez gündelik yaşamda Weber’in statü gruplarına özgü bir takım alışkanlıklar ve eğilimler zinciriyle varlığını gösterdi. Bu açıdan bahsettiğiniz örnekler, egemenleşme deneyimi yaşayan birçok birey ve grubun rutini halinde. Ne var ki, Türk muhafazakârlığı açısından şaşırtıcı olan, çerçevesini dinin çizdiği bir ethosa yaslanarak kamusal yaşamdaki dağılımlar ve paylaşımlarla ilgili hayli iddialı çıkışlarda bulunan bir hareketin akıbetiydi. Bu akıbet, dinin normatif önermelerinin dışında gelişen bir rasyonaliteye işaret etse de, tüketim arzularıyla dolup taşan bir muhtevayla sınırlı.

Kılıçdaroğlu şöyle demişti: “Hafta sonları AKP’li belediyelerden akın akın bizim belediyelere geliyorlar.” Doğru mu bu sizce ve neden?

Esasen doğruluğu ya da yanlışlığı bir kenara bu tespit, sekülerleşme cereyanının muhafazakar dünyada artan etkilerinin dışavurumu. Agorafobik eğilimlerle yüklü önceki kuşaklara nazaran, kentli-kozmopolitan kültürle daha barışık yeni kuşaklarda dinsel ve seküler alan sınırları hayli esnek. Dolayısıyla bu esneklik, halen metropollerin toplumsal ve kültürel merkezini oluşturan “laik mekanlar”da yer almayı kısıtlayan sembolik sınırların etkisizleştiği bir geleceği işaret etmekte.

Bunu isteyen neden sadece yeni kuşaklar?

2000’lerde para kazanmaya başlayanlar bugün bunun siyasi kamplaşma ile olduğunun bilincinde. Birikmiş tortular ve hesaplaşma duygusu var. Angajmanları var. Bunları dikkate aldığımızda yeni kuşaklarda bu sorun yok.

Bir de örneğin içki içmese de içkili mekânda ya da hemen yanı başında kahve içme arzusu da gözlemleniyor?

Yukarıda da aktardım, genç kuşak, ailelerinin aktardığı sert çatışmacı kutuplaşmacı dilden daha uzak. Kentin kozmopolit dünyasında kendini daha fazla ifade etme ihtiyacı olabilir. Kozmopolitan ortamlarda yaşama arzusu baskın gelmiş olabilir. Yeni, kentte büyümüş jenerasyonlar Başakşehir gibi kentin çeperinde değil kentin merkezinde yer alan kozmopolitanlığın sunduğu fırsatlar dünyasında yer almak isteyebilir. Dünyaya açık dili dikkate aldığımızda beklenti ve talepler daha da artacak.

Peki, 90’lara kadar görülebilen aynı aile içinde farklı inanışlar, farklı siyasi tercihler görünebiliyordu. Bu örneklerin artacağı anlamına gelebilir mi?

Türkiye’de kültürel eğilimlerde siyasetteki değişimlerin etkisini görülür. Örneğin koalisyon hükümeti varsa bu yansır. Makro siyasetteki değişim kültüre yansır. AKP siyasal başarılarına 2010’dan sonra kültürel bir vaat ekleyerek ilerlemeye çalıştı. 2016’a kadar gelen süreçte, bu kültürel eğilimlerde farklı yaşam tarzlarının bir arada olduğu kültürel iddialar için motivasyon kaynağı oluşturdu. Ama sonra kitlesini konsolide etti. Art arda gelen seçimleri kazanması, geniş kitleler nezdinde prezantabl bir görüntü oluşturdu. Dolayısıyla kitlelerin kültürel dünyalarında ilgili siyasal hegemonya bu kitle nezdinde rıza üretti. 2000’lerle beraber sosyal hareketlerin içinde olan, dünyayla barışık, serbest piyasayla barışık, kendi radikal geçmişini revize eden bir kitle oluştu. Seçkinlerin elitlerin temsil ettiği dil ve söyleme yöneldiler.


Bu aynı mı şu anda?

AK Parti’nin politikalarının yerel seçimde resesyona girdiği netlik kazandı. Belki de bu netlik farklı düşünce ve eğilimlerin görünür hale gelmesine, mahalle içinde farklı seslerin yükselmesine ve kendini ifade etme imkânına yol açtı. 90’lara kadar olan o ortamın 2010’larla beraber yerini tekil, türdeş bir görüntüye bırakması konsolidasyonun damga vurduğu bir dönüşümdü. Rasyonalite muhafazakar kitlelerde rıza üretiyor. Hegemonya rıza üreterek yaşanıyor. Zoraki değil. Baktığımız zaman siyasi seçkinler düzeyinde de bir resesyon olduğu, daha görünür daha duyular hale geliyor. Muhafazakârlar arasında yeni gelişen dil, söylem eğilimlerin yerel seçimlerin kaybıyla harekete geçtiğini söylemek mümkün.

Bu 20 yıllık siyasi tercihlerinden kopuşu anlamını taşır mı?

Beyaz muhafazakârlar dediğimiz siyasetin sıkıştığı alanlarda özellikle doldurarak ve ilerleyerek giden bir kuşak var. Rasyonel filtreden hareketle siyasal tutum belirleyen kitle. Bir değişiklik halinde yeni gelişecek siyasi kimliğe en kolay entegre olacak katman da bu kişiler. Kentin gettolarında yaşayan, nispeten gecekondu geçmişine sahip kesimlerde, nispeten halen parti büyüsünün önemli ölçüde sürdüğünü görüyoruz. Bağcılar, Sultanbeyli’deki oy oranlarını bunu gösteriyor.