Gerçeğe, hafızaya, zulme ve unutuşa bir direniş

Gizem OLCAY

Direniş, Bengi De Sa Matos Paixao’nun Portekizce aslından çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından ocak ayında yayımlandı. Julián Fuks otobiyografik öğelerle bezeli ilk romanıyla Jabuti Yılın Kitabı Ödülü 2016 (Brezilya), José Saramago Edebiyat Ödülü 2017 (Portekiz) ve Anna Seghers Ödülü 2018’i (Almanya) kazanarak uzun yıllar adından söz ettireceğini edebiyatseverlere adeta müjdeledi.

Direniş, adıyla müsemma, gerçeğe, zulme, diktatörlüğe karşı içsel olduğu kadar siyasi, bireysel olduğu kadar da kolektif bir direnişi odağa alıyor. Hikâyenin merkezinde evlatlık olan abisinin hikâyesini ve dolayısıyla askerî darbe sırasında Arjantin’den göç etmiş ailesininkini Buenos Aires sokaklarında aramaya çıkan anlatıcı var. Anlatıcının peşinden sokaklar arasında uzun bir yürüyüşe çıkarken onun hafızasının derinliklerine de yolculuk ediyor ve darbenin ardından göç etmek zorunda kalmış bir ailenin gerçeğini yakın merceğe alıyoruz. Julián Fuks, bireysel ve kolektif hafızada yer eden travmalara, göçe, aidiyete, aile içindeki dengelere, evlat olmaya dair pek çok cümle kuruyor, hikâyesini bunlarla besliyor. Bir tarafta anlatıcının ailesinin askerî cuntaya karşı direnişine şahit olurken, diğer taraftaysa abisinin gerçeğini ortaya çıkarmak isteyen ancak yüzleşecek cesareti kendinde bulamayan ve gerçeğe direnen anlatıcıyı okuyoruz.

Hem kolektif hem de bireysel anlamda hafıza, hafızanın boşlukları, hatırlayış, unutuş ve tüm bunların gerçekle, yaşananla ilişkisi, zamanla gerçeğin şekil değiştirmesi ya da değiştirmiş görünmesi gibi konular metnin en önemli motifleri olarak karşımızda. Anlatıcı, “Aslında hatırlayabilseydim bu hikâye farklı olabilirdi” derken ve abisinin gerçeğine dair bir hikâye anlatırken aslında hafızanın yanıltıcılığını ve hatırlayışın doğasındaki öznelliği ortaya koyuyor. Yaşananları eğip büken hafızayı ve gerçekle belki de yüzleşmek istemeyen anlatıcının halini, ailesinin eski evinin kapısını çalamayışını, o telefonu açamayışını, o sokağı dönemeyişini, önünde açık seçik duran hakikati görmek istemeyişini zarifçe anlatıyor. Aynı zamanda hikâyesini boşluklu bir hafıza, sağlam olmayan temeller üzerine kurduğunu hatırlatıyor okura. Anlatıdaki bu boşluklu, eksikli hal, gücünü bu arayıştan ve belirsizlikten aldığını da gösteriyor. Hafızanın karanlığında zamanla yoğrulmuş arayışını başarısızlık olarak nitelendirdiği de oluyor anlatıcının ve bu yolculuğun nihayetinde nasıl kendini de kaybettirdiğini şöyle anlatıyor: “Başarısızlığımı yazdığımı biliyorum… Kardeşimden bahsetmek isterdim, gerçek kardeşim olmasa bile sözlerimden çıkan kardeşimden, ama yine de her sayfada direniyorum, mümkün olduğunca ailemin hikâyesini anlatmaya gayret ediyorum. Şimdiki zamanla, bu gözle görülür ilişki kaybıyla, aramızda oluşan bu mesafeyle başa çıkmak istedim ama bunun yerine geçmişin kıvrımlarında kendimden uzaklaştığım ve kendimi giderek daha fazla kaybettiğim olası bir geçmişin dolambaçlı yollarında oyalanıyorum.”

Fuks, göçle birlikte gelen sürgün edilmiş olma halini, yerinden edilmiş hissetmeyi, aidiyetsizliği, yabancılaşmayı, o garip tanıdıklığı bütün metne yayıyor ve belki de en güzel şu cümlelerle anlatıyor: “Bir gün her şey yabancı gelmeye başlar. Tanımadığınız bir sokakta yürürsünüz ve sokak beklenmedik bir şekilde kırılıverir, ortada bir köşe olmamasına rağmen başka bir sokağa dönüşür, başka bir isme bürünür ve mahalleniz olması gereken o yerde kaybolursunuz. Bir gün her şey yabancı gelmeye başlar.”

Bir şeyi anlatmak için seçtiğimiz kelimelerin ona yüklediği niteliği ve duyguyu, kelimelerin merhem olduğu kadar yara da olabileceğini incelikle anlatıyor. Kitap, “Kardeşim evlatlık ama ben kardeşimin evlatlık olduğunu söyleyemem ve söylemek de istemiyorum,” cümlesiyle başlıyor. Fuks şöyle gerekçelendiriyor bu cümleyi: “Kelimenin uyandırdığı, kelimenin kendisinin karaktere dönüştürdüğü damgayı pekiştirmek istemiyorum. Yarasını derinleştirmek istemiyorum ve bunu yapmak istemiyorsam yara demekten vazgeçmeliyim.” Ve kelimelerin yara açan gücüne birkaç sayfa sonra şu hüzünlü soru eşlik ediyor: “Her yara feryat mı eder, yoksa sadece bir feryadın hatırası mıdır, zamanda susturulmuş bir feryat mıdır?”

Direniş, politik atmosferiyle ve aidiyete dair sorgulamalarıyla son derece gerçekçi roman olduğu kadar aile dinamiklerine, kardeşliğe, bireysel hafızaya, hatırlayışa ve unutuşa da dair içsel, lirik ve kişisel bir bakış. Julián Fuks’un pek çok izleği ve motifi bir kurgu çatısı altında - kişisel bir hikâye anlatmasına rağmen- dağılmadan toplaması ve bunu doğallıkla yapması takdir edilesi bir beceri. Sonraki işleri mutlaka takip edilmesi bir yazar.