Sürecin başından itibaren dini söylemin  merkeze alınarak Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğu gerçeğini yok sayan bir tutum sergilendi

Gerçek demokrasi istiyoruz

ZEYNEP ALTIOK AKATLI
CHP Genel Başkan Yardımcısı, İzmir Milletvekili

Ülkemiz çok kritik bir dönemden geçiyor. AKP iktidarının “ılımlı” bir tanımla bilinçli ve sistemli bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ni rant ve erk odaklı “ılımlı İslam” ve tek adam rejimine dönüştürme adımları; zorlu ve sancılı işleyen devlet mekanizmasını çöküş aşamasına getirdi. İktidarın dönüşüm için öncelikli zemini derin bir kadrolaşma hareketi ile örmesi, devlet mekanizmalarının 13 yıllık blok anlayış ile yok edilmesi, iktidarın güç kazandıkça palazlanarak her geçen gün el yükseltmesi ve siyasal İslam güçlerinden açıkça beslenmesiyle çöküş kontrol edilemez hale geldi.

“Yeni Türkiye” hedefi; devletin tüm kademelerine niteliksiz yandaşları getirmekle, Cumhuriyet kazanımlarının kaymağını yiyerek kaynakları tüketmekle, zengini daha zengin kılan üretimsiz sanal büyüme ve temelsiz bir biat ile gerçekleşemeyince; tüm toplum kesimlerinin her anlamda mağdur edildiği, toplumsal ve ekonomik gerilemenin işsizlik, yoksulluk ve yokluk ekseninde herkesi etkilediği bir gerçekliğe evrildi. Bu durum özenle apolitikleştirilen ve sorgulamayan gençliğin ya da tenceresinin kaynamasından başka gerçekliği olmayan en sade vatandaşın bile somut isyanını kaçınılmaz kıldı. 7 Haziran seçim sonuçlarına iktidar nezdinde ağır bir kayıp olarak yansıyan toplumsal tepkiler RTE’nin tek adam olma sevdasını tehlikeye düşürdüğünde “Ortadoğu hâkimi” olma hülyası da -bilimsellikten uzak kadroların berbat ettiği- dış ilişkiler fiyaskosu sonucu nda giderek Ortadoğu çöllerinde bir serap haline dönüştü. Öyle ki Türkiye Cumhuriyeti’nden bekledikleri ümmet anlayışına uzak, kendi çıkarı için AB ile ortaklaşan fırsatçı yaklaşımları karşısında “öfkeli çocuklar”ın öfkesi de süt annelerine yönelmekte gecikmedi.

AKP iktidarının siyasi İslam dönüşümünü çağdaş dünyaya kabul edilebilir şekilde sunabilmesi Cumhuriyet kazanımlarına, yani demokrasi ve özgürlükler soslu bir vitrin laikliğine bağımlıyken, bu dönüşümü topluma yansıtmak da Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana aydınlanmayı hedef alan sağ iktidarların ve darbe yönetimlerinin hazırladığı “darbe anayasasının” olanaklarıyla mümkündü. Bu olanakları kullanarak tüm özgürlükleri kısıtlayan, şiddet, baskı, korku ve zorunlu bağımlılık bütününde kararlılıkla döndürülen sistem çarkları, iktidarın emelleri uğruna işbirliği yaptığı ve işi bittiğinde bir kenara atarak yola yeni işbirlikçilerle devam ederken biriktirdiği düşmanların çoğalması ile onu zayıflattı, yalnızlaştırdı. Buna ’TEHLİKELİ YALNIZLIK’ denebilir. İronik olan, “darbelere karşıyım” diyerek sivil darbesini yapmak için şiddet rejimi inşa eden; tekleştirerek, yok ederek güçlenmek için darbe anayasasından beslenen iktidarın ve bu iktidarın başkanının darbeye hedef oluşudur.

Gelinen noktada Türkiye Cumhuriyeti, sonucu başarısız da olsa bir darbe girişimi ile cuntacılar tarafından uçuruma sürüklendi. Şüphesiz büyük bir kötülüğün önü alınmış, ülkemiz çağdışı bir gerilemeden alıkonulmuştur. Ancak bu kabul edilemez girişimin ardından yaşananlar en az darbe kadar endişe verici ve geleceğimizi, Cumhuriyet’imizi tehdit eder nitelikte gelişmelere yol açmaktadır.

Darbe girişimini önlemek üzere halkın devlet ve yöneticiler tarafından sokaklara ve meydanlara açıkça davet edilmesi; sokağa çıkan kitlelerin bir bölümü ve güvenlik güçleri tarafından başta emirlere uymak dışında seçeneği olmayan rütbesiz askerler olmak üzere vatandaşları hedef alarak linç girişimlerinde bulunmaları; bu girişimlerin ardından caydırıcı tutum ve soruşturma zaafı gözlenmesi; ülkemizi darbeye sürükleyen koşulları yaratan iktidarın siyasal İslam odaklı uygulamaları paralelinde laiklik ilkesine aykırı şekilde parlamenter sistem ve demokratik unsurlar arasında Diyanet’e öncül ağırlık atfedilmesi; kimi radikal kitle ve unsurlarının ümmet ve cihat çağrısı ile devreye girmesi; siyasetçiler tarafından bireysel silahlanmanın, dolayısıyla hukuk dışı infaz ve cezalandırmanın teşvik edilerek meşrulaştırılması; kin ve nefret duyguları ile idam isteyen radikal kesimlerin çağ dışı talebinin hükümet yetkilileri tarafından makul bulunarak gündeme alınması; darbecilerin hukuk ve adalete teslimi için kamuda başlatılan görevden alma ve tutuklama kararlarının son derece kısa süre içerisinde olağanüstü sayılara ulaşmış olması ve iktidar eleştirisi olan tüm muhalifleri hedef alan bir cadı avına dönüşme riski içermesi; bu listelerin hangi istihbarat dayanağı ile oluştuğunun bilinmeyişi; gözaltı ve tutukluluk sırasında şiddet, işkence ve hukuka aykırı uygulamalara ait görüntü ve bilgiler alınması, önümüzdeki sürecin olması gerektiği şekilde demokratik, laik bir hukuk devleti anlayışı ile sürdürülmeyeceğine dair ağır endişeler doğurdu. Sürecin başından itibaren dini söylemin merkeze alınarak Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğu gerçeğini yok sayan bir tutum sergilendi. Bu bağlamda salâlar ve ezanların kimi radikal İslam unsurlarının sağduyudan uzak, Ortadoğu savaş kentlerini aratmayan bir tür dini ayin anlayışıyla IŞİD vahşetini andıran infazlar gerçekleştirmelerine zemin yaratması, Türkiye tarihi boyunca radikal İslam anlayışı karşısında fişleme, saldırı ve katliamlara uğramış toplum kesimlerinde kaygı ve korku yarattı. Uzunca bir süredir iktidarın nefret söylemiyle toplumu kutuplaştıran yaklaşımı ve iç barışın çatışma ortamına terk edilmiş olmasıyla ortaya çıkan duygusal kopuş , Türk / Kürt, Sünni / Alevi ayrışmasına paralel gerginleşen siyasal ortam, darbe girişiminin yarattığı ve yukarıda sıralanan tutumlara paralel olarak provokasyonlara son derece açık, en ufak bir kıvılcım ile hiç istenmeyecek sonuçlar doğurabilecek bir tabloyu önümüze getiriyor.

Darbe girişimi sonucu halkta sisteme, orduya karşı güvensizlik ve endişe oluştu; sivil, asker ve polis olmak üzere çok sayıda can kaybı yaşandı. İktidar ve Recep Tayyip Erdoğan tüm milli ve dini duyguları kullanarak, devletin tüm sistemlerini devreye alarak, valilerine platformlar kurdurarak, medya üzerinden geniş kitlelere ulaşarak, tek tek vatandaşın cep telefonlarına resmi ve kişisel mesajlar göndererek yaptığı çağrılar sonucu meydanlara “evde zor tuttuğu” %50’yi indiremedi ancak son derece tehlikeli bir kitleyi olası katliamlara hazır bir ajitasyonla kuşattı. Bu durum orta ve uzun vadede birden fazla risk faktörünü bünyesinde barındırıyor. Dolayısıyla meydanların sol, sosyal demokrat, sosyalist, Atatürkçü en geniş kitleler için anlamı artık çok daha fazla.

gercek-demokrasi-istiyoruz-164274-1.

Bizler geçmişte olduğu gibi bugün de her türlü darbenin karşısındayız. Bu bağlamda darbecilerle hesaplaşmanın, dini söylemli bir otoriterliğe ve beraberinde hukuksuzluk zincirine evrilmesine müsaade etmeyiz, edemeyiz. Toplumun endişeleri ve beklentilerini dikkate alarak, umutsuzluk ve korkuyla içe kapanmanın önüne geçmeliyiz. Bir araya gelip laik, demokratik Türkiye tahayyülünün savunucusu olduğumuzu, her türlü insan hakları ihlaline ve linç/yağma kültürüne karşı olduğumuzu tekrar tekrar vurgulamalıyız. Darbeye ve darbecilere hayır dediğimiz gibi meydanlarda şeriat, idam, intikam çağrılarına da karşı olduğumuz yüksek sesle ifade etmeliyiz. Türkiye’nin içinden geçtiği bu karanlık dönemin son bulacağına, demokrasinin ve hukuk devletinin yeniden bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı ilkeleri doğrultusunda güçlendirileceği; umutsuzluk ve karamsarlığa sürüklenmeden bu ülkenin gerçek sahiplerinin hepimiz olduğu ve eşit yurttaşlık esasına göre özgür ve kardeşçe bir yaşam için asla ne darbecilere ne de darbe girişimini fırsata çevirmek isteyen şeriatçı sokak çetelerine ülkemizi teslim etmeyeceğimize dair inancımızı güçlendirmeliyiz.

“Kırk katır mı, kırk satır mı?” sorusu karşısında ehven-i şer olana razı olmak yerine bu karanlık sürecin anahtarı olan demokrasiye sarılmalı ve sahip çıkmalıyız. Türkiye toplumunun önünde geniş bir toplumsal mutabakatın fırsatı var. Demokrasiyi ve parlamenter rejimi güçlendirerek; laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kemiren tüm fırsatçı ve işbirlikçi unsurları söküp atabiliriz.

Ne askeri darbe, ne dikta;
istediğimiz gerçek demokrasi, eşitlik ve barış.

“Umudu depremden,
aşkı külden
bekleyen benim”*

*Metin Altıok