İslami kesim gerçek sorunlarla değil hayali sorunlarla uğraşıyor.

Fransız hiciv dergisi Charlie Hebdo çalışanlarına, yazar ve çizerlerine yapılan saldırıda 12 kişi hayatını kaybetti. Saldırıya verilecek en anlamlı yanıt “Je suis Charlie” sözcüklerinde hayat buldu. Evet, “Je suis Charlie.”

Bu üzücü olay ülkemizde ilk kez din üzerine anlamlı olabilecek ya da olmasını umduğum bir tartışmayı başlattı. Tartışmanın seyri gerçek İslam’ın ne olduğu ile bizzat İslami kesimin yüzleşmesi sonucunu doğurma potansiyeline sahip. Umarım. Hoş, halihazırdaki duruma bakılınca insan İslam’ı referans alarak konuşan ve yazan insanların düşünsel fakirliğinden utanç duyuyor.

Genel olarak bakıldığında, öne sürülen fikirler “yapılmamalıydı, kınıyoruz; ama...” ile başlayıp, “hak ettiler” noktasına kadar uzanabildi. Yazık. İfade özgürlüğüne yönelik bu saldırı karşısında sığınılan tek argüman ise “gerçek İslam bu değil” argümanı. Peki gerçek İslam ne? Gündelik hayatın bu kadar içinde olmasına rağmen her gün karşımıza çıkan gündelik dertler, sorunlar hakkında ne söylüyor; hangi tavrı takınıyor gerçek İslamın ne olduğunu bilen insanlar?

Gerçek dertler
Kamu varlıklarının yağması; doğal alanların korkunç tahribi; SİT alanlarının ve tarihi değerlerin ranta ve yağmaya açılması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması... gibi pek çok konuda İslami kesimin önde gelen kişilerinin, kanaat önderlerinin güçlü bir itirazı var mı? Yok. Yine insan hakları, eşitlik ve demokrasi söz konusu olduğunda hemen her konuda söyleyecek sözü olan İslami kesimden neden bu kadar cılız bir ses çıkıyor?

Somut bir örnek üzerinden giderek sözlerimize açıklık getirelim. Her gün cinayet gibi iş kazalarında işçiler ölüyor. 2014 yılında en az 1800 işçi iş cinayetine kurban gitti. Sorumlusu işbaşındaki siyasal iktidardır. İslami kesimin bu konudaki sessizliği bir tarafa, geçen ay İstanbul Müftülüğü’nce hazırlanan cuma hutbelerinden birinde “iş güvenliği tedbirlerinde aşırılık ‘Yüce Allah’a güveni sarsan bir davranış haline dönüşür’ ifadelerine yer verilebildi. Bizzat müftülük tarafından söylendi bu sözler. İnsan merak ediyor, önlemlerdeki aşırılık hangi noktaya ulaştığında güven sarsılıyor diye?

Hayali dertler
Sadece tek bir örnek vereceğim.

Geçen ay yapılan Milli Eğitim Şûrası’nda alınan tavsiye kararı tartışmalara rağmen derhal uygulamaya kondu: Birçok ilde anaokullarında, ilköğretim ve ortaöğretimde “değerler eğitimi” verilmesine başlandı. Son yapılan açıklamalara göre bu eğitim Diyanet mensupları tarafından Kredi ve Yurtlar Kurumu yurtlarında kalan üniversiteli gençlere de verilecek. Yapılanın ve amaçlananın belirli bir mezhep anlayışına dayanan din propagandası yapmak olduğunun herkes farkında.

Bu eğitimlerin amacının insanları güzel ahlaklı kılmak ya da kötü ahlaktan korumak olduğu ifade ediliyor. Ahlak dediğimiz şeyin en temelde birilerinin anlattıklarını dinleyerek değil, etrafımızda neler olup bittiğine, çevremizdeki insanların ne yaptığına bakılarak edinildiğini ya da insanın duydukları ile gördükleri arasındaki uyuma dayandığını birileri Diyanet görevlilerine anlatmalı. Önce eğiticilerin eğitimi ile işe başlanmalı belki de!

Çocukların ve gençlerin iyi ahlaklı olmasını bir, iki saat sürecek değerler eğitimine bağlamak, bu eğitimlerde anlatılan konuyu -her ne ise- değersiz kılmaktan öte bir anlam taşımaz. Ahlak anlatılamaz.

İyi ahlaklı nesiller yetiştirmenin yolu yolsuzluğun, hukuksuzluğun, adam kayırmanın, sınav sahtekârlıklarının, insanları ölümüne sömürerek kazanç elde etmenin, doğal alanları ve tarihi değerleri büyük bir iştahla ranta ve yapılaşmaya açmanın, yanı başımızdaki ülkelerdeki iç savaşı ve mezhep çatışmalarını körüklemenin, halkın parasıyla milyar dolarlık bin odalı saraylar inşa etmenin... saymakla bitmeyecek bu ahlaksızlıkların önünü kesecek bir toplumsal hayatı tesis etmekten geçiyor.

Ahlaklı olmak bir rozet gibi yakamıza iliştirerek edinebileceğimiz bir şey değil. Öyle olduğu sanılıyor herhalde ki gerektiğinde çıkarıp atılabiliyor veya yerine yeni duruma uygun bir başkası konabiliyor. Yazarında, çizerinde, siyasetçisinde, din adamında, entelektüelinde, akademik camiasında sıkça görüldüğü üzere.

Ahlaklı olmak insanın iç dünyası ile ilgili olduğu kadar nasıl bir toplumsal hayatın içinde olduğu ile de ilgili. Başkalarının acısını dert edinebilmekle ilgili. Bütün bir ömre yayılan, insana attığı her adımda eşlik eden bir şey bu. İyi bir insan olmakla ve öyle kalmakla ilgili bir şey.